- Kategori
- Siyaset
Devlet yapımız

*Yeniden yapılanmayı başarabildik mi?
Türkiye Cumhuriyeti Devlet'i demokratik yönetim prensiplerine uygun olarak yeniden yapılanmayı başaramamış, temel kurumlarında Osmanlı Devleti'nin yapılanmasını devam ettirmiştir.
Bu olgu demokrasimizin halksız olmasının nedenlerinden biridir.
Devletimizin kademelerine en yukarıdan başlayıp aşağıya doğru bakalım.
*Cumhurbaşkanlığı makamı.
Cumhurbaşkanının görev ve yetkileri Anayasa'nın 104'ncü maddesinde belirtilmiştir. Buna göre:
"Cumhurbaşkanı Devletin başıdır. Bu sıfatla Türkiye Cumhuriyeti'ni ve Türk Milleti'nin birliğini temsil eder; Anayasa'nın uygulanmasını, Devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını gözetir."
Maddenin devamında, Devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını "gözetmesi" için Cumhurbaşkanı'nın yasama, yürütme ve yargı alanında "yapacağı görev ve kullanacağı yetkiler" belirtilmektedir. Bu kapsamda;Türkiye Büyük Millet Meclisi seçimlerinin yenilenmesine karar vermek, Başbakan'ı atamak ve istifasını kabul etmek, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin kullanılmasına karar vermek, Üniversite rektörlerini seçmek, Anayasa Mahkemesi üyelerini seçmek gibi görevler sıralanmaktadır.
Anayasaya göre, Cumhurbaşkanı devletin en üst makamıdır. Geniş yetkilerle donatılmıştır, ancak sorumluluğu yoktur. Demokrasilerde yetki ve sorumluluk birbirinden ayrılmayan kavramlardır. Siyasi anlamda yetki kullanıp, sorumluluk üstlenmemek demokrasinin özüyle uyumlu değildir. Demokraside sorumluluğu olmayan makam olmaz.
Cumhurbaşkanı devletin sahibi olarak görülmekte, siyasi mülahazaların üstünde ve tarafsız olması istenmektedir.Bu şekliye Cumhurbaşkanı, Osmanlının son dönemlerindeki, yetkilerinin bir kısmını meclise devretmiş Padişaha benzemektedir. Her hangi bir sorumluluk üstlenmemekte ancak son söz hakkını elinde tutmaktadır.Görünen o ki, saltanatı kaldırdık ama ortaya çıkan boşluktan ürküp, sanki, sadece adını değiştirerek yerine benzer bir makam koymuşuz gibi görünüyor.
Demokrasilerde devlet yönetimiyle ilgili hiç bir faaliyet yargı dışında kalamaz. Bu bağlamda yargı, hem halkın oyuyla yapacağı siyasi yargı, hem de yasalarla belirlenmiş adli ve idari yargıdır. Ülkemizde Cumhurbaşkanlığı makamı her türlü yargı denetimi dışındadır. Hiç bir makama ve kişiye böyle bir imtiyaz verilemez.
Mevcut düzenleme, Cumhuriyetin ilk döneminde, ATATÜRK 'ü günlük politik tartışmaların dışında tutarak yıpranmasına engel olmak ve siyasal sistemin bütünü üzerinde nazım bir rol oynamasını sağlamak için yapılmıştır. Geçici ve istisnai bir durum olarak kabul edilmeli ve ATATÜRK' ün vefatıyla birlikte sonlandırılmalıydı.
Cumhurbaşkanlığı seçimi ülkemizde hep sorunlu olmuştur. 1961 Anayasasındaki nitelikli çoğunluk şartı, seçimin çok uzamasına ve sonuçsuz kalmasına neden olabilmiştir. Örneğin; 7nci Cumhurbaşkanını seçmek için 1980 yılının Mart ayında başlayan süreç, 11 Eylül 1980 günü yapılan 124ncü tur oylamayla başarısızlıkla bitmiştir. Ertesi gün 12 Eylül darbesi olmuştur. Olmasaydı herhalde seçim turu rekor denemeleri sürecekti.
Cumhurbaşkanlığı seçim sürecinin hep tartışma konusu olmasının iki nedeni vardır. Birincisi, siyasi uzlaşı kültürümüzün olmamasıdır. Türkiye'de uzlaşı gerektirdiği için, her hangi bir siyasi makama nitelikli çoğunlukla seçim yapmak mümkün değildir.
İkincisi, sistemin kendisidir. Siyasi partilerden, meclisten, siyaset üstü ve tarafsız bir Cumhurbaşkanı seçmeleri istenmekteydi. Bu beklenti eşyanın tabiatına aykırıdır. Her siyasi partinin, bu kadar geniş yetkilerle donatılmış, sistemin bütününü gözetmekle görevli ve sorumluluğu hiç olmayan böyle bir makama kendi siyasi görüşüne uygun birini seçtirmek istemesinden daha doğal ne olabilirdi ki.
