- Kategori
- Sosyoloji
Doğa da sizi...
Bu kent içten içe kan ağlıyor.
Bu kent içten içe dinamit yerleştiriyor altına.
Bu kent intiharı, yaşamla değiştiriyor.
Bu kent, bu insanlar 'değer' istiyor.
Haberiniz yoktur, bilmezsiniz, hatta ilgilenmezsiniz.
Ama bu kentte, her gün polis raporlarına 'ilaçla zehirlenme' yazılıyor.
Her gün polis raporlarına 'kazaen yaralanma' yazılıyor.
Elma alıp, mutfaktan odaya gelirken yere düşüyor, tabaktaki bıçak kalbinin 1 santimetre yanına saplanıyor bu kentin kızlarının…
Başı ağrıdığı için, adını bilmediği ilaçtan 15-20 tane içiyor, son anda hastaneye kaldırılıyor bu kentin genç delikanlıları…
Bilmezsiniz ve ilgilenmezsiniz.
Siz küçük dünyanızda, 'kuyu ağzı kadar' pencerenizden izliyorsunuz bu kenti, bu ülkeyi.
Bu kentin gençleri sizin neyinize.
Siz genç değilsiniz ya, sizin çocuklarınız 'zemzem'le yıkanmış ya, onlar yapmazlar.
Sokak ortasında fahişeler pazarlık yapmaya başladı bu kentte.
Sahipsiz kaldı sokaklar, bir size bir de fahişelere teslim edildi kent.
Amcası yeğenini 10 bin ytl'ye satıyorsa, kızlar meyve bıçağının üstüne 'düşüyorsa', kara yağız delikanlılar adını bilmediği ilaçtan baş ağrısını dindirsin diye 'yanlışlıkla' içiyorsa ve kayıtlara ilaçla zehirlenme diye geçiyorsa, her gün onlarca kaçakçılık rapor ediliyorsa, kocalar eşlerini mazot döküp yakıyorsa, kafelerde 'komple muamele' pazarlıkları yapılıyorsa… Ve bu liste uzatılabiliyorsa…
Bu kent içten içe çürüyor demektir, bu kent içten içe çürütülüyor demektir.
İnsanlar, öylesine yalnızlaştırıldı ki, öylesine kadelerine terk edildi ki bu kentte, yaşanacak kader de kalmadı, paylaşılacak yalnızlıklar da….
Ölmek istiyor, bu kent.
Kahvehaneler dolup taşıyorsa, üç beş göbekli kaymağı yiyip 'elhamdülillah ya rabbim' deyip sırtını dönüyorsa, paralar çuvallara, olmadı Van'dan uzaklara aktarılıyorsa, kentin emeğini, kaynağını sömürüp 'daha ne yapalım' naraları atılıyorsa, ne olduğu belirsiz insanlar 'kader tayin edebiliyorsa', dudaklarının kıpırtısı, kalemlerinin ucu çok önemseniyorsa…
Bu kent içten içe, samanın altından yürüyen su gibi, karda yürüyüp iz kaybettiren gibi…
Ölüyor bu kent.
Bu kent, bu insanlar 'değer' istiyor.
Bu kent, bu insanlar 'adam yerine' konulmak istiyor.
Hani siz ve çocuklarınız 'zemzem'le yıkandınız ya, size ve onlara bir şey olmaz.
Ölüm gelip kapınızı çalmaz, icra memuru gelip halınızı almaz, alacaklı gelip kapınıza dayanmaz, çocuklarınız meyve bıçağının üzerine düşmez, yanlışlıkla adını bilmediği ilaçtan 20 tane içmez…
Ve adınız hiçbir zaman polis raporlarında geçmez…
Siz öyle sanırsınız…
Sokrates'e, Otuz Zalimler seni ölüme mahkûm ettiler, dedikleri zaman gülümsedi ve dedi ki: Doğa da onları!
Sizi ey zalim kentlilerim sizi, bu halk yarattı, omzuna çıkardı…
Tepinebildiğiniz kadar tepinin üst tarafta…
Satabildiğiniz kadar satın gençlerin hayatını.
Ölüme mahkûm ettiniz bu kenti, bu kentin gençlerini.
