Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 

17 Mayıs '10

 
Kategori
Sosyoloji
 

Doğan Aksan

Doğan Aksan
 

Prof. Dr. Doğan AKSAN (İzmir 1929-Ankara 2010)


Kendisini ''Cumhuriyet'in ilk yıllarında doğmuş, bugün yetmiş yaşını geride bırakmış, o yılların ve sonrasının Ankara'sında, İstanbul'unda ve bir süre de Anadolu'sunda yaşamış bir insan'' olarak niteleyen Dilbilimci Prof. Dr. Doğan AKSAN beş gün önce aramızdan ayrıldı.

İnanıyorum ki yaşamakta olduğu son gününe kadar çalışma odasında bitişik elyazısı ile TÜRKÇE için yeni düşüncelerini yazmaktan bir an bile geri durmamıştır. Ömrü boyunca yazmış olduğu eserler, okuttuğu binlerce öğrencisine tek tek anlatmak zorunda kaldığı nice düşünceleri saklar. O'na göre ''büyülü bir düzen'' içinde devinerek gelişen TÜRKÇE en eski metinlerden bugüne kadar özellikle Yunus EMRE, KARACAOĞLAN, EMRAH, NEF'İ, HAYALÎ, Ruhî BAĞDADÎ, Kanuni Sultan SÜLEYMAN, Pir Sultan ABDAL, Namık KEMAL ile Tevfik FİKRET'ten örnekler verilmeden anlatılamaz. Çünkü O'na göre ''dilin büyüsü, en belirgin biçimde şiir dilinde ortaya çıkmaktadır.''

Türk şiirinin kaynaklarının çok eskilere dayandığını belirten Doğan AKSAN ''Türkçe'de 'şiir' kavramıyla 'şarkı, melodi' kavramının birbirinden ayrılmadığını'', ''Uygur ve Karahanlı dönemlerinde yır, kimi lehçelerde bir başka biçimde ır olarak geçen sözcük 'şarkı, türkü' anlamında'' olup ''bundan türemiş olan yırlamak ve ırlamak eylemleri gubüne kadar yaşayarak Anadolu ağızlarına kadar gelmiştir.'' 1990'larda DTCF ile TDK'da bir kaç kez karşılaştığım ve 2007 sonunda evinde karşılıklı konuşma fırsatı bulduğum Doğan AKSAN Türkçe konusundaki konuşmalarında olduğu kadar yazılarında da birbirinden çarpıcı örnekler vermekten yanadır. Bu çabasında öylesine ileri gider ki adlandırmaları, kavramları ve atasözlerini bir toplum bilimci duyarlılığı ile iredelemekten hiç çekinmez. Bu bakımdan da Türkçe araştırmalarında, bana göre Kaşgarlı MAHMUD'tan sonra ilk önemli çıkışı yapmıştır. Bu amaçla yazmış olduğu TÜRKÇEYE YANSIYAN TÜRK KÜLTÜRÜ (2008) adlı çalışması dil bilimciler kadar diğer beşeri bilim araştırmacıları için de bir başvuru kitabı olsa gerek. ''Kadın'' kavramından ''doğum'' kavramına, ''ekmek'' kavramından ''et'', ''peynir'', ''yoğurt'' ve ''ayran'' kavramlarına; ''konukluk'' ve ''komşuluk'' kavramlarından ''Allah, Tanrı'' ve ''ölüm'' kavramlarına kadar dilbilim ve anlambilim çerçevesinde pek çok açıklama getirir.