Cumhurbaşkanının meclis tarafından seçilmesinde karşılaşılan güçlüklerden dolayı 2012 yılında seçim sistemi değiştirilmiş, (19/01/2012 tarihli, 6271 No.lu kanun) halkın seçmesi esası getirilmiştir. Yeni düzenleme soruna çare değil, sorunu büyütücü niteliktedir.
Bu konu bir sistem sorunu olup böyle parça, parça düzenlemelerle çözülemeyecek kadar karmaşıktır. Sistemin bütünü yeniden ele alınmalıdır.
Yeni sisteme göre; Cumhurbaşkanı adayları 20 milletvekilinin oyuyla aday gösterileceklerdir. Yani partiler aday gösterecektir. Partinin aday gösterdiği kişi seçildiğinde nasıl partiler üstü olacaktır. Seçim propagandalarını partiler mi, adaylar kendileri mi organize edeceklerdir? Propagandalarında adaylar ne söyleyeceklerdir? Tarafsız görev yapacaklarını mı? Partiler üstü kalacaklarını mı? Anayasa Mahkemesi üyelerini ve üniversite rektörlerini hangi esaslar göre seçeceklerini mi?
İktidardaki partinin adayı seçimi kazanamazsa sistem nasıl işleyecektir vb. gibi pek çok soru halen cevapsızdır. Anılan yasa aceleye getirilmiş bir geçmişe tepki yasası gibi görünmektedir.
*Başbakanlık.
Ülkeyi Başbakanlar yönetmektedir. Cumhurbaşkanının geniş yetki ve sorumlukları Başbakanların yürütme görevlerini sınırlayıcı niteliktedir. Siyasi görüşleri farklı iki kişinin bu görevlere gelmesi halinde mevcut sistemin işlemesinde güçlükler ortaya çıkabilecektir.
*Olması gereken.
Devlet en tepeden başlayarak, halktan yetki alma ve halka karşı, alınan yetkiyle orantılı olarak sorumlu olma esasına göre yeniden yapılandırılmalıdır. Devleti temsil eden ve gözeten sorumsuz bir Cumhurbaşkanlığı makamı ve halkı temsil eden bir Başbakandan oluşan mevcut üst yapı demokratik değildir. Demokratik olmadığı için işlevsel de değildir.
Bu iki makam birleştirilerek, adına ne dersek diyelim, tek ele indirilmelidir. Sistemin tüm bileşenleri buna göre yeniden düzenlenmelidir.
Vermemiz gereken temel karar, ilave bir "gözetene" ihtiyacımız olup olmadığıdır. Demokrasi prensiplerinden yola çıkarsak,olmadığını kabul etmemiz gerekir. Bu kararı verdikten sonra; Cumhurbaşkanlığının mevcut yetkilerinin hangi organlar tarafından yürütüleceği konusundaki düzenlemeler, demokrasinin esaslarına sadık kalınarak yapılabilir.
Örneklemeler yaparsak;
Başbakanı Cumhurbaşkanının ataması zaten demokratik değildir. Başbakanlık yetkisi seçimi kazanan kişiye yargı tarafından millet adına teslim edilmelidir. İstifasının kabul edilmesi için de ayrı bir onay makamı gerekmez. Başbakan istifa etmek isterse, "istifa ettim" der, olur biter.
Silahlı Kuvvetleri kullanma yetkisi tartışmasız olarak mecliste olmalıdır. Karar için nitelikli çoğunluk şartı getirilmesinin uygun olacağını düşünürüm.
Üniversiteler kendi rektörlerini seçebilirler. Kendi rektörünü seçemeyeceğini düşündüğümüz bir üniversiteye ülkenin geleceği gençleri nasıl emanet ederiz? Cumhurbaşkanı veya başka bir makam neye dayanarak rektör seçer ki? Demokrasilerde bunu anlamak da anlatmak da mümkün değildir.
Halen Cumhurbaşkanının seçtiği Anayasa Mahkemesi ve diğer yüksek yargı kurumlarının üyelerinin seçiminde yargının kendisi öncelikle söz sahibi olmalıdır. Bu kurumlardan mümkün olanlara, Anayasa Mahkemesi ve Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu gibi, meslek dışından belirli sayıda üye katılması, farklı görüşleri kurullara yansıtarak olası mesleki ön yargıların (meslek körlüğünün) törpülenmesini sağlar. Bu üyelerin seçimlerini nitelikli çoğunlukla, meclis yapmalıdır.
