Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

07 Nisan '14

 
Kategori
Felsefe
 

Doğa, Tanrı ve İnsan

Doğa, Tanrı ve İnsan
 

Mustafa Bulutlar. Bursa


İnsanların çok Tanrılı doğa dinlerinden semavi dinlere yönelmesi, sancılı bir arayışın ardından gerçekleşmiştir.

Belki de, bir bebeğin annesiyle ilişkisinde söz konusu olabilecek bir biçimde doğaya yapışık yaşadığı esnada, hayatı yalnızca doğanın verdiği nimetlerle sınırlı olan, bu yüzden de doğayı Tanrısı sanan; dolayısıyla doğal imgelere tapan bir varlıkken, tarımı ve taarım aletlerini keşfettikten sonra doğayı aştığı anda Tanrısı da aşkınlaşan aşkın insanın hikâyesidir bu.

Zira yapılan bu tercihle birlikte insanlık, geri dönüşü olmayan tarihsel bir sürece girmiş ve eski düzenin dayattığı tabularla yeni yapıyı sürdürmeye çalışan köhne zihniyet sorgulanır olmuştur. Böylece, insanlık dışı koşullarda yaşamak zorunda kalan insanın, haklarının yeniden düzenlemesi gündeme gelmiştir.

Bu bağlamda, tek Tanrılı dinlere ait öğretileri içeren kutsal metinleri, ilk evrensel insan hakları beyannameleri olarak da görebiliriz. Çünkü bu eserlerin her biri, o güne kadar az sayıda bireye içkin kaldığı için kamu vicdanında henüz olgunlaşmamış olan toplumsal adalet hissine karşılık gelen bir manifesto niteliğindedir ve açılış sorusu şudur:

Adalet mümkün müdür?

Bu can alıcı soru, aynı zamanda kafamızdaki Tanrı tasavvuruna da ışık tutacağından, kendi içinde katlanarak önem kazanır.

Şu da var ki, bilmecenin anahtarını elinde tutan "Zat;" onu aramak için Tur dağına çıkan Musa'ya, yanmakta olan kuru bir çalı olarak görünen ve ona “ ben, ben olanım ” diyerek kendisini tanıtan Tanrı’nın bizatihi kendisidir ve mazlumlara yardım etmek için çıkmıştır ortaya.

Katkısız, orijinal, otantik, hakiki, arı, özdeşleşilemeyen, içselleştirmeyen, ötekisiz, rakipsiz olan bir Tanrı, bizim akıbetimiz için kaygılanmaktadır adeta.

Tüm zamanların en büyük şairi Arthur Rimbaud, Tanrı ile insan arasında tecelli etmekte olan bu trajediyi “ben, bir başkasıdır ” diye yazarak dile getirir. On yedi yaşındayken başlayan sanat yaşamına, yirmi iki yaşında kendi iradesiyle son veren bu isyankâr genç bilge, adeta Tanrıya cevap vermekte ve "ben, ben olmayanım ” demektedir.

Bir yanda, “ ‘O,’ yalnızca ‘O’ ” olan bir üçüncü tekil şahıs, yani Tanrı; diğer yandaysa, insanlığın tümünü içinde taşıyan, ama asla kendisi olamayacak olan insan bulunmaktadır.

Sanki insanın varlık sahasında Tanrının tecelli etmekten imtina ettiği bir alan vardır ve bu ayrılık, mutlak adaleti imkânsız kılmaktadır.

Kişi, sorunu biraz olsun irdelediğinde şöyle bir sonuç çıkar ortaya: Tanrı, kullanmadığı hiçbir eşyasına “bu benim mülkümdür” diyemez. Yani, potansiyeli kinetikte, kinetiği potansiyelde test etmekle yükümlüdür ve adalet de bunlardan biridir.

Daha açık bir dille ifade edecek olursak: Dünya ve ahiret kavramları, ibadete binaen değil, adalete binaen karşımıza çıkar. Dini afyona dönüştüren ve Tanrı'nın vaaz ettiği gerçek adaletin önünü kesenlere gelince: Onlar, kendinden olmayanı hor gören; ilahi aşktan nasibini almamış; adaleti, adalet için gelen kitapla iğfal eden ve yaptıkları sözde ibadetlerle gözü dönmüş olanlardır. Bu kişileri kendine getirecek olan tek şey, adaletin ta kendisidir.

Dip Not:  Bu metin 27 aralık 2009 tarihinde yayınladığım aynı başlıklı metnin yeniden düzenlenmiş halidir.

 

 
Toplam blog
: 164
: 710
Kayıt tarihi
: 13.09.06
 
 

1956 yılında doğmuşum. Tanrı Bilimi Eğitimi aldım. 78 kuşağından olmanın verdiği şevkle olsa gerek;..