Doğan AKSAN'na göre ''anadilimiz ile kültürümüz arasındaki sıkı bağlılığa ışık tutarken'', ''Türkçe'nin tarih boyunca sahip olduğu sözvarlığının genişlik ve zenginliğini'' de sergilemek gerekmektedir. Bu yüzden bu eseri ile ''Türklerin maddi ve manevi kültürünü oluşturan başlıca kavramların ana çizgileriye aydınlatılmasının yararlı olduğu'' kanısındadır. Kültür ile dil arasındaki temellendirmek için haklı olarak bu alanda önemli eserler yazmış olan Abdülkadir İNAN(1889 - 1976), Bedia AKARSU(1921), Sedat Veyis ÖRNEK(1928 - 1980), Bahattin ÖGEL(1924 - 1989) ile Bozkurt GÜVENÇ(1926) O'nun en önemli kaynaklarıdır. Yerli ve yabancı geniş kaynakçalı ikiyüz sayfalık bu araştırması O'na göre ''unutulmaması gereken bir gerçek'' de ''başka dillerde olduğu gibi Türkçe'de de atasözü ve deyimlerin, toplumda yaşaboyu edinilen deneyimleri, gözlemlenen gerçekleri dile getirerek toplumun çeşitli niteliklerini, değer yargılarını, inançlarını ve insanlar arasındaki ilişkilerde uyulması gereken bir takım gelenek ve alışkanlıkları aydınlattığıdır.''

Prof. Dr. Doğan AKSAN özgeçmişi çerçevesinde ülkemizdeki değişimleri anlattığı ve bazı önerilerde bulunduğu CUMHURİYET'İN ÇOCUKLUK GENÇLİK YILLARI ve BUGÜN (2001) adlı eseri ile bir anlamda yetmiş yıllık birikimini de yargılamıştır. Şimdi o yıllara dönelim:

''Ben Cumhuriyet'ten tam 6 yıl sonra Ekim 1929'da doğmuşum. O günlerin çok duyulan deyimiyle, bir ''Cumhuriyet çocuğu'' sayılabilirim. Babam ''payitaht''tan İstanbul'dan Ankara'ya gelip Ankara Hükümeti yönetiminde görev alanlardan, Cumhuriyeti yaşayanlardan. Çocukluk günlerinden, belleğimde kesin çizgilerle kalan 1935'lerin İstanbul'u ve Ankara'sı. İlkokulun ilk dört yılından sonra, 3, 5 yıl kalarak İkinci Dünya Savaşı yıllarını geçirdiğimiz Elazığ ve savaş bitmeden döndüğümüz Ankara... Ama en yakınlarımın anlata anlata bitiremedikleri, Ankara Hükümeti'nin Cumhuriyet kuurlmadan önceki çağrısıyla bu kente gelişleri, yaşayışları ve Cumhuriyet'in ilanı günlerindeki coşkuları belleğimde belirgin çizgiler oluşturmuş, kendi anılarımla hemen hemen birleşmiştir. Nitekim tarih derslerinde, çeşitli kitaplarda ve yazılarda sonradan okuduklarım bana hiç yabancı gelmemiş, zihnimdeki tasarım ve görüntülerin daha da canlanmasını sağlamıştır.'' (s.11) ...

''Anadolu'yu tanımayan bizler, uzak bir doğu iline göçeceğimizde epeyi telaşlanmışızdır. Ama hep söylenenler, Elazığ'ın ''Şarkın Parisi'' olduğudur. 1940'ın Haziran başlarında Ankara'daki evi boşaltıp bir parça eşyamızla Elazığ'a gitmek üzere trene bindiğimizde annem ve kardeşlerimle birlikte, değişik duygular içindeyizdir. Trenle iki günden uzun süren bir yolculuktan ve bir aktarma yapıldıktan sonra, güneşli bir yaz günü akşam üstü Elazığ'a vardık...

Ankara'da çok temiz bir semtte, bir apartmanda yaşayan, kısa pantolonla gezen 11 yaşındaki bir çocuk için - Elazığ'ın en iyi evlerinden biri olduğu halde - evimiz bize çok değişik ve biraz da umut kırıcı geldi. Oturduğumuz ana caddenin çevresinde toprak damlı evler pek çoktu. Kışın karların kürendiği, kardan ve yağmurdan sonra, silindir biçimindeki loğ taşlarıyla toprağı sıkıştırılan bu damlarda yer yer bitkilerin bitmesi, beni çok şaşırtmıştır. Sıcak yaz gecelerinde bu damlara kerevet ve şilte çıkararak yatan çok kimse vardı. Eve içme ve kullanma suyu, çift tenekeli sucular tarafından getiriliyordu. Fırından alınan ekmeğin kokusunu ve tadını yadırgıyorduk. Hele bahçedeki tandırın başında ev sahibimiz kadının komşularıyla toplanıp geceden yaktıkları tanıdırın içine, imeceyle açtıkları yufkaları yapıştırıp çıkartarak, yığınlarla ekmeği pişirmelerini ilgiyle izliyorduk. Bu ekmekler hamak biçimindeki bir salıncağa, örtüler içinde yerleştiriliyor, sonra hafif ıslatılarak haftalarca yeniyordu.''(s.58-59) ...

