Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

27 Temmuz '18

 
Kategori
Siyaset
 

Denize Düşürülüp de Yılana Sarılanlar

Denize Düşürülüp de Yılana Sarılanlar
 

“Denize düşen yılana sarılır” diye pek mühim bir atasözümüz vardır. Bu sözün elbette bir hikayesinin de olması gerekir. Bu sözün hikayesi; Mısır Valisi Kavalalı Mehmed Ali Paşa’nın isyanı büyüyünce Sultan II. Mahmud çaresiz kaldı. Hatta Mehmed Ali Paşa ordusu Kütahya yakınlarına kadar ilerledi. II. Mahmud Han, İngiliz ve Fransızlardan ardım istedi ise de onlar bunu “Baba-oğul arasındaki mesele” addederek yardım etmediler. Başka yapacak şeyi kalmayan Sultan II. Mahmud bu sefer Ruslardan yardım istedi. Öteden beri Anadolu’da gözü olan Rus Çarı, bu isteği memnuniyetle kabul etti. Ruslardan yardım istenmesine tepki gösteren vezirlere, Sultan Mahmud: “Ne yapalım, denize düşen, yılana sarılır” diye cevap verdi.

Neden böyle bir girişle başladım, eğer iki arkadaş hatta kardeşin arasına dahi kara kedi girmiş ve nifak kaynakları durmaksızın çalışmışsa bir zamanlar birbirine çok yakın olan, her türlü sırlarını paylaşan iki arkadaş, dost hatta kardeş dahi birbirine düşman olabilir. Bu satırları okuyan hemen herkesin kendisinde olmasa bile; çeşitli vesilelerle bir zamanlar çok yakın arkadaş olmalarına rağmen küsen insanlar, birbirlerine selam vermeyen kardeşler,  hatta bir zamanlar aralarının bozuk olduğu kişilerden yardım isteyerek kardeşine veya arkadaşına diş bileyen insanlar bulunur. Özellikle miras kavgaları Türkiye toplumunun kanayan yarasıdır ki, adil paylaşım veya adalet duygusu her defasında son derece yüksek olduğu iddia edilen toplumumuzda ciddi miras kavgalarından ötürü küslükler, kavgalar hatta cinayetler yaşanır. Bu kültürel bir zafiyet midir bilinmez ama özellikle toplumumuzda insanların önemli bir kesimi çok yakınlarından daima muzdariptir…

İki samimi dostu hatta kardeşi birbirine düşman edebilen hile ve aç gözlülük cehalet sebebiyle kısa zamanda eğiminde akması gereken suları tersine çevirme gibi zorlu ve gereksiz bir mücadele boş yere enerji kaybına neden olur. Yaşama nedenleri kin, intikam olan ve doğruların rafa kaldırıldığı insan türleri ortaya çıkar ki; bu durum sanıldığından fazladır ve toplumlarda önemli bir enerji, insan ve zaman kaybına neden olur. Sözü dinlenen aile büyükleri olayı yatıştırsa da bu durum küçük bir aleve bakar.

Miras önemli bir kavramdır. Atalar bir şey bırakır. Ama gerçekte onu bırakmak için mi kazandıkları yoksa başka bir nedenle mi kazandıkları önemli bir tartışma konusudur. Gerçek olansa; mirasın genellikle kazananları ile kullananları arasında önemli bir bakış açısı farkı olduğudur. Çoğunlukla miras bırakanın bıraktığı o çok önemli miras gelecek yüzyıllara miadını doldurmuş halde ulaşır. Ya da miras bırakılan şeyin kazanıldığı, vücuda getirildiği tarihlerdeki anlamı ile gelecek yüzyıllardaki anlamı önemli anlam değişikliklerine de uğrayabilir. En değerlisi elbette kişinin gelecek nesillere seçimlerinden dolayı bıraktığı yaşam alanı, vatandır. Vatanı ise anlamlı kılan şey içinde birlikte yaşanılan insanlardır. İçinde birlikte yaşanılan insanların huyu ve davranışları, yaşanan sorunlar; vatanı anlamlı hale getirirken, çoğu zaman da anlamsız hale de getirebilir.

