Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

11 Şubat '14

 
Kategori
Siyaset
 

Güçler ayrılığı. Güçler birleşmesi. Güçler karmaşası

Güçler ayrılığı. Güçler birleşmesi. Güçler karmaşası
 

*Yönetim prensibi.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin yönetimi güçler ayrılığı prensibine dayanmaktadır. Prensipte yasama, yargı ve yürütme birbirinden bağımsız ve eşittir.

Uygulamada bu prensip kağıt üzerinde kalmaktadır. Yürütmenin ağırlığı fazla, yasama ve yargının etkinliği azdır.

*Yasama ve yürütme.

Yasama yürütmeye bağlı bir organ gibi çalışmaktadır.  Yasama ve yürütme ayrı erkler gibi değil, birleşik tek bir erk gibidir. Yürütme kendisini mevcut kanunlarla bağlı saymamakta, yasaları istediği zaman ve istediği gibi değiştirerek oyunun kurallarını kendisi belirlemektedir.

Bu anlayış aslında bize pek de yabancı değildir. Hüseyin Cahit Yalçın'a atfen Enver Paşayla ilgili bir anekdot nakledilir. Buna göre:

"Galiba, Meclis-i Mebusan'ı lüzumsuz bir makine, boşa dönen bir çark gibi telakki (kabul) ediyordu. Bazı düşüncelerinin kanuna uymadığından bahsedildiği zaman, sakin bir istihfafla (küçümsemeyle) ;

_Kanun yokmuş! Yap kanun, var kanun! dermiş."

Yasama halihazır şekliyle, yürütmenin istediği kanuni düzenlemeleri yaparak yürütmeye hukuki meşruiyet sağlayan bir organ görünümündedir. Yasamanın yürütmeden bağımsız bir siyasi kişiliği, rengi yoktur.

Milletvekili adayları partilerin Genel Başkanları tarafından seçilerek listelere konmaktadır. Bu nedenle seçilenler genellikle halktan kopuktur. Halk zaten çoğu zaman vekilini tanımadan kendisine vekaletini vermektedir. Oylar genel olarak partilere, daha çok Genel Başkanlara verilmektedir. Halkın oy tercihinde partinin programından çok " yaşam tarzı " konusundaki yaklaşımları belirleyicidir.

Partilerin içinde eleştiri ve ortak akıl mekanizmaları çalıştırılmamaktadır. Bütün partilerde herkesin politik geleceği bir kişinin iki dudağı arasındadır.

Mevcut sistem, en gerçekçi tanımla, halksız demokrasidir. Şekli demokrasi olarak da tanımlanabilir. Küçümseme ve hor görme anlamı asla katmaksızın, demokrasiye uygunluğunu sorgulamak amacıyla, "demokrasicilik oyunu" olarak da adlandırılabilir.

Gelin açık ve dürüst olalım. Bu sistemin adı demokrasi değildir. İyidir, kötüdür tartışılabilir ama kesinlikle demokrasi değildir, çünkü halksızdır.

Partilerin milletvekili aday listeleri illerden hazırlanıp genel merkezlere gönderildiğinde demokrasinin ilk adımı atılmış olacaktır.

*Bütçe uygulamaları.

Bütçe görüşmelerinin nasıl yapılacağı Anayasanın 162nci maddesinde açıklanmıştır. Buna göre:

"Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri, Genel Kurulda, kamu idare bütçeleri hakkında düşüncelerini, her bütçenin tümü üzerindeki görüşmeler sırasında açıklarlar; bölümler ve değişiklik önergeleri, üzerinde ayrıca görüşme yapılmaksızın okunur ve oylanır."

"Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri, bütçe kanun tasarılarının Genel  Kurulda görüşülmesi sırasında, gider artırıcı veya gelirleri azaltıcı önerilerde bulunamazlar."

Görüşmelerle ilgili yukarıda belirtilen kısıtlayıcı düzenlemeler, yasamanın bütçe üzerinde söz sahibi olmasını engellemektedir. Bu düzenlemenin bir Anayasa konusu olup olmadığı da ayrı bir tartışma konusudur. Bence  bu düzenleme olsa olsa Meclis İçtüzüğünün konusu olabilir. Mevcut şekliyle değil tabii ki.

Bütçe görüşmeleri fonksiyonel olmadığı için, toplantı yeter sayısını ve maddelerin geçmesini sağlamak üzere nöbetleşe görevlendirilen, asgari sayıda milletvekilinin katılımıyla usulen yapılmaktadır. Fasıllar ve rakamlar hızlıca okunmakta, ne anlama geldiği anlaşılmadan ve hiç irdelenmeden, "kabul edenler", "kabul etmeyenler", "kabul edilmiştir" anonslarıyla görüşmeler tamamlanmaktadır.

