- Kategori
- Güncel
Depremi beklerken sele tutulmak!

Sabah'tan..
İstanbul, mukadder felaketini yerden beklerken, gökten indi.
Nicedir konuşulup duran İstanbul depremi yerine, yağmur suları silip süpürdü İstanbulu...
Tabii, bu felaket, ötekinin yerine gelmiş değil, keşke öyle olsaydı, ama öteki de sırasını bekliyor Allah bilir ya...
Bugün İstanbulu "sel almasının" sorumluluğunu yükleyecek birilerini bulabilirisiniz..Belediyeye yüklerin, valiyi taşlarsınız...
Ancak, bilmelisiniz ki, İstanbul'un felaketi bugünün işi değil; ta elli yıl öncesinden ateşlenmiş bir fitilin sonucu bu...
"Taşı, toprağı altın" diyerek, nerdeyse bütün ülkenin "altına hücum" sevkiyle İstanbula koşması, yağmalanan araziler, dere yatağı, uçurum kenarı demeden yapılan evler ve daha neler, neler...
"İstanbullu" kendi felaketinin tohumlarını kendisi ekti.
Yetmişli yılların ortalarında İstanbulda öğrenciyken gördüklerim sadece, balık istifi beledeyi otobüsleri, haftada bir su alan evler değildi İstanbulda....Bunların yanısıra, Türk buluşu "gecekondu" marifetiyle mala mülke konanlardı...
Ben İstanbul'da okurken polis komseri olan amcam İstanbulda çalışıyordu. Amcamın kiracı olarak oturduğu bina nerdeyse bir uçurumun kenarına inşa edilmişti. Öyleydi ama dört katlı apartmandı ve dediğim gibi, burayı işgal edip sonrada apartmana dönüştüren kişi kendi oturduğu gibi kira geliri de elde ediyordu.
Bugün sel felaketinden sonra, fabrika balyalarını, babasından kalmış miras gibi, sırtına alıp götüren "yağmacılara" bakıp da kızanlara şaşıyorum. Oysa, İstanbul'un taşının toprağının yağmalanması karşısında bunun lafı bile edilmez..
İstanbul yağmalanmıştır. Ormanları, dere yatakları, yar kıyıları işgal edilmiştir. Geçmişteki belediyelerin oy avcılığı ile göz yumduğu yağmalamalar, sonunda felaketlerin hazırlayıcısı olmuştur.
Sosyal "bilinç" oluşturmada çok önemli bir yeri olan Medyamızın katkısını da unutmayalım: Daha dün, kanunsuz ve haksız yere inşa edilen binaları yıkmaya giden Belediye ekiplerine karşı savaş verilirken Medyamız nasıl yansıtıyordu: "Evlerinin başlarına yıkılmaması için savaştılar"...
Haksız yere devletin arazisini işgal edeni ya da kanunsuz olarak inşaat yapanı engellemek isteyen belediye ekiplerini işgalci düşman askeri gibi gösterip sonra da "belediye bu işlere niye mani olmuyor" diye söylenmek, ancak bize mahsus bir pişkinliktir.
İstanbul Belediye Başkanı Kadir Topbaş, "sorumlu insanoğludur" demiş..Elbette, bir "insanoğlu" olarak bu söz Sayın Başkanın sorumluluğunu ortadan kaldırmaz. Ancak, İstanbul'un elli-altmış öncesinden başlayan acımasız yağmalanmasında insani hırsların, gözü dönmüşlüklerin payı yok mu?
Selden arta kalanları yağmalayanlar da "insanoğlu" değil mi nitekim?
Taşı toprağı altındır, diye taşına toprağa sarılanlar bir gün gelir böyle bir avuş su toplarlar işte..
Allah İstanbulu başka felaketlerden korusun!
İstanbul'un felaketi tüm ülkenin felaketidir çünkü!
Nicedir konuşulup duran İstanbul depremi yerine, yağmur suları silip süpürdü İstanbulu...
Tabii, bu felaket, ötekinin yerine gelmiş değil, keşke öyle olsaydı, ama öteki de sırasını bekliyor Allah bilir ya...
Bugün İstanbulu "sel almasının" sorumluluğunu yükleyecek birilerini bulabilirisiniz..Belediyeye yüklerin, valiyi taşlarsınız...
Ancak, bilmelisiniz ki, İstanbul'un felaketi bugünün işi değil; ta elli yıl öncesinden ateşlenmiş bir fitilin sonucu bu...
"Taşı, toprağı altın" diyerek, nerdeyse bütün ülkenin "altına hücum" sevkiyle İstanbula koşması, yağmalanan araziler, dere yatağı, uçurum kenarı demeden yapılan evler ve daha neler, neler...
"İstanbullu" kendi felaketinin tohumlarını kendisi ekti.
Yetmişli yılların ortalarında İstanbulda öğrenciyken gördüklerim sadece, balık istifi beledeyi otobüsleri, haftada bir su alan evler değildi İstanbulda....Bunların yanısıra, Türk buluşu "gecekondu" marifetiyle mala mülke konanlardı...
Ben İstanbul'da okurken polis komseri olan amcam İstanbulda çalışıyordu. Amcamın kiracı olarak oturduğu bina nerdeyse bir uçurumun kenarına inşa edilmişti. Öyleydi ama dört katlı apartmandı ve dediğim gibi, burayı işgal edip sonrada apartmana dönüştüren kişi kendi oturduğu gibi kira geliri de elde ediyordu.
Bugün sel felaketinden sonra, fabrika balyalarını, babasından kalmış miras gibi, sırtına alıp götüren "yağmacılara" bakıp da kızanlara şaşıyorum. Oysa, İstanbul'un taşının toprağının yağmalanması karşısında bunun lafı bile edilmez..
İstanbul yağmalanmıştır. Ormanları, dere yatakları, yar kıyıları işgal edilmiştir. Geçmişteki belediyelerin oy avcılığı ile göz yumduğu yağmalamalar, sonunda felaketlerin hazırlayıcısı olmuştur.
Sosyal "bilinç" oluşturmada çok önemli bir yeri olan Medyamızın katkısını da unutmayalım: Daha dün, kanunsuz ve haksız yere inşa edilen binaları yıkmaya giden Belediye ekiplerine karşı savaş verilirken Medyamız nasıl yansıtıyordu: "Evlerinin başlarına yıkılmaması için savaştılar"...
Haksız yere devletin arazisini işgal edeni ya da kanunsuz olarak inşaat yapanı engellemek isteyen belediye ekiplerini işgalci düşman askeri gibi gösterip sonra da "belediye bu işlere niye mani olmuyor" diye söylenmek, ancak bize mahsus bir pişkinliktir.
İstanbul Belediye Başkanı Kadir Topbaş, "sorumlu insanoğludur" demiş..Elbette, bir "insanoğlu" olarak bu söz Sayın Başkanın sorumluluğunu ortadan kaldırmaz. Ancak, İstanbul'un elli-altmış öncesinden başlayan acımasız yağmalanmasında insani hırsların, gözü dönmüşlüklerin payı yok mu?
Selden arta kalanları yağmalayanlar da "insanoğlu" değil mi nitekim?
Taşı toprağı altındır, diye taşına toprağa sarılanlar bir gün gelir böyle bir avuş su toplarlar işte..
Allah İstanbulu başka felaketlerden korusun!
İstanbul'un felaketi tüm ülkenin felaketidir çünkü!