Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

30 Temmuz '13

 
Kategori
Siyaset
 

Dine mi uymalı dincilere mi?

Dine mi uymalı dincilere mi?
 

Çocuklarımızın geleceğine bir bakalım...(Alıntı)


Din ne sahiden? Bir dine mensup olmanın ne anlamı var?

Takım taraftarlığı gibi bir şey mi? Ortaklaşa paylaşılan ve başka dinlerin taraftarlarına karşı yürütülen bir mücadele mi, din?

Peki “şeriat” ne?

Dinin anlamına bakınca “Dünya ve ahiret hayatında insanlığı mutluluğa götüren kurallar” gibi ezbere bir anlamdan bahsederiz genellikle.

Bütün dinler aynı mı? Meselâ semavî dinler? Hayır.

Aslında Hıristiyanlık, yeni bir tür Musevilik yorumu olduğunu kanaatini yerleştirerek bir Yudeo-Kristiyanik toplum veya dünya yaratmaya çalışıyor. Evanjelistler bunun en bariz örneği.

Ya islâmiyet?

İslâmiyet bu iki dinden de bütün Musevi özentisi yorum ve tevatüre rağmen iki noktada kesinlikle ayrılıyor: Bireysellik(özgürlük) ve akıl.  Bu noktalar o kadar bariz ki hiçbir dinler arası diyalog teviliyle ortadan kaldırılması mümkün değil.

İslâmiyet’e kadarki bütün dinlerde, dine  giriş, cemaatin ve  ruhbanın şahadeti ile gerçekleştirilmiştir. İslâmiyet bunu ortadan kesinlikle kaldırmıştır. Bu noktanın tartışılabilir hiçbir yönü yok. Uçağa bindiğinizde Hristiyan’ken indiğinizde Müslüman olmuş olabilirsiniz. Bunu ne uçuş ekibine ne diğer Müslüman’lara ne de herhangi bir ulemaya/imama ibraz etmeniz gerekir.

Oysa Hristiyan ve hele Musevi olmak kesinlikle bir cemaatin ve ruhbanın şahadetine kabulüne bağlıdır. Musevi olmak için bir “kelime-i şahadet benzeri” cümle söyleyip inanmanız yetmez meselâ. Ruhban önünde sınava girersiniz. Hıristiyanlıkta insanların gözü önünde vaftiz edilmeli ve bireyselliğinizi cemaatin ve ruhbanın ellerine teslim etmelisiniz.

İyi de ben hangi dinden bahsediyorum? Hangimiz benim bahsettiğim gibi bir İslâmiyet gördü, dünyada?

Hangimiz her işin ulemaya danışılmadan her müminin kendi aklınca tartıldığı, dünya işlerinin insan aklına dayalı beşeri hukukla halledildiği, insanların imanlarını kurtarmak için cemaatlere, tarikatlere kapılmadığı/kapılanmadığı, Müslümanlıklarının anlaşılması için herkesin ama en başta kendi cemaatlerinin şahadetine  muhtaç olmadığı bir İslâm ülkesi gördük?

Eskiden Türkiye böyleydi, artık değildir.

Hz. Muhammet, kendisinden önce  gelen dinlerin insan iradesine tasallut eden, insan aklını susturan bütün yönlerini reddeden yepyeni bir inanç getirdi. İslâm’ın itikat açısından pek bir yeniliği yok. Tek Tanrı inancı cahiliye döneminde bile var… Ama Tanrı önünde ayrımsızlık ve eşitlik gibi son derece  kökten bir değişiklikle ilk defa dini, bireylerin kendi akıllarına ve vicdanlarına  teslim ediyordu.

Kendine sorulan sorulara kendi aklınca cevap vermiyor; ayet nazil olursa cevap veriyor, inmiyorsa söylediklerinin “şahsi kanaati” olup olmadığı sorgulanarak cevap veriyordu.

Peki  Hz. Peygamber’in, hakkında düşünerek konuştuğu, şahsî kanaatlerinin ayet muamelesi görmemesi için âzâmî gayret gösterdiği bir dinde, bugün neler oluyor? Adına “ulema” denen profesyoneller, müminlere neyin doğru neyin yanlış olduğunu “kul akıllarıyla”  telkin ediyorlar hem de hiç utanmadan, sıkılmadan.

Peki bu tutum acaba İslâm’ın özünden mi  geliyor, yoksa eski dinlere özenmek tutkusundan mı kaynaklanıyor?

