- Kategori
- Gündelik Yaşam
Din, Mülkiyet ve Devlet
Tarım toplumu, toplumların hiyerarşik bir düzende sosyolojik olarak yeniden şekillenmesini sağladı. Tarım devrimine dek avcılık ve toplayıcılıkla geçinen topluluklar, özel mülkiyet kavramına sahip değildi. Çünkü topluluk, ortak olarak herkes için yetecek kadar ürün topluyor, meydanda yığılan malzemelerden herkes ihtiyacı kadar alıyordu. Üretimde herhangi bir artık söz konusu değildi, çünkü zaten topluluklar avladıklarını ve topladıklarını koruyamıyordu. (meyve ve etler uzun süreli korunmaya uygun değildi, çürüyorlardı), ki zaten herkesin erzağı bittiğinde ava gidildiği için, korumaya gerek de yoktu. Ancak tarım devriminden sonra, insanlar tüketebileceklerinden çok daha fazla ürün elde etmeye başladılar. Üstelik bu, depolanmaya da uygun bir üründü. Dolayısıyla, artık ürün ortaya çıkınca, artığın kime ait olacağı sorusu da ortaya çıkmış oldu. Böylelikle ilkel komünal topluluklar sona erdi, tarlaların etrafı çevrilmeye başlandı, böylece özel mülkiyet doğdu.
Üretim fazlalığı ürünler daha sonraları kullanılmak amacıyla saklanmalıydı. Çünkü daha önce de tecrübe edildiği gibi yaşanan en ufak bir afet kıtlığa neden olabilirdi. Üretim fazlasını koruma görevi belli başlı insanlara verildi. Bu kişiler zamanla dini bir kimlik kazandı. Çünkü toplumun en önemli çıktısını koruyan kişiler bunlardı. Kısa süre sonra yiyeceklerin saklandığı bu depolar tapınak olmaya başladı. Bu tapınaklar dogmatik inanışın merkezi haline geldi. Avcı toplayıcı zamanda insan, kendi emeğinin karşılığını anında alabiliyordu. Ancak tarım toplumunda bireylerin gittikçe kendi emeğine yabancılaştığı görüldü. Çünkü verilen emek somutlaşmıyordu artık; insanlar ürettiklerinin büyük bölümünü tapınak halini almış depolara yolluyorlardı. Ürün fazlalığını koruma ve olası bir savaşa karşı önlem alma ihtiyacı, denetimi ve otoriteyi sıklaştırdı.
Üç büyük dinin de dünyanın eski ticaret merkezlerinin birinde çıkması (Ortadoğu) ve yine ticaret merkezlerinde (Akdeniz) yayılması bu nedenle tesadüf değildi. Dini kimlik kazanmış kişiler ve krallar bulundukları konumu kötüye kullanıp halkı ezmeye başlayınca sıradan halk dine daha çok sarılmaya başladı. Din fakir halk arasında kulaktan kulağa yayıldı. Yeni ortaya çıkmış ve dünyanın kötülüğünü az da olsa hafifleten bu şey fakir halk için bulunmaz bir nimetti. Din adına, yapılan toplantılar ve ayinler onları hem gündelik yaşamın sorunlarından uzaklaştırıyor hem de kendileri gibi olan diğer insanlarla bir arada olma olanağı tanıyordu. Dinlerin ortaya çıktığı ve palazlanmaya başladığı yıllarda insanlar sık sık bir araya geliyordu. Aynı inancı paylaşan insanların gruplaştığı ve bir arada sosyalleştiği bu toplantılar dinin yayılmasına çok önemli bir yere sahipti. Zengin insanlar da bu toplantıların yetkin bir parçasıydı. Çünkü sermaye, para, girişim ve iş o toplantılardaydı.
Dinler, bu dünyada zorlanan, umudu yok olmuş insanlara öteki dünyada mutluluklar bağışlayarak insanları avutuyordu. Din kurumu var oluşundan bu yana her zaman ve her yerde güçlülerin yanında oldu. Yine de bu dünyadan ümitlerini kesmiş ezilmiş, yoksul insanlar, modern köleler onun öbür dünyadaki vaatlerine dört elle sarıldı. Ne var ki tarihte zaman zaman bu oyalama yetmiyor, ara sıra da olsa canlarına boğazlarına geldiğinde başkaldırıyorlardı.
İnsanların ancak kendi yaşamlarını sürdürebilecek kadar üretebildikleri eskiçağlarda kölelik yoktu. Zamanla üretimde kullandıkları araçlar geliştikçe tüketebileceklerinden daha fazla üretmeye başladılar. Kölelik, üretim araçlarının gelişmesi be böylelikle emeğin verimliliğinin artması sonucu, insanların tükettiklerinden fazlasını üretmeye başlamasıyla ortaya çıktı. Güçlüler, savaş tutsaklarını öldürmek yerine kendileri için çalıştırmaya başladılar ve onların ürettikleri fazla ürüne el koydular. Kölelik, eskiçağlardan 19. yüzyıla kadar süren uzun bir tarih boyunca çeşitli biçimlerde var olmuştu. Savaşta tutsak edilmek, bir suç nedeniyle cezalandırılmak, borcunu ödeyememek ya da köle ana babadan dünyaya gelmek, köle olmanın çeşitli biçimlerindendi.
Devlet, kölelik düzeninde, kölelerin sayıca artması sonucu zorunlu bir baskı organizasyonu olarak belirdi. Atina Kent-devleti nüfusunun dörtte üçüne yakın bölümü köle idi. Bu köleleri çalıştırabilmek için güçlü bir örgütün baskısı gerekiyordu. Köle sahipleri örgütlenerek devlet kurumunu ortaya koydular. Bu kurum yasalar ve silahlı müfreze ile donatıldı. Devlet siyasal bir birlikti, insanlığın en büyük ve önemli organizasyonu idi. Toplumu düzenleyen en önemli üst yapısı idi din de toplumu ve bireyi düzenleyen araçlardan biriydi. Batı dinin devleti düzenlemesini laiklik ilkesi birkaç yüz yıl önce terk etti, bunu başaramayan toplumlar ise ortaçağın derinliklerinde, dehlizlerinde kaldı.