- Kategori
- Deneme
Dersimiz Hayat Bilgisi
Bildik bir sözdür :”Yazar ne yazarsa yazsın, büyüdüğü coğrafyanın yanında en çok kendini ve çocukluğunu yazar” doğru söze ne denir?
Geçmişimizin hangi zaman dilimine sığınmaya kalksak, üç adım geriye gitmeden çocukluğumuz elimizde kalan tek varlığımızdır. Lise ve üniversite yıllarında öğretmenimizi unutulup giderken, ilkokul öğretmenimizin adı bellekten nedense silinmez. İlk karne sevincimiz, okuldan ilk kaçışımız ve ömrümüzün diğer ilkleri ‘unuttum’ dediğimiz an bile acımasızca kendini bize anımsatırlar. Bu yazıyı yazarken de kural hiç değişmedi: Zaman tünelinden geriye doğru giderken kendimi ilkokul sıralarında buluverdim. Ders adları geldi gözümün önüne, ‘Hayat Bilgisi’ dersinde durup kaldım.
Hayat Bilgisi bizim kuşağı bir yerlere alıp götürdüğünden eminim. Çocuklarımızın belki de hiç duymadığı “Hayat Bilgisi” önemli bir dersti. Adı üstünde; yaşamın dış bükey aynasıydı. Biraz Türkçe, biraz Biyoloji, Biraz da Fen Bilgisiydi desem umarım havada kalan bir tanım olmaz.
Hep söylenir; çocukluğumuzdur anavatanımız. Dün-bugün-yarın üçlemesi yaşamdan öte ne ki? GDO’nun dilde yerini almadığı, komşu hakkıyla bile karnımızı doyurarak kendi usumuzla yarattığımız oyuncaklar ile kurguladığımız oyunlara dalıp gittiğimiz günleri sanki uzak bir tepeden bakma durumunda kalmak içimizi acıtıyor olmalı.
Yıl 1967 olmalı…,Aydın’da, Güzelhisar İlkokulu 5/B sınıfı öğrencisiyim. Öğretmenimiz ufak tefek, sevimli bir adam. Ben büyüdükçe öğretmenim benden daha çok büyüdü, öğretmenim hızını alamamış olacak ki büyüdükçe büyüyor mübarek adam! Ünü yurt dışına taştı, yaşamın hangi penceresinden baksam görünür oldu. Kendisinden bahsedildiğinde, tanıdığımı söylüyor ama ‘öğretmenimdir’ demek gelmiyor içimden. Desem….küçüleceğimden korkuyorum; ufak tefek birkaç başarının altına imza atsam da, gölgesinin zerresi bile olamadığımın ayrımındayım çünkü!.
Neyse biz eski günlerimize dönelim: Öğretmenimizin kırmızı cava bir motosikleti vardı, kanguru yavrusu gibi oğlu ile birlikte gelir giderlerdi. Oğlu Bülent’te bizim sınıfta, zeki olduğu kadar yaramaz bir çocuktu. Öğretmenimin ‘Dayak Birincisi’ adlı kitabı boşuna yazılmadı, aslında dayak birincisi Bülent,i kincisi bendeniz…Bülent’le, geçen yıl Çeşme Öğretmen Evinde karşılaşmayalım mı? Neler konuşmadık ki? Ben onun bir tiyatro oyuncusu olmasını isterdim, ama o şimdi bir müzik öğretmeni. Olsun sanatın bir dalına tutunmuş ya…
Evet, dersimiz Hayat Bilgisi demiştik . Öğretmenimiz karton üzerine kendi eliyle çizdiği kocaman bir uçak resmini getirip yapıştırdı tahtaya. Gövde, pervane, motor, dümen ve pusulası…gibi bölümlerinin ne işe yaradığını uzun uzun anlattı. Zil çalınca çil yavrusu gibi dağıldık bahçede. Çoğumuz merdivenin altında bir camekândan ibaret kantincimiz Hüseyin Abi’nin etrafına üşüştü.
Hüseyin Abi kördü,bakan körlerden değildi ama…Havaya baktığında kan çanağına benzeyen gözleri acıtırdı içimizi. Parayı parmaklarının ucuyla kontrol eder ve eksiksiz para üst veren biriydi. Kantinde, gevrek, ayran, bir de yağlı börek satılırdı. (Çocukluğumuzdaki yağlı böreğin adı bayoz olmuş, haydi gözünüz aydın!...) Çalan ders ziliydi, öğleden sonraki ilk derse girmemiz gerek. Bizim sınıf hariç.. Sıra olup beklememiz söylenmişti. “Beni takip edin!” dedi öğretmenimiz. Öğretmenimiz önde, 5/B sınıfı olarak takıldık arkasına. Aydın’da bir bahar günü, cıvıl cıvıldı içimiz. Hangi öğrenci dersin kaynadığına üzülür?
