Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Eylül '07

 
Kategori
Anılar
 

Devamı olan öyküler. Isparta zincidere yolu...

Devamı olan öyküler. Isparta zincidere yolu...
 

Kırkıncı Piyade Alayı Isparta’nın Eğirdir istikametinde yol üzerinde sağda Aliköy ve Hacılar Köyleri ile sınır halinde geniş bir alanda kuruludur. Konum itibari ile şehir merkezine sekiz kilometre kadar uzaklıktadır. Bin dokuz yüz seksen dört yılının soğuk bir mart gecesinde İsparta kırkıncı piyade alayının acemi koğuşlarından birine gece yarısına yakın giren nöbetçi, ranzaların arasında mırıltı halinde seksen yedi no yu mırıldanarak koğuşun ağır ve kesif havasını delerek ilerliyordu. Seksen yedi numaralı ranzanın sahibi, orada misafir olduğunu bilen Erkan her gece yarattığı vizyonların içinde yolculuk yapıyordu.

Nöbetçi, doğru numaranın önünde olduğundan emin oldu, eliyle ranzasında uzanmış, ama uyumamış Erkan’ın omzuna dokundu.
- Hemşerim, kalk, kalk bi hele.
- Ne var, ne oldu? Diye sordu, yerinden doğrulmadan sadece kafasını çeviren Erkan.
- Kalk bi hele, nizamiyede ziyaretçilerin mi ne varmış. Seni beklerler.
- Ne ziyaretçisi gecenin yarısında?
- Ben bilmem, nöbetçi subayım tez sana haber vermemi istedi.
- Tamam, beş dakika izin ver.
- İstersen üstünü tam giyin, havada biraz soğuk gibi.
- Anladım diyerek tebessüm etti Erkan, bir yandan da giyinmeye başlamıştı.
- Hemşerim sana bir şey soracağım?
- Sor, ama giyinmem de lazım biliyorsun.
- Neyse, şimdi yanlış anlarsın. Neler olduğunu biliyor gibisin. Hiç telaşlanmadın, sen hep böyle sakin misin?
- Sen daha telaşlı görünüyorsun. Nerelisin sen?
- Tekirdağ, Muratlı.
- Muratlı’da akrabalarımız vardı ama ben hiç gidemedim. Askerlik sonrası mutlaka gitmek istiyorum.
- Kimlerdenmiş, göçmen misin sen?
- Göçmen olan annem babam, ben Türkiye doğumluyum.
- Hemşerim, sen ne yaptın? Komutanım, gelenlerin ilk kez bu kadar kalabalık geldiğini söylüyorlar.
- Sevdim hemşerim, senden birazcık daha fazla veya az sevdim bu memleketi o kadar.
- Hadi canım, memleket sevmeyle gelirler mi bu şekilde?
- Bak, seni anlıyorum. Benim için telaşlanma sen. Gelecekleri belliydi sadece gün ve saatleri belli değildi.
- Bölük komutanım de senden hep iyi şekilde söz ediyormuş, hiç diğerlerine benzemiyorsun.
- Kimlere? Bu arada lafa tutmaya devam edersen, ziyaretçilerimizi bekleteceğiz.
- Beklesinler, gece vakti olur mu yaptıkları? Gündüzlerin suyu mu çıkmış?
Sadece tebessüm etti Erkan. O dünyada gece her şeyi örterdi, korkuları, yalnızlıkları, suçları.
- Gece yapılan şey koymaz insana, sevişmeler bile gecelerde değil mi?
- Hemşerim ya, bu vakitte bile dalgadasın derken gevrek gevrek güldü.

Hiç dalga geçmeyi istemezdi ama o an gerçekti ve onu almaya geldiklerini biliyordu. Belli ki aylarca yıllarca sürecek yeni bir serüven daha başlıyordu. Nöbetçi biraz telaşlanarak hadi hemşerim dediğinde Erkan da çoktan botlarını giymiş ve yolculuğa hazırdı.

