Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

19 Eylül '12

 
Kategori
Deneme
 

Derya Kuzuları -Deniz kazaları

YİNE DALGALANDI GÖNÜL DENİZİM, KAĞITTAN KAYIKLARIMI YÜZDÜREMEDİM,

I. BÖLÜM

Sonbaharın sonunu getirmeye hiç niyetim yok karlarım kaf dağının ardına düşsün. Ben sonbaharın “son” kısmını sonsuzluklara hediye ederken, doğan her güne “bahar” havasıyla başlıyorum. Fiziki bedenimde dört mevsimi yaşarım elbet ama yüreğimde hep baharlar sıralanır. Artık ikinci baharı da uğurladıktan sonra ruhumun mevsimlerinde sayı kavramını da sonsuzluklara bıraktım. Sonsuz olan ben değilim çünkü onların benimle birlikte sonlanmasını istemediğimden belki.

Ah beni beni, yazının başlığına bakanlar su sporları hakkında bir bilgi ya da öneri var mı diye göz atacaklar sonra da yine bir sürü laf salatasıyla doldurmayalım kafamızı diyette değiliz yas diyip bakacaklar. Ben ise bu rahatlıkla desteksiz atıyorum düşüncelerimi. Kimseyi hedef almadan attıkça atıyorum. Sanki bir tür amiral battı oynuyorum kendimce. Ancak öyle isabetler alıyorum ki bazen küçük bir ırmak olup yol bulmaya çalışırken bir rüzgarın savurmasıyla kendimi denizlerin kenarında buluyorum. Deniz; aslı bir tuzlu su içemediğimiz. İçenleri ise yakıp kavuran içtikçe susatan bir su. Âdem âlem ilişkisinde dörtte üçünü istila ettiği halde cansız görünümüyle canlılık kaynağı olan bir su olan mahluk

Madde âleminde canlılığın göstergesi hareket ve ardındaki bereketi düşünerek sahilde geziniyorum. Güneşli bir günün sabahı henüz ses ve ışık kirliliğinin örtmediği duru bir havada derin derin nefes alıyorum. İleride bir kayanın üzerinde bir adam siluet halinde dikkatimi çekiyor. Başlıyorum kendimle “bil bakalım” oynamaya. Yalnızlığın, kafa dengi arkadaşsızlık olduğunu düşünürüm. Yoksa çevremde öyle çok biz yakın arkadaşız diyenlerim var ki. Ama birine gidip sabahın altısında haydi gel birlikte güneşin doğuşunu seyredelim, dalgaları dinleyelim desem, donuk donuk yüzüme bakarak vaktimi öldürmeye kalkar. Önce olur gidelim der, sonra önce bir çay içelim der, sonra ortalık, bulaşık, yalaşık, çatal kaşık gürültüleriyle bomboş kafam sersemleyerek ve güneşi çoktan yakıcı anına bırakarak gezinti yerine üzüntüyle yapılan bir uyum deneyimi yaparım. Bu yüzden yalnızlığımı seviyorum. İstediğim zaman kendimle olmama izin veriyor.

Bil bakalım sorusunu ben kazandım her zamanki gibi. Şu ilerdeki adam sence kaç yaşlarındadır? Yanıtlamak için ihtimallere başvuruyorum. Bir kere 18 yaş altında olma ihtimali olsa da daha az. Çünkü ya okul çağındadır, ya da hayat derdinde. Bunun üzerinde orta yaşı ele alsam bu saatlerde işe gitmek üzere bilmem kaçıncı kıyafet ya da vasıtayı düşünmekte olur. Bu adam olsa olsa emekli, günlük hayatı sırtından atmış, taşın tepesinde, saatin beşinde burada değil işinde olurdu.

Sana ne canım elin adamından? Ama bil bakalım oynuyorum. Yanıtı boş bırakamam. O tarafa doğru yürüyorum. Elinde olta olan kim olursa olsun mutlaka ona takılan bir şey olur. Bunu oltacılar çok iyi bilir. Bu nedenle bir pabuç bile çıksa denizden babam çıksa yerim derlerJ

Balıkçılıkta hiç unutmadığım nükteler vardır. Örneğin olta tarifinde; “Bir ucunda balık, bir ucunda alık duran şeye olta denir”

Eyvah bu gülücük işaretleri yazı sonlarına eklenmeye başladı mı, ya ben sululaşmışımdır, ya da ifade yetersizliğimden okuyana burada gülünecek uyarısıyla acizliğimi belirtmişimdir. En iyisi konuyu her ne kadar seçme saçmalarımla dağıttıysam da bu kadar dağınıklıktan sıkılır elbet herkes. Ben en iyisi bu yazının devamını bir başka tarz ile getireyim. Belki dizilerin uzun sürmelerinin sırrı kısa kesilmelerinden dolayıdır

  

 
Toplam blog
: 165
: 856
Kayıt tarihi
: 17.10.07
 
 

Edebiyet fakültesi  mezunuyum. Öğrenmenin yaşı yoktur diyerek çeşitli kurslardan da el sanatları ..