Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

27 Ekim '10

 
Kategori
Felsefe
 

Devlet defet!

Bana göre ilginç bir sorudur: Neden imparatorlukların yıkılmasından sonra toplumlar ulus devlet yapısı içinde örgütlenmişlerdir de başka devlet-toplum modelleri oluşmamıştır.

İmparatorluklar döneminin bitmesiyle birlikte ulus devletler dönemi başlıyor. Bu dönüşüm Marksizme göre üretim güçleri ile üretim ilişkilerininin, ilkinin öncelik taşımasıyla birlikte karşılıklı etkilemesi olarak çıkan üretim tarzlarının diyalektik materyalizmin ilkeleri doğrultusunda değişime uğramasıyla şekilleniyor. Marksizmde bu teoriye de tarihsel materyalizm deniyor.

Marksizme karşı kapitalizm savunusu genellikle, pozitivist bir genel ilerleme anlayışının dışında, tarihsel süreklilik önermez. Ki bu ilerlemecilik perspektifi içine Marksizm de girer. Çünkü bu perspektif her iki görüşün de tarihsel köklerinde yatan aydınlanmacılığın bi ilkesidir. Kapitalisteler göre, kapitalizm insan doğasına en uygun sistemdir. Ekonominin temeli, ihtiyaçların sonsuz., ama kaynakların kıt olduğu özdeyişiyle dile getirilir. Bu nedenle, insanlar rekabete sokularak ekonominin bir girdisi olur ve rantabilite ilkesi ile üretir, ürettiğine de katma değer der. Oysa Marksizm bu katma değere artık değer der ve kapitalist ekonomik sirkülasyon içinde emeğin sömürüsü olarak görür.

Tabi ister kapitalizm olsun isterse onun eleştirmeni marksizm olsun aynı entellektüel kökenlere dayanır. Bunlar batı aydınlanma hareketinin üzerinde yükselir. Kapitalizmin kökeninde mesela Adam Smith öne çıkar. Onu söylediğimizde aklımıza gelen kavram ise liberalizmdir. Liberalizm denince, akla başka çok öncelikli düşünürler gelir. Mesela ta Locka'a kadar gider. Onun da doğum tarihi 1632'dir. Ki onun da yine beslendiği başka kaynaklar vardır. Velhasıl, o dönemlerdeki tüm düşünürler bir şekilde bu entellektüel geçmişe katkıda bulunmuşlardır. Bu entellektüel birikim kendini devletin tarihsel süreci ve ekonomi politiği bakımından kendisini kapitazilm olarak göstermiştir. Felsefi liberalizm, yani hak, hukuk, özgürleşme, bireyleşme, dinden, Kilise'den, aristokrasiden kurtuluş süreci olarak ekonomide kendini kapitalizm olarak ya da ekonomik liberalizim, daha sonraları vahşi kapitalizm, neo liberalizm, şimdilerde bizim ülkede, islami liberalizm olarak, göstermiştir. Batı aydınlanmasını bireyleşme, özgürleşme ilkeleri ekonomide de serbest teşebbüsü doğurmuştur. Her birey kendi çıkarı peşinde koşarsa, bu genelde toplumun çıkarına olacaktır ilkesi ile kapitalizm bir kaç yüzyıldır hakimdir. Birey kendi karının maksimizasyonu için elinden geleni yapmıştır. E tabi, artık dünyanın içine ettiğine göre bunun da sonunun gelmesi gerekiyor. Çünkü karın maksizimizasyonu, önüne gelen her şeyi materyalistleştiriyor.*** Doğayı, çevreyi, insanı, değerleri her şeyi önüne katıyor, kaynakları geri döndürülemez bir şekilde kullanarak her şeyi yok ediyor. Şimdilerde bunu engellemek için sürdürülebilir kalkınma gibi kavramlar üretiliyor. Ancak bunlar, sistem için kavramlar olduğu için, bir faydaları olması mümkün değil. Bu şekilde kapitalizmin gelişme modeli, Marx'ın dediği gibi, kendisini, kendi kuyusunu kazan mezarcı konumuna sokuyor.

Marksizmde temel perspektiflerden biri altyapının üstyapıyı belirlediğidir. Sonraki marksist düşünürler bunu eleştirmişler ve üstyapının altayapıya kayıtsız kalmadığını söylemişlerdir. Bir şekilde ikisi de karşılıklı ilişki içindedir.

Yani, altyapı üstyapıyı belirler dendiğinde, üretim güçlerinin üretim ilişkilerini belirlediği anlaşılır. Burada esas olan üretim güçleridir. Mesela, sanayi devrimi olmadan önce, tarımsal üretime dayalı toplumların yapısı ile, sanayi devrimi olduktan sonraki toplumların yapısı ve üretim ilişkileri niteliksel farklılıklar taşıyor. Marksizme göre bu nedenle toplumlar ilk önce ilkel kömünal dönemi yaşamışlardır üretim tarzları zamanla devrimsel dönüşümlerle yıkılmış ve yerine yenileri gelmiştir. Bu tarihsel süreçte en son kapitalizm oluşmuştur. Bugün hala biz geç kapitalizmi yaşamaktayız.

Altyapı üstyapı ilişkisini, ekonomi ve kültür ilişkisi olarak da okuyabiliriz. Ekonomik güçler üretim ilişkilerini yani toplumsal yapıyı belirlediğine göre, kültürde buradan çıktığına göre, kültürel yapı ekonominin sonucudur, ama aynı zamanda onun pekiştirici nedenidir. Tekerlek misali yani, ya da 69 ilişkisi gibi.