''Savaşın sıkıntılarına, bütün eksikliklerine karşın, o yıllarda okullardaki eğitim düzeyinin çok iyi olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Ortaokulda çok iyi öğretmenlerimizin bulunduğunu bugün daha iyi anlıyorum. Örneğin Fransızca öğretmenimiz, sonradan çeşitli yayınlaryla tanınan Cemil Meriç'ti. Sıkı bir Türkçe ve matematik eğitimi veriliyordu.''(s.67) ...

''Ortaokulun ilk sınıfından başlayarak, aşırı sıcak yaz günlerini Elazığ Halkevi Kütüphanesi'nde geçiriyordum. Dışarının sıcağını içeriye geçirmeyen, taş binanın alt katındaki kitaplıkta yerli ve yabancı romanları, biyografileri okuyorduk. Macar yazarı Z. Lajos'un ''İki Esir''i, St. Zweig'ın ''Yıldızların Parladığı Anlar''ı, Madam Curie'nin yaşamı beni çok etkilemiş, hatta diyebilirim ki kendi yaşamım boyunca beni yönlendiren ışıklar olmuştu. Arkadaşlarım arasıda her bulduğu dergiyi yutarcasına okuyan çocuklar, ailelerinden gizli olarak roman bulup çabucak okuyan genç kızlar vardı... Beni asıl şaşırtan, eteklerindeki ovada Elazığ kentinin kurulduğu dağın üstündeki Harput'ta bir Hakleviyle karşılaşmam olmuştur. O yıllarda pek çok kimsenin terkettiği Harput, çok eski bir yerleşim yeri olmasına karşın büyük kapılı, bir bölümü yıkık evleri, tek tük insan görülen sokaklarıyla terk edilmiş bir kent görünümündeydi. Harput'a çıktığımızda, tepesinden suların akıp donduğu mağarayı gezdiğimiz gibi, Halkevi'ne de girdik. Pek çok eski kitabı, yeni yayınları gördüğümüz bu binada bir piyanonun bulunması beni hem şaşırtmış hem de sevindirmişti. Pek çok eski yapıtın bulunduğu bu tenha kentten yıllar önce bir çok kimsenin Amerika'ya gittiğini, bunlardan bazılarının yaşlandıklarında geri döndüklerini öğrendik. Ortaokulun bahçesindeki teneffüs çanını çalan hadememizin bunlardan biri olduğunu da nice sonraları duymuştuk. Arkadaşlarımıza zaman zaman İngilizce sözler söyleyip gülüyordu. Yıllar sonra Ankara'da Cevat Fehmi Başkurt'un ''Harput'ta Bir Amerikalı'' piyesini gördüğümüzde Harput'u ve halkını uzun uzun düşünmüşümdür. 1990 yılında ziyaret ettiğim Harput'u daha bir canlanmış bularak sevimdim''(s.69-71)

Türkçenin güzelliklerini ve zenginliklerini yazan uzun boylu güzel adam nurlar içinde uyu. Mekanın Cennet olsun.

 
Toplam blog
: 570
: 1034
Kayıt tarihi
: 14.09.08
 
 

1974'te H.Ü. Sosyoloji ve İdare Bölümü'nü yüksek lisans tezi ile bitirdim. 1976 yılında yapımcı y..

 
 
 
 
 

 
Sadece bu yazarın bloglarında ara