Anadolu ve aslında Osmanlı coğrafyasında da yaşananlar aslında bundan farklı şeyler olmamıştır. Düşününüz; yüzlerce yıldır bir arada yaşayan kim bilir belki de Orta Asya’dan birlikte yola çıkmış bir kavimin evlatları kuzeye veya kuzey batıya yönelenler, Orta Avrupa’ya, güneye yönelenler Pakistan, Afganistan taraflarına batıya yönelenler İran veya Anadolu’ya gelmişler, kimisi Hıristiyan, kimisi Yahudi kimisi de Müslüman olmuşlar. Yetmemiş kendi aralarında kimisi Sünni kimisi Alevi olmuşlar daha da yetmemiş diye böylece misaller çoğaltılabilir. Kimlik tanımlaması yapılırken nedendir bilinmez büyük ihtimalle öyle bir tanımlama daha kolay olduğundan farklılıklar üzerinden tanımlamayı kendine daha uygun bulan insanoğlu binlerce benzer özellikleri bir tarafa bırakarak birkaç özellik, farklı veya farklılaştırılmış özellikle kimlik verilen insanoğlunda insan kimliğinden ziyade insana sıfatlaştırma yapılmak suretiyle sıfat suretin her daim önüne geçmiş, sınıflandırma özelliğine sahip olanlar hatta bu tekeli ellerinde bulunduranlar yüzyıllardır diğer insanların hunharca kanlarını, emeklerini emmeye devam edegelmişler. “Bu süreç günümüzde de hız kesmeden devam ediyor.”

Anadolu’yu yani ülkemizi göz önüne alalım. Yüz yıl öncesi, beş yüz yıl öncesi, bin yıl öncesi ve  daha gerilere gidildiğinde de bu coğrafyada insanlar yaşıyor ve hayatta kalmak, türlerini devam ettirmek istiyorlar yine içeriden veya dışarıdan tehditlerle karşılaşıyorlardı. Bin yıl öncesinde bu coğrafyada bulunan Bizans içinde Ermeni’si, Gürcü’sü, Türk’ü çeşitli gruplarıyla hayatta kalma mücadelesi verirken, aynı zamanda kendisinden çok daha önce bölgede var olan medeniyet veya medeniyetlerin mirasçısıyken muhtemelen; miras bırakayım niyetinden çok varlığını koruma devam ettirme amacı ile ürettiği yaşamsal araçlar ve korunma araçlarına muhtaç olduğunu düşündüğü için bunlara sahip olmaktaydı.

Bölgede uzunca bir süre bu mirasın üzerinde mirası ortaklaşa kullanan Rum, Ermeni, Türk bir şekilde Türk karakterli bir birliktelik ve akrabalık ilişkisi ile yürüttükleri ortaklık-akrabalık ilişkileri uzunca bir süre devam etti. Ta ki; bölge insanı için hayatta kalma veya saldırı araçları Batı Avrupa’nın ve Rusya’nın gerisinde kaldıklarından habersiz oldukları ve gaflete düştükleri an saldırıya uğramaları kaçınılmazdı ve bu durum hâsıl oldu. Buna mukabil düşmanı parçalamanın en iyi yolu parçalara ayırmak olduğu bilindiği ve en geçerli ve en masrafsız savaş metodu olduğundan parçalanması en mantıklı ve en makul yol idi ve süreç bu şekilde cereyan etti. Parçalanan ve sindirime hazır hale getirilen coğrafyanın birden çok araç kullanılarak sindirime hazır hale getiren taktisyenlerin elbette kullandığı iki önemli araç vardı; din ve milliyet…