Koğuş çıkışında kapının açılması ile birlikte mart ayazı kapıdan içeriye ve oradan bütün koğuşa dolmuştu. Hafifçe mırıltıların, sayıklamaların yükseldiği koğuşa son bir kez dönüp baktı. Oraya geldiğinden bu yana geçen yaklaşık sekiz hafta göz açıp kapayıncaya kadar geçmişti. Nizamiye kapısından ilk girdiği günü, askerlik kıyafetlerini ilk giyişini hatırlayıp güldü. Uzun ve yapılı fiziği, eğitimi ve duruşu nedeniyle onu hemen çavuş talimgahına almışlardı. Seksen birlik havan çavuş talimgah taburu ona orada geçirdiği ilk üç hafta ev sahipliği yapmıştı. Bir akşamüzeri gelen haberle o artık çavuş talimgah taburundan alınmış, kırkıncı piyade alayının Mehmetleri arasına aktarılmıştı. Diğerlerinden farkı ona hiç nöbet çıkmıyordu. Herkes buna şaşırsa da onun sessiz sakinliğinden ürkerek bir şey soramıyorlardı.

Koğuşlarla nizamiye arasındaki oldukça uzun sayılabilecek yolu sessizce ilerleyerek geçtiler. Nöbetçi içinde belli etmediği tedirginlikle onu göz ucuyla kesiyordu. Emin olduğunu düşündüğü şey doğruydu. Nöbetçi bıraksa bile onun o boşlukta o an gitmek isteyebileceği bir başka yer de yoktu zaten.

Görevine gösterdiği titizlik ve Erkan’ın yumuşak başlı itaati onu rahatlatmıştı. Bir Tekirdağ türküsü kendisinin bile zor duyduğu alçak bir sesle dudaklarından döküldü.

“Aman dayler yol verin a beyler
Ben sılama varayım
Sılam yeşil yaprak açmış
A ben nasıl dayanırım”

Nizamiye’nin ışıkları göründüğünde Erkan, Isparta’ya gelirken uğurlanışını hatırladı. Anne, baba ve birkaç kardeş ve arkadaştan oluşan uğurlamacılar hala askere gittiğine inanamadıkları Erkan’ın arkasından bakarken otobüs şehrin güzel terminal ışıklarını çoktan arkada bırakmıştı. Annesini onu sıkıca göğsüne bastırdığı geldi aklına. Son dört yıldır o kadar az görmüşlerdi ki onu. Gördükleri koşullarda onlar için olabilecek en zor koşullardı.

Her hafta pazartesi görüş gününde Dutlukırı askeri cezaevinin arada bir metre boşluk ve camlarda oluşan görüş kabinlerinin ardında giderilmeye çalışılan hasretler henüz unutulmamıştı. Annesinin, kardeşlerini ve abisinin sevgiyle dolu kalpleri bile o kabinleri aşmakta zorlanır, tebessümler olarak akardı. Her hafta, ne olur! Ayda bir gel, gerek yok, yorma kendini dese de annesi her pazartesi sabahın en erken saatinde cezaevi kulelerinin altındaki kapının önünde belirirdi.

Nizamiyenin önünde bekleyenlerden biri sigarasından derin bir nefes çektikten sonra nöbetçiye
- Bu mu? Dedi
- Evet dedi nöbetçi, soğuk ve tok bir sesle, hemşerisini kollayarak

Sigarasını yere atan adam alışkanlığının getirdiği bir hamleyle Erkan’ın dirseğinin biraz üzerinden sol eliyle kavrayarak kapıya doğru yöneltti.

- Hop, hemşerim kendisi girer içeri dedi nöbetçi,
- Tamam dedi yine alışkanlıkla adam.

Avı yakalamış, avucuna almış olmanın sabırsızlığı ile hemen oracıkta avıyla yakın teması nöbetçi tarafından engellenmişti. Erkan çok soğukkanlı vücut diliyle adamın elinin temasını savuşturdu, nöbetçiden aldığı destekle ilk karşılaşmanın, ilk savaşın galibi olarak kapıdan içeri girdi.