Demokrasiden korkmazsak her şeyin çözümünü buluruz. Demokrasi çare bulma sanatıdır. Demokrat olursak kendimize güveniriz. Kendimize güvenirsek çözüm üretiriz. İkircikli olursak, sorunları çözmeye çalışırken güvensizlikten ve korkudan yeni sorunlar üretiriz.
Çözüm aramaya başlamak için önce bu günkü yapının demokratik ve işler olmadığı konusunda hem fikir olmalıyız. Sonrası kendiliğinden gelir. Yeter ki demokratik esaslardan ve prensiplerden ayrılmayalım.
*İllerin ve ilçelerin yönetimi.
Yönetim şekli ve yetkiler açısından il ve ilçe yönetimleri Osmanlıdan aldığımız şekilde sürmektedir. Valiler ve kaymakamlar en yüksek mülki amir olarak soyut devleti temsil etmektedir. Belediye Başkanları ise halkın görevlisi olarak halkın günlük yaşamıyla ilgili faaliyetleri yürütmektedirler.
Protokolde Vali birinci sırada, Belediye Başkanı dördüncü sıradır. Siyasi hayatın vazgeçilmez unsuru olan siyasi partilerin protokolde yeri yok gibidir. Protokol listesi onlardan adeta vazgeçmiştir. 27 kişilik listede kendilerine 15nci sırada yer bulabilmişlerdir. İllerin ve ilçelerin yönetiminde, mevcut sistemde, yerel temsil ve katılım yok denecek kadar azdır. Yerel yönetimler halksız demokrasi denemesiyle tam uyum içinde ve halksız yönetimlerdir.
Vali ve kaymakamlar genellikle emniyet kökenli bürokratlar arasından atanmaktadır. Ülke yönetimine bakış açımız halen sosyal, hukuksal veya ekonomi ağırlıklı değil, güvenlik ağırlıklıdır. Bu zihniyet başka bir ülkeyi işgal altında tutan ve halkın her fırsatta isyan ettiği imparatorluklar için doğruydu. Türkiye işgal altında bir ülke değildir.
Güvenlik ağırlıklı yönetici atamalarının bu düşünceyle yapılmadığını elbette biliyorum. Demokratik anlayışımızın gelişmemesi demokratik ve işler olmayan yapıların sürmesine yol açmaktadır. Bu anlayış ve yapılanmalar, devlet sanki kendi vatandaşına güvenmiyor ve onu sürekli kontrol altında tutmak istiyormuş gibi, yönetenlerin de yönetilenlerin de akıllarından geçmeyen bir uygulamanın sürüp gitmesine yol açmaktadır.
Halka, kendi yönetimi üzerinde pek fazla söz hakkı vermeyen mevcut yapılanmalar halkın yönetime katılma arzusunu teşvik edici değil, caydırıcıdır.
Merkezi ve yerel yönetimlerin işlevleri, yetki ve sorumlulukları yeniden düzenlendikten sonra, Vali/Kaymakam ve Belediye Başkanlığı makamları birleştirilerek, il ve ilçeler seçimle gelen tek yönetici tarafından yönetilmelidir.
*Merkezi-yerel yönetimler.
Mevcut sistemde merkezi ve yerel yönetimlerin yetki ve sorumlulukları demokratik yönetim prensipleriyle uyumlu değildir. Devletin kaynakları ve yönetim yetkisi merkezde toplanmıştır. Yerel yönetimler yetkisiz, cılız ve sönüktür.
Bu alanda alınması gereken stratejik kararlar vardır. Temel karar devletin yönetim felsefesiyle ilgilidir. Hangi yetki nerede olacaktır?
*Avrupa Konseyi Yerel Yönetimler Özerklik Şartı.
Yerel yönetimler, tarih boyunca, batılı ülkeler tarafından sürekli olarak geliştirilmesi ve özerk kılınması gereken halka en yakın kuruluşlar olarak görülmüşlerdir. Ülkelerin idari yapıları dünyadaki değişim paralelinde sürekli gözden geçirilmiş ve geliştirilmiştir. Avrupa birliğindeki temel yaklaşım yerel yönetimleri ülke yönetiminin temel taşı haline getirmektir.
Avrupa Konseyi tarafından 15 Ekim 1985 tarihinde imzaya açılan ve 1988 tarihinde yürürlüğe giren Avrupa Konseyi Yerel Yönetimler Özerklik Şartı,Türkiye dahil 45 ülkenin 42 si tarafından onaylanmıştır.
Onay aşamasında Türkiye'nin bazı konularda çekinceleri olmuştur.
Anılan prensiplerin ülkemiz için de iyi bir rehber olabileceğini düşünüyorum. Yerel yönetimlerin güçlendirilmesi demokrasimizin "halklı demokrasiye" dönüşmesine önemli katkı yapacaktır.