Halktan vergi olarak toplanan kaynakların nerelere harcanacağı üzerinde halkın vekillerinin halk adına söz söyleme hakları olmalıdır. Bütçenin her faslı, ne getirip ne götürdüğü, maliyeti ve faydası açısından Mecliste didik didik edilmelidir. Demokrasi, halktan toplanan kaynakların kullanım öncelikleri konusunda halktan yetki almak ve alınan bu yetkiyi halkın gösterdiği doğrultuda kullanmaktır. Meclis bütçesine sahip çıkmalıdır.

Çok partili sisteme geçtiğimizden beri, yürütme, genel prensip olarak devlet bütçesini kendisine oy getireceği alanlara yönlendirmektedir. 1980 yılında Turgut ÖZAL tarafından başlatılan Neo-liberal politikalarla bir ölçüde değişse de, ekonomimiz halen devlet ağırlıklıdır. Bu durum yönetimlere istediklerinde ekonomi biliminin prensiplerinden sapma kolaylığı sağlamaktadır.

Hangi parti iktidarda olursa olsun ekonomimiz ortalama her on senede bir periyodik olarak krize girmektedir. Temel neden, ekonominin çarklarının dışarıdan alınan borç parayla döndürülmesidir. Alınan bu borç,  üretimi artırıcı yatırımlara değil, vatandaşın günlük yaşamını kolaylaştıran  projelere harcanarak israf edilmektedir.

Çok uzun yıllardan beri ülke insanı yaratabildiği ekonomik gücün üzerinde bir hayat standardında yaşamaya heveslendirilmiş ve buna alıştırılmıştır. Halk, katkı yapmadan devletten çok şey isteme alışkanlığını edinmiştir. Çok partili sisteme geçtiğimizde, halk, kendi çıkarına hizmet edecek bir olgunun farkına varmıştır. Oyu karşılığında devlet vasıtasıyla kendisi için daha iyi bir yaşam elde etmek. Eline geçirdiği  oy silahını kendi kısa vadeli çıkarı için kurnazca kullanmaya başlayarak sistemi çarpıtmıştır.

Oy peşindeki politikacılar da bu çarpıtmaya prim vererek katkıda bulunmuşlardır. Örneğin; ürün taban fiyatları seçim propagandalarının konusu olmuş, bir lider, bir ürüne diğer parti ne taban fiyat verirse kendisinin onun beş katını vereceğini deklere etmiştir. Aynı bağlamda benzer rekabetten faydalanarak, çalışan insanlar bu ülkede 17 senede emeklilik hakkı elde etmişlerdir. Ekonomi bilimiyle çelişen bu uygulamalar bazı politikacılara şahsi ikbal sağlamış, o ortamda bundan faydalanan sınırlı sayıdaki  vatandaşı da mutlu etmiş, ancak yanlışlıkların ağır bedelini arkadan gelen nesiller ekonomik krizlerle boğuşarak ödemiştir.

Ülkenin insanının ekonomik gücünün üzerinde bir standartta yaşama arzusu devletin dışarıdan aldığı borçla gerçekleşmektedir. "Cari açık" adı altında esrarlı ve yumuşatılmış bir ekonomik deyimle kamufle edilen bu borcun ödenmesinde güçlükler ortaya çıktığında yönetimler arayışlara girmek zorunda kalmakta, periyodik krizlerin ardından yeni ekonomik programlar gündeme gelmektedir. Bu programlar halka "acı reçete" veya "kemer sıkma programı" olarak takdim edilmektedir.

Halka cari açığın borçlanarak yaşamak anlamına geldiği ve bu borcun bir gün mutlaka kendisi ve/veya evlatları tarafından geri ödeneceği söylenmelidir. Cari açık borçlanmak demektir.Ülkeler ve insanlar kendi ekonomik gücüne uygun standartta bir hayat sürdürmek zorundadır. Borçla sefa sürmenin sonu yoktur.

Kaynakların ekonomi bilimine aykırı şekilde kullanılarak israf edilmesi, ülkede yaşayan insanların sırtına yeni borçlar yüklemek demektir. Bu borçlar bir gün geri ödenecektir. Bundan kaçış yoktur. Son on yılda Türkiye çok fazla borçlanmıştır. Yanılıyor olmayı isterim, ama, maalesef, adına ne dersek diyelim, yeni ekonomik programlar ufukta görünmekte ve hızla yaklaşmaktadırlar. Önümüzdeki on beş-yirmi yıl, toplumun, son on yılda kendi gücüne dayanmadan borçla sürdürdüğü lüks yaşamın diyetini ödeyeceği yıllar olabilir diye endişe ediyorum.

*Yargı.

Yargı 2014 yılı başında Türkiye'de üzerinde en çok tartışılan erktir. Güncel tartışmalar konumuzun kapsamı dışındadır. Yargıya demokrasi penceresinden bakmadan önce birkaç konuyu vurgulamakta fayda olabilir.

Yargı mevcut şekliyle yukarıdan aşağıya tam bir sorunlar yumağıdır. Bu yumağı da ancak kendisi çözebilir.

Yargı demokrasinin temel direklerinden birisidir. Güçsüz yargı güçsüz demokrasi demektir. Yargının varlık nedeni vatandaşların evrensel insan haklarını hukuk devleti ilkeleri içinde korumaktır.