İçeride dört beş kişiden oluşan, artık siyasi şube polisleri olduğu davranışlarına ve dikliklerine yansıyan ziyaretçilerle karşılaşma anı gelmişti. Omuzlarını kasmadan her birine tek tek baktı. Öyle bir şey hatırlamak ve onları tanımak için değildi. Bu onun ilk karşılaşmalarda uyguladığı güçlerin tartılması anıydı. Karşılaştığı kişiler tam o anda onun için kafalarında bir resim oluşturacaklardı. Bu resim o nasıl olsun isterse öyle oluşuyordu. Sessiz, sakin, soğukkanlı ve telaşsız. Hiç konuşmadan olan şeylerin farkındalığı ve tekrarın getirdiği alışkanlıkla, şeklen eski dostların karşılaşması. Kucaklaşması olmayan seremoni hemen oracıkta askerlerin önünde bitmiş ve gerçek hayat kendini göstermeye başlamıştı.
Hemen gitme isteğiyle belgeler çabucak imzalandı. Nöbetçi subay Erkan’a

- Nereye gittiğini biliyor musun? Dedi sıcak ama aldırmaz bir ses tonuyla
- Nereye gittiğimi değil ama neden gittiğimi ve bu beylerin kim olduğunu biliyorum dedi vurguyla Erkan.
- Tamam o zaman dedi ve Erkan’a elini uzattı nöbetçi subay
- Misafirliğim boyunca gösterdiğiniz özen ve yaklaşıma teşekkür ederim dedi Erkan uzanan eli sıkarken.
- Şansın açık olsun evlat dedi nöbetçi subay
- Teşekkür ederim komutanım dedi Erkan, oradan alınsa bile hala askerdi ve kaydı ordudaydı.

Polis ordunun olan şeyler konusunda mecburen titiz davranır ve onlarla çatışmayı göze alamazdı. Hemen oracıkta ne kadar süreceği belli olmayan yolculuklar ve geçireceği zamanların ilk anları için sessizce izleme ve gerekmedikçe konuşmama kararı aldığında gruptan iki polis iki yanında hafifçe dirseklerinin üzerinden kavrayarak polis aracına doğru yürüdüler.

Aracın arkasına iki yanına polis gelecek şekilde oturdu. Araç Isparta yönüne doğru hareket ettiğinde gözlerinin bağlanmamasını, askerden alınmasına ve gerçek sürecin henüz başlamamış olduğuna kanaat getirdi. Sessiz Isparta ayazını bıçak gibi kesen otomobil şehre doğru ilerlerken sessizlikle ilgili kararının araçta da oluşması onu memnun etti, gözlerini kapadı, uzak bir zamanda bilmediği bir şehirde büyük bir kapının önünde gördü kendisini, serbest bırakılıyordu. Sürecin sonundaki resmi görmüştü, sürenin uzun olmayacağına olan inancını bir kez daha yineledi.

Kaçınılmaz olan, eksik kalmış şeyler bir kez daha yaşanıyordu. Araçtaki dört kişi ile o anda orada ortak bir deneyimin içinde olduklarını bir kez daha anladı. Onlara hiç kızmamıştı zaten hem o kimseye kızmazdı ki! Öfkelendiği, sinirlendiği zamanlar hemen oracıkta yükselttiği ses çok kısa bir süre sonra sukunete dönüşür ve o andan adeta sıkılırdı.

Araç inzibat merkezinin önünde durduğunda sokaklar soğuğa teslim olmuştu, o kadar tenhaydı ki sokak lambalarının ışığına eşlik eden birkaç evden ancak ışık sızıyordu. Girişte imzalanan belgelerden sonra hiç konuşmadan binanın arka tarafında yer alan iki metreye dört metre nezarethanenin tek karyolasının üzerinde çift kat asker battaniyesi ve temiz ama yeni olmayan çarşaflar duruyordu.

Üzerindeki kabanı çıkarıp kapı arkasındaki askıya astı. Geceyle birlikte yeni bir dönem de başlamıştı.. Hesaplaşma henüz bitmemişti.

Ekrem Pehlivan
www.kamca.org

 
Toplam blog
: 202
: 994
Kayıt tarihi
: 29.06.07
 
 

Sosyal medya danışmanı, grafik tasarımcı.  ..