Menderes Bulvarının bitiminden, eski emniyet sokağına, yani sola saptık. Saptığımız sokağın adı o zamanlar Albay Şefik Caddesi olarak bilinmezdi, Torlak Caddesi’ydi adı. Büyük bir olasılıkla ‘Torlak’ adını belediye meclisi değil, halk koymuş olmalıydı. Fakat; bu ad çocukluk dönemizden sonra gelen yetkilileri rahatsız etmiş olmalı. Aydın’ın kurtuluşunda yeri doldurulamaz değerli subaylarımızdan birinin adı verilerek halka adeta bir sus payı verilmişti. Şimdiki adı: Albay Şefik Caddesi…
( Torlak adının Torlak Kemâl’den geldiğini, kendisinin gene bir başka Aydın kökenli Börklüce Mustafa ile Şeyh Bedrettin’in iki cesur müridinden biri olduğunu yıllar sonra öğrenecektim. Osmanlıyı Karaburun’da iki kez üst üste yenilgiyi tattıran Börklüce’in zincirlenmiş, yalınayak, üstelik yaya olarak Karaburun’dan Selçuk’a getirilip deve sırtında gezdirildikten sonra idam edilişi bu ana değin bir filme konu olmamışsa bu kimin ayıbı ola ki?)
“İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı” dizesinde olduğu gibi ne zaman öğretmenim gelse aklıma, çocukluğuma yaslanarak Torlak Caddesinde hissederim kendimi. Marangoz, demirci ama en çok testici dükkanları arasındayım sanki…İşte bu sokağa saptığımızda, ömrümün bir ilkini yaşadım. Bir demirci dükkanının önünde mini minnacık bir uçak duruyordu.Evet sokağın içinde bir uçak!…
İlk görüp dokunduğum uçaktı bu; küçüktü, sevimliydi. Henüz boyanmamıştı daha. Neden buraya getirildiğimiz belli olmuştu artık.. Ne demiştik? “dersimiz hayat bilgisi” konumuz uçak…
Pervane, gövde, kuyruk, dümenin ne gibi bir şey olduğu, ne işe yaradığını gözlerimizle görüyor, dokunuyorduk. Teorik bilgi, görselliğe indirgenmişti. Peki kimdi bu mini uçağı yapan ? İnanmak zor ama uçağı yapan ilkokul mezunu bile olmayan Aydınlı bir demirci ustasıydı.
Peki sonra? Sonuç acıklı, hem de çok…Bu mini uçak bitirilip, tarlaları ilaçlamakta kullanılmaya başlandı.Aydın semalarında o minik uçağın uçtuğunu gördü bu çocuk gözler. Ama… Uçması için izin gerekliymiş, ne bilsin bizim demirci ustası?
O minik ellerimle dokunduğum bu ilk uçak Torlak Caddesi’ne getirilip bırakıldı. Sonra zincire vuruldu… Zincirlenen o minik uçak aylarca Torlak Caddesi’nde kaldı. Benim unutulmaz bir ilkimdi o mini uçak. Yağmurun, güneşin altında çürüyüşünü gördüm. O çürüdü ben büyüdüm, ama beyin katmanlarımda taptaze kaldı ama…
Yapan ustanın başına gelenler daha da acıtmıştı çocuk yüreğimizi... Öğretmenimiz bir gazeteden kestiği haberi getirip yapıştırdı panoya. Gazetede gördüğümüz adam tanıştı bize; o demirci ustasından başkası değildi, elleri kelepçeli.…
Panodaki resimler yazılar değişiyordu ama bu gazete sene sonuna kadar hiç değiştirilmedi, kaldı öylece…Öğretmenimiz öyle tembih etmişti. Öğretmenimiz sözünden çıkan öğrenciler değildik biz.
İlk gördüğüm uçak zincirli, yapan demircinin elleri kelepçeli... Anımsadıkça kara bir bulut kaplasın istiyorum yüzümü.
Öğretmenimin hakkında bilgi verdim ama adını yazmakta geciktiğimin ayrımındayım. Koltuğunun altından bile kitap taşan, o ufak tefek dev adam elleri öpülesi sayın Muzaffer İzgü’nün ta kendisiydi.
Mehmet Genç