Anadolu ve İslam Coğrafyası hatta Balkanlar ve de buradaki halklar bu sıkıntıları yaşamaya bir şekilde mahkûm olurken, bölgede bir aklıselim düşünce akımının tekrar bölgesel sorunları çözeceği, en azından bin yıla yakın birlikte yaşayan ve birbirini dönüştürme gayretinde olmayan halklara ilham verecek fikirlerin ortaya çıkmasına ölümcül ihtiyaç var. Baksanıza; bir yangın çıkıyor ve yüzlerce ev yanıyor ve ölen yaralanan insanlar var. Aklıselim ölenlerin Yunanlı değil insan olduğunu, çocuk olduğunu söylüyor ve kurtarılmasını, yardıma koşulmasını söylüyor. Haberler gerçekse ki; bir halkın acısından düşmanlık çıkarmak kadar kolay bir şey olamaz; Yunan Devletini idare eden zihniyetler bir yandan yardım taleplerini geri çevirip nasıl olsa yağmur yağacak, yağmur yangını söndürecek bahanesine sığınırken, diğer taraftan da “komşu yardım talebimizi reddetti” yalanını yayabiliyor. Sonsuza kadar zihinlerde kalacak bir düşmanlık nedeni olan zehri kendi halkının zihnine kazıyor ki; bölgesel acılar artarak devam etsin de patron sevinsin!

Unutulmasın ki; o patron son iki yüz yılda bin yıldır bir arada yaşayan insanların birbirlerini katletmelerine, ellerindeki avuçlarında ne varsa o patrona vermelerini sağlayan, bölgeye korku ve esaret hatta kölelikten başka bir şey sunmayan bir patron ve patron kar etmeyi seviyor. O patron kan satarak da bunu yapıyor, can satarak da bunu yapıyor, din satarak da bunu yapıyor. Bölgeye kalan mı, tahmin edebiliriz; daha da iyisi gözlerimizi açarak daha dikkatli bakarak görmeyi deneyebiliriz.

Özellikle coğrafyamızda yaşayan uluslara bakınca ayrı ayrı tahlil edildiğinde; binlerce yıllık geçmişe sahip olan ve bilinen en eski uygarlıklara kadar kökü dayanan milletlerden teşekkül ettikleri görülür.

Araplar, Ermeniler, Gürcüler, Rumlar ve elbette Türkler. Anlatılanlar doğru ise; Türklerin Yunan Site Devletlerine dayanan bir geçmişlerinin de olduğu aynı şekilde Etrüsk kökenli Anadolu kavmi ile Orta Asya Türk kavimlerinin mezarları da aynı şekilde benzerlik arz etmesinden ötürü,  Roma İmparatorluğu öncesi şehir devletlerinde de izler görülür. İddialar ne yönde olursa olsun, bilinen en eski bilgiler yanlış dahi kabul edilse, Türkler, Ermeniler, Rumlar,  Persler ve elbette aynı şekilde Araplarla birlikte aynı ırka mensup olan Yahudiler bölgenin en eski uygarlıklarıdır.

Binlerce yıllık mazileri olan, yüzyıllarca birlikte huzur içinde yaşayabilmiş olan topluluklar kültürel olarak da kendilerini koruyabilmiş olmaları bir şekilde aralarında haklarına karşılıklı saygı gösterdiklerinin de işaretidir. Özellikle Malazgirt’le başlayan Türk akını ve Ermeni yakınlaşması üzerinde durmakta fayda vardır.

Değişmez doğa kanunu, güçlü güçsüzü ya dönüştürür ya da yok ederken, halkların binlerce yıldır birbirini dönüştürmemiş olması o zamanlar da fikirlere, inançlara bir şekilde ya saygının olduğunu ya da bir tarafın diğer tarafı tamamen dönüştürmek gibi bir ihtiyacı hissetmediğinin belki de kendi fikrini yaşatmanın zıt fikirlerin de hayatta kalmasıyla mümkün olabileceğinden midir bilinmez, bir taraf diğer tarafı tamamen yok edecek üstünlük sağlayamamıştır. Sağlamaması da isabet olmuş, mevcut medeniyetler günümüze kadar ulaşabilmiştir. Lakin bu kadar uzun soluklu medeniyetlerin çöküşü de durmuş gözükmemektedir. Kendi dinamiklerinden kendi topraklarından filizlenmesi gereken fikri varlıklar; tüketimden üretime, yönetimden kanunlara, yaşamdan savaş ve anlaşmalara kadar hemen her konuda ciddi anlamda kültürel ve ekonomik olarak dışarıya bağımlı hale gelmeleri sonucunu doğurmuştur.