Bugün  dinciler hangi konu  ortaya gelse eski âlimlerden “şaşmaz” bir destek arayışına giriyor. Yaptıklarının, atalarının dinine tapan cahiliye müşriklerinin veya Musevi ve Hıristiyanların yaptıklarından bir farkı yok. Veya  bir işi “ulemaya” sorarak siyaset yapmak acaba Museviliğin Talmudik yorumundan çok mu farklı?

İslâmiyet’e göre din ancak  İslam’dır ve o da ancak Alllah’a aittir. Hiç kimseye, bilgisinden veya sofuluğundan dolayı dini, Allah adına sahiplenmek yetkisi verilmemiştir.

İslâmiyet kulun ancak Allah’a karşı ve ancak aklınca/idrakince  ve vicdanınca sorumlu olduğunu söyler. Yani hiç kimsenin “daha dindar” veya “daha bilgili” bir Küçük Allah’ı olamaz!

Peki şeriat ne o halde?

Tırnak ojesinden mirasa kadar her konuda aklına müracaat ettiğimiz bütün din profesyonelleri, hükümlerini en nihayetinde kusurluluğu tartışılamaz bilgilerine ve akıllarına göre verirler. Hepsi bilgilerine duyulan güvene binaen, ayeti yorumlar, “doğru olduğuna inandıkları” hadislere göre hükme varırlar.

İyi de Allah adına böyle bir yetki kullanmaya İslam acaba onları yetkili kılmış mıdır? Dahası,   onların akıl yürütmelerinin kutsal, dokunulmaz ve tartışılmaz olması hangi hakla mümkün olmaktadır?

Bu yetkiyi ayetlerden veya tartışılır hadislerden almıyorlar. Bu yetkiyi, kendilerinden önceki dinlerin uygulamalarındaki ezberlerinden alıyorlar. Bundan dolayı Arapça bildiği iddia edilen herkes, birer “küçük peygamber” oluveriyor.

Kimse şunu sormuyor: “ Müslüman olmak için hayatın her ânını, bir takım din profesyonellerinin tartışılmaz aklî muhakemesine  göre yaşayacaksak Müslüman olmanın bizce ne anlamı vardır? Ben dini, aklı ve bilgisi kul olmaktan, insan olmaktan ötürü  tartışmalı ve eksik insanlara kayıtsız şartsız uymak için mi seçtim? Yoksa  Allah’ın birliği ve yaratıcılığının aklıma ve vicdanıma sağlayacağı aydınlık ve huzur için mi?

Başka bir iki soru şu: Namaz kılmayan, “İslam’ın şartı” diyerek insanları boyunduruk altına almak için kullanılan edille-i şeriye’yi diğer Müslümanlara göstermeyen insanların , öbür dünyada sorguları eksik mi kalacaktır? Onlara tevhide bağlılıkları mı sorulacaktır yoksa hangi mezhebe, hangi tarikate, hangi cemaate, hangi mürşide teslim oldukları mı?

Bugünkü şeriatçı anlayış mezhepsizliği dinsizlikten beter görmektedir. Oysa mezhep eksik, kusurlu insan akıllarının yorumlarından başka bir şey değildir ve kabul edilip edilmemelerinin, insanın dinini asıl belirleyen imanıyla da uzaktan yakından ilgisi yoktur.

Ama bugün sıradan Müslümanlar bir yandan siyasetçilerin kaba etinin kılı olmayı diğer yandan Müslümanlığı içlerine sindirebilirlerken kendilerine şunu sormalıdırlar:

Dünyada bugün Türkiye’de siyaseti yapılan şeriatçılığın huzur  ve mutluluk getirdiği tek bir ülke var mıdır?

Şeriatçılar bunun için şunu söylüyorlar aslında: “Size dünyada adalet, huzur ve emniyet vermekle ilgilenmiyoruz ama ölümden sonrasını kesinlikle biliyoruz. Siz ölün, gerisi kolay!”

Mısır’da halkı namluların önüne “namus uğruna” sürmeyi demokratlık sayanların açıklamaları gereken asıl mesele budur.

Müslüman, kul hakkını ölçecek dünyevî akla , vicdana ve mahkemelere sahip. Bütün ihtiyacı, şeriatçıların Allahlık taslayarak dini yaşanmaz hale  getiren yobazlığından ve zorbalığından kurtulmak.

 
Toplam blog
: 153
: 503
Kayıt tarihi
: 11.02.11
 
 

Eczacıyım, memlekete meraklıyım.....