Bu yapısal ilişkilerde dini ve milliyeti nereye koyacağız? Blogun en başındaki soru bu. Bu sorunun cevabı önemli ama, bunun üzerine düşünmüyoruz şu anda. Sonuç olarak, imparatorluk sistemi altındaki üretim biçimi yakılmış ve kapitalizm gelişmeye başladığında yeni topluluklar ortak aidiyeti, ortak birlik yapıştırıcısını din ve milliyet olarak seçmişler. Yani öyle şekillenmiş. Bu da aslında doğal görünüyor. Ulaşımın çok zor olduğu koşullarda topluluklar bir kan bağı ile bir birlik oluşturuyorlar ve kendilerini diğer topluluklardan yabancılaştırıyorlar. Bu nedenle, bu tür birliklerin aidiyet duygularını, birlik duygularını pekiştirecek en önemli yapıştıcırı milliyettir. Din zaten o zaman için de japon yapıştırıcısı gibi. En kuvvetli aidiyetlerden biri.

Dogmatizmi, yani dinleri, kana kani, yani milliyetçiliği ve karın maksimizasyonunu, yani kapitalizmi içeren bu tarihsel süreç, dünyayı bir elma kabul edersek, elmanın kurdu olmuşlardır. Halan bu caniliğin içinde boğuşuyoruz. Dincilik, milliyetçilik ve karın maksimizasyonu, kanımızı emiyor?

Marksizmin bir teorik örnek sunduğu gibi, artık bu devletten, bu kapitalizmden kurtulma zamanımız gelmedi mi?

Yeter artık diyecek bir ruh doğmadı mı?

Dinin, milliyetin ve karın maksimizasyonunu olmadığı bir toplum hayatı mümkün değil mi?

Bence mümkün. Bunun tek yolu ise devlet kavramının yıkılmasıdır. Devletin yıkılmasıdır.

Devlet yıkıldığı zaman, karın maksimizasyonun kan kardeşleri olan dincilik, ve milliyetçilik kendine zemin bulamayacaktır.

Devletler, ayakta kalmak için halen bunu en kuvvetli şekilde kullanıyorlar. Dini, milliyeti pohpopluyorlar. İnsanları bu kavramlarla kışkırtıyor ve dolduruşa getiriyorlar. İnsanlar, adam olmalarının, insan olmalarının koşulunun din ve milliyet olduğunu sanıyor. Bunun için kan döküyor.

Peki anladık, devlet yıkılırsa, gerçekten dini milliyeti savunacak kimse kalmaz, bunlar da marjinalleşir ve etkisini yitirir, doğru, ama devlet nasıl yıkılacak ki? diye soralım.

Biraz naif gelebilir ama ben bunun ip uçlarını görüyorum. Günün birinde devletin dışında devletlere meydan okuyacak güçte başka birlikler kurulacak.

Şu an elbette kapitalist bir düzen içindeyiz. Dünyadaki en marksist ya da başka türden anti bir adam bile, kapitalizmin kanıyla besleniyor, çünkü ekonomik sistem o. Ama kapitalizmin şu an İsrafilleri var. Bunlar, dünya çapında kar amacı gütmeden mücadele eden ve birlikler oluşturan gruplar. Bunlardan çok var, adlarını söylememe gerek yok. Önemli olan özüdür. Bu tür dünya çapında kar amacı gütmeden çeşitli alanlarda hizmet veren güçbirliği yapan, insancılılğı temsil eden yapılar zaman içinde çok daha güçlenecekler ve devletlere meydan okuyacaklar ve devletleri yıkacaklar.

Tarihin sonunu kapitalizim olarak ilan eden Fukuyama haklı çıkamayacak, ama bana kalırsa tarihin sonunu ilan eden Marksizm de haklı çıkamayacak, çünkü onların öngördüğü türden bir komünist toplum, son durak olarak mümkün değildir. Ama, devlet yıkılacak bu devletin tutkalları olan dincilik, milliyetçilik ve karın maksimizasyonu da yıkılacak başka dünyalar önümüzde açılacak, sonrasını ise, o çağı yaşayanlar düşünür, gerisi allah kerimdir.

***Orada materyalist kelimesini kullanmamın nedeni bir dil oyunudur. Genelde marksizmdeki ya da felsefedeki materyalizm ile gündelik dildeki materyalist sözü birbirine karıştırılıyor. Bazı felsefe cahilleri, gündelik dildeki materyalizmle felsefedeki metaryalizm aynı olduğunu bile sanabiliyor. Felsefedeki materyalizmin neredeyse bütün bir felsefe tarihinde izi sürülebilir. İdealist felsefe anlayışına karşı bir felsefe anlayışıdır. Ama idealizmin ne olduğunu anlamak için iyi bir felsefe okuru olmak gerekir ki, materyalizmin ne olduğu anlaşılabilsin. Gündelik dildeki materyalizm ise, paracı, pulcu olmayı, bunun gibi maddi değerleri, insani değerlere satan anlamına gelir. Bunun felsefedeki materyalizm ile hiç bir ilgisi yoktur ve tam da materyalizm üzerine yükselen marksizm, bu paracı, pulcu olmanın değersizliğini iddia etmek üzere gelişmiştir.

 
Toplam blog
: 467
: 1012
Kayıt tarihi
: 21.10.07
 
 

Ankara'da yaşıyorum. Çeşitli güncel konularda, zaman zaman "Neden olaya böyle bakılmıyor?" diye düş..