Kendi aralarında iletişimleri patronları kanalıyla olabilmektedir. Yunanistan Avrupa ve Amerika’ya bağımlı olarak yaşam mücadelesi verirken, İranlılar, Araplar, Kürtler, Ermeniler ve Gürcülerin Amerika ile Rusya arasında kalmaları ve birbirleriyle sağlıklı ilişki kuramamaları sonucunu doğurmuştur. Halbuki  yaşamla ilgili çok basit kurallar vardır; kardeşiyle adaletli paylaşım yapamayıp kavga eden herkes, kardeşinden sakındığından fazlasını konuyla neredeyse hiçbir alakası olmayan aracılara vermek zorundadır. Bu tıpkı karı kocanın boşanma esnasında mal paylaşımı yaparken, avukatlara, mahkemelere,  boşanma bedeli olarak komisyon ödemeleridir. Hâlbuki birlikte mal varlığını kendi alın terleriyle yapan bir çift normal şartlarda birbirlerinin memnun olacakları miktarları alarak birlikte olan yaşantılarını sonlandırabilseler kendi kazançlarının ciddi bir kısmını avukat, bilirkişi, mahkeme üyeleriyle paylaşmak zorunda kalmayacaklar,  bu durumda insanlar arasındaki anlaşmazlıklar çıkması halinde kazanç sağlayan kurumların varlığına ihtiyaç kalamayabilirdi. Özelinde basitleştirilen ancak mantığı aşağı yukarı aynı olan halkların evlendirilip boşandırılmaları Amerika, Rusya, İngiltere, Fransa, Almanya hatta Çin gibi emperyal niyetleri olan ülkelerin elinde olduğu takdirde bölgede sağlıklı düşünce yapılarının kurulmasını uzunca bir süre beklemek gerekiyor. Hele ki hemen her kötü ve yalan haberi anında yaymanın bu kadar kolay olduğu bir devirde, bırakın bu halklar arasındaki iyi niyetli, sağduyulu, aklıselim çabaların duyulmasını birbirlerini dinleyip anlayarak sorunlarını çözebileceklerine inançları dahi kalmamıştır. Böyle bir ihtimal söz konusu halkların belki de binde birlerinin dahi zihninde yer bulamayacak, doğrusu bölgeye uzunca bir süre daha yazık olmaya devam edecek!

Bu da bölge halklarının uzunca müddet önce düşürüldükleri denizde yılana sarılmaları demek.

Hemen her ulus Anadolu’da devleti olsun istemiştir. Haklıdırlar; çünkü burası medeniyetlere beşiklik etmiş ancak aynı zaman da mezar olmuş bir coğrafyadır. Gerçek olan bir başka husus ise; Anadolu’da Ermeni, Rum, Yunan kimliği veya varlığıyla teşekkül eden bir devlet de günümüzde Türkiye’nin yaşadığı sorunları yaşıyor olurdu. Kardeşin kardeşle paylaşmadığı bir dünya düzeninde kimse bizi yukarıdaki ülkeler kollardı şeklinde bir hülyaya kendini kaptırmadan, rüyadaysa da bir an önce o rüyadan uyanmasında fayda var. Bebekler ağlayarak büyür, yaşlılar uyurken ölür! Bu yazı özellikle uykuda ansızın ölmek istemeyen bölge halklarına ithaf olunur!

 

 
Toplam blog
: 2271
: 163
Kayıt tarihi
: 15.10.14
 
 

Bugünün doğrusu yarının eğrisi, dost görünenler düşman ve herşey aslında zıddı olabilir. Büyük ih..