Ama unutmayın, doğa da sizi…
Bu kent içten içe dinamit yerleştiriyor altına.
Bu kent intiharı, yaşamla değiştiriyor.
Bu kent, bu insanlar 'değer' istiyor.
Haberiniz yoktur, bilmezsiniz, hatta ilgilenmezsiniz.
Ama bu kentte, her gün polis raporlarına 'ilaçla zehirlenme' yazılıyor.
Her gün polis raporlarına 'kazaen yaralanma' yazılıyor.
Elma alıp, mutfaktan odaya gelirken yere düşüyor, tabaktaki bıçak kalbinin 1 santimetre yanına saplanıyor bu kentin kızlarının…
Başı ağrıdığı için, adını bilmediği ilaçtan 15-20 tane içiyor, son anda hastaneye kaldırılıyor bu kentin genç delikanlıları…
Bilmezsiniz ve ilgilenmezsiniz.
Siz küçük dünyanızda, 'kuyu ağzı kadar' pencerenizden izliyorsunuz bu kenti, bu ülkeyi.
Bu kentin gençleri sizin neyinize.
Siz genç değilsiniz ya, sizin çocuklarınız 'zemzem'le yıkanmış ya, onlar yapmazlar.
Sokak ortasında fahişeler pazarlık yapmaya başladı bu kentte.
Sahipsiz kaldı sokaklar, bir size bir de fahişelere teslim edildi kent.
Amcası yeğenini 10 bin ytl'ye satıyorsa, kızlar meyve bıçağının üstüne 'düşüyorsa', kara yağız delikanlılar adını bilmediği ilaçtan baş ağrısını dindirsin diye 'yanlışlıkla' içiyorsa ve kayıtlara ilaçla zehirlenme diye geçiyorsa, her gün onlarca kaçakçılık rapor ediliyorsa, kocalar eşlerini mazot döküp yakıyorsa, kafelerde 'komple muamele' pazarlıkları yapılıyorsa… Ve bu liste uzatılabiliyorsa…
Bu kent içten içe çürüyor demektir, bu kent içten içe çürütülüyor demektir.
İnsanlar, öylesine yalnızlaştırıldı ki, öylesine kadelerine terk edildi ki bu kentte, yaşanacak kader de kalmadı, paylaşılacak yalnızlıklar da….
Ölmek istiyor, bu kent.
Kahvehaneler dolup taşıyorsa, üç beş göbekli kaymağı yiyip 'elhamdülillah ya rabbim' deyip sırtını dönüyorsa, paralar çuvallara, olmadı Van'dan uzaklara aktarılıyorsa, kentin emeğini, kaynağını sömürüp 'daha ne yapalım' naraları atılıyorsa, ne olduğu belirsiz insanlar 'kader tayin edebiliyorsa', dudaklarının kıpırtısı, kalemlerinin ucu çok önemseniyorsa…
Bu kent içten içe, samanın altından yürüyen su gibi, karda yürüyüp iz kaybettiren gibi…
Ölüyor bu kent.
Bu kent, bu insanlar 'değer' istiyor.
Bu kent, bu insanlar 'adam yerine' konulmak istiyor.
Hani siz ve çocuklarınız 'zemzem'le yıkandınız ya, size ve onlara bir şey olmaz.
Ölüm gelip kapınızı çalmaz, icra memuru gelip halınızı almaz, alacaklı gelip kapınıza dayanmaz, çocuklarınız meyve bıçağının üzerine düşmez, yanlışlıkla adını bilmediği ilaçtan 20 tane içmez…
Ve adınız hiçbir zaman polis raporlarında geçmez…
Siz öyle sanırsınız…
Sokrates'e, Otuz Zalimler seni ölüme mahkûm ettiler, dedikleri zaman gülümsedi ve dedi ki: Doğa da onları!
Sizi ey zalim kentlilerim sizi, bu halk yarattı, omzuna çıkardı…
Tepinebildiğiniz kadar tepinin üst tarafta…
Satabildiğiniz kadar satın gençlerin hayatını.
Ölüme mahkûm ettiniz bu kenti, bu kentin gençlerini.
Ama unutmayın, doğa da sizi…