Dünyanın pek çok ülkesinde, yürütmenin yargıyı ayak bağı olarak gördüğü gerçektir. Bu algının kuvveti iktidarların demokratlığıyla ters orantılıdır. Demokrasi içe sindikçe yürütmenin yargıya bakışı olumluya dönecektir. Demokrasinin kuralları bellidir ve evrenseldir.

Yargı yürütmenin tüm faaliyetlerinin yürürlükteki kanunlara uygun olup olmadığını denetlemekle yükümlüdür. Yargı kendisi kanun koyan değildir. Herkesin, başta yürütmenin yasamanın yaptığı kanunlara uygun hareket ettiğini kontrolden sorumludur.

Yargı alanında demokratik olmayan bazı düzenlemeler vardır. Dokunulmazlıklar ve memurların yargılanmasıyla ilgili düzenlemeler bu kapsamdadır.

*Dokunulmazlık kavramı.

Demokrasilerde dokunulmazlık, halkı temsil eden seçilmişlerin yeni ve/veya farklı politik düşüncelerinden dolayı sorumluluk altına girmemesi için geliştirilmiştir. Amaç toplumsal gelişmenin önünü açık tutmaktır.

Gelecek günleri, yılları hatta yüzyılları görebilen insanlar bu ön görüleriyle toplumlara yol gösterirler, onları geliştirirler, ileriye taşırlar. O insanların söylemleri sadece bu günü görebilen sıradan insanlara şaşırtıcı ve kabul edilemez görünür. Susturulmak istenirler. Dokunulmazlık bu susturmaya engel olmak için geliştirilmiştir. Bu tür insanlarını susturan toplumlar, bu günkü seviyelerinde kalırlar, kendi gelişmelerinin önünü tıkadıkları için daha ileri gidemezler.

Düşünme ve düşündüğünü söyleme özgürlüğü insan olarak yaratılmış olmanın otomatik ve doğal sonucudur. İdrak, YARADANIN sadece insana bahşettiği bir lütuftur.

Ülkemizdeki uygulamada dokunulmazlık, seçilmişlere özel hayatları dahil her alanda, kamu görevlilerine ise görevleriyle ilgili konularda kurallara uymamalarını hoş görmek amacıyla getirilmiş gibi görünmektedir. Kamu görevlilerine sağlanan bu imtiyaz, onları, görevlerini yaparken, gerektiğinde, kendilerini kanunlarla bağlı saymamaları için teşvik edici niteliktedir. Memurlar, etraflarına yüksek bir koruma duvarı örüldüğünün farkında oldukları için, kural dışı uygulamalar çekinilir olmaktan hemen hemen çıkmıştır.

Bu anlayış demokrasi için önemli bir tehdittir.

*Kamu görevlilerinin yargılanması.

"Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun" a baktığımızda, her mevki ve makam sahibi kendi memurunu kanuni takibattan koruma hakkına sahiptir. Kanun, memurların ve diğer kamu görevlilerinin nasıl yargılanamayacağını açıklamaktadır.

Demokrasinin ve hukuk devletinin özüne aykırıdır.

1999 tarihinde yürürlüğe giren söz konusu kanunun ( Kanun No. 4483 ) 18nci maddesi şöyledir:

"4 Şubat 1329 tarihli Memurin Muhakematı Hakkında Kanunu Muvakkat yürürlükten kaldırılmıştır."

Osmanlıdan kalan, 1916 tarihli, üstelik de muvakkat-geçici olan bir kanun Cumhuriyet döneminde seksen yıldan fazla yürürlükte kalmıştır. Ancak yeni kanun, eski kanuna göre "memurların muhakematını" daha da zorlaştırmakta, daha koruyucu hükümler ihtiva etmektedir. 1999 tarihli Cumhuriyet kanunu 1916 tarihli Osmanlı kanunundan daha koruyucu ve daha az demokratiktir.

Kanunun tarihi değişmiş, ancak ruhu değişmemiştir. Bu kanunun ruhu imparatorluk ruhudur. İmparatorluklar uzak eyaletlerini merkezden gönderdikleri memurlarıyla yönetirlerdi. Bu memurların yerel soruşturmalardan muaf tutulması o devletlerin doğal işleyiş şekliydi. Bu ruhun günümüzün demokrasi dünyasında artık herhalde yeri yoktur.

Demokrasilerde işlenen ve/veya işlendiği düşünülen her hangi bir suçla ilgili olarak, hiç kimse için, kimseden izin alma şartı olamaz. Milletvekillerinin görevleriyle ilgili dokunulmazlıkları saklı kalmalı, bunun dışındaki tüm dokunulmazlıklar, istisnasız,  hemen kaldırılmalıdır.

 
Toplam blog
: 82
: 1739
Kayıt tarihi
: 04.05.13
 
 

Emekli pilotum. 1950 yılında Polatlı Çekirdeksiz köyünde doğdum. İlkokulu köyde ve Polatlı'da, li..