Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

17 Ağustos '09

 
Kategori
Siyaset
 

Dogmatizm: Siyasal İslam’ın, Kemalizm’in ve sosyalist solun ortak paydası

Dogmatizm: Siyasal İslam’ın, Kemalizm’in ve sosyalist solun ortak paydası
 

“Nasıl anlatmalı?” dizisinde bundan önceki yayınladığım altı bölümde çeşitli örneklerle, “değişim”, “değişimi algılamanın güçlüğü”, “solun Türkiye’de kendine özgü temsil sorunları”, “CHP tipi devlet solculuğunun solda yarattığı kafa karışıklığı” ve “üretim ilişkilerinin günümüzdeki durumu”nu kaba hatlarıyla anlatmaya çalıştım. Anlattıklarımın çoğu siyasetle ilgilenenlerin az çok bildiği şeyler…

“Değişim” ve “değişimi algılama” hususunun üzerinde çok durdum; ki, değişim benim keşfettiğim bir kavram değil. Herakleitos, ta 2500 yıl önce değişimin doğanın temel kurallarından biri olduğunu fark edip söylemiş: <ı>“Her şey akar. Aynı ırmakta iki kere yıkanılamaz. Aynı ırmağa girenin üzerinden farklı sular akar”

Bir felsefi ya da siyasi tartışmada kolay kolay hiç kimse değişimin önemini inkâr etmez. Ancak bunu somut olgulara uygulamaya kalktığımız zaman en açık fikirli değişimci dahi birden bire katı bir muhafazakâr haline gelebilir. Evet, değişim vardır ama onun savunucusu olduğu ideoloji değişimden etkilenmez!

İkinci olarak, “Türkiye’de solun yanlış temsili” dediğim sorunu vurguladım. Yani Türkiye’de en başta CHP olmak üzere, sol diye bilinen yapıların aslında solcu olmadığı, sağcı/muhafazakâr/İslamcı diye bilinen yapıların ise ilerici, üretim güçlerini geliştirici bir rol oynadığını anlatmaya çalıştım. Bu da Türkiye siyasetinde çoktandır dile getirilen bir görüştür. Ben bunları, örneklerle ve günlük, anlaşılabilir bir dille bir kez daha anlatmayı denedim. Bölümler bazı yönlerden birbirine bağlı bazı yönleriyle bağımsız okunabilir. Amacım akademik bir makale hazırlamak olmadığı için serbest, hatta neredeyse doğaçlama bir yöntem izledim. Bir hipotez sunup onu kanıtlamaya çalışmaktan ziyade yukarıda saydığım konular üzerine aklıma gelenleri yazdım. Bundan sonraki bölümde, şu ana kadar anlattıklarımı günümüzün politik gündemine uyarlamaya ve böylece yaşadığımız kafa karışıklığına kendimce bir cevap vermeye çalışacağım.

Türkiye’de siyaset alanına hâkim Kemalizm, siyasal İslam ve sol gibi ana düşünce akımlarının ortak özelliklerinden biri dogmatizmdir. Bu dizide değişim olgusunun üzerinde durmamın nedeni de budur. (İlginç bir şey; bu cümleyi yazdıktan sonra internette “dogmatizmi birkaç kelimeyle nasıl anlatabilirim” diye kısa bir araştırma yaptım. Bir kaynakta, Mete Tunçay’ın ta 1974’te verdiği felsefe seminerlerinde yaptığı bir tespite rastladım. Tunçay, aynı durumu anlatmak için şunları söylemiş: <ı>"Türk siyasal düşüncesinin son yüz yılında üç ana yönelimin ortak çıkmazı dogmatizmdir. Dogmatizm, Türkiye'deki sosyalist, pozitivist-Batıcı ve İslamcı yönelimlerin ortak paydasıdır.”) Dogmatizm, en dar anlamıyla “bir şeye körü körüne inanmak, öne sürülen öğretileri eleştirmeden, akıl mantık süzgecinden geçirmeden benimsemek” olarak tanımlanabilir. İşte Türkiye’de üç ana siyasal akımın en belirgin ortak noktası budur.

Siyasal İslamcılar, Tunçay’ın o zamanlar “Pozitivist-Batıcı” dediği Kemalistler ve solcular/sosyalistler için tarih belli dönemlerde yaşanmış, tekâmül etmiş ve orada donup kalmıştır. İslamcılar için peygamber Hz. Muhammed’in yaşadığı “Asr-ı Saadet” denen dönem, sosyalistler için Marksizmin büyük ustalarının yaşadığı dönem, Kemalistler için de Cumhuriyetin ilk 25 yılı böyle dönemlerdir. Bu düşüncelerin savunucularına göre, bu altın çağlarda çizilen dünya tasviri, ortaya atılan fikirler, belirlenen ilkeler, hedefler vs mutlak gerçektir; değişmez; ebedîdir. Bizler ancak o ilkelere sadık kalarak, onları daha iyi öğrenerek, daha sıkı uygulayarak gerçeği kavrayabiliriz. Bu öğretilerin gerçeğin ancak bir bölümünü yansıttığını, zamanla koşulların değiştiğini, o zamanlar bilinmeyen bazı şeylerin keşfedildiğini, zamanla bilgilerimizin hem artıp hem de değiştiğini, dolayısıyla o öğretileri günümüzde uygulamanın imkânı kalmadığını söylemeye kalkarsanız önce aforoz edilir, sonra da her birinin kendi meşrebince oluşturduğu küfür setlerinden nasibinizi alırsınız. İslamcıysanız “kâfir” olursunuz, sosyalistseniz “revizyonist”, “reformist”, “dönek” vs olursunuz, Kemalistseniz her şey olursunuz. En çaresiz kesim olduklarından olsa gerek, günümüzde bu üç akımın içinde en geniş küfür ve yaftalama setine Kemalistler sahiptir. Sıradan, herhangi bir şeyi tartışırken bile küfürsüz iki cümle kuramazlar. Hatta tartışma olması da şart değil, mesela “şuradan bir bardak su ver” derken de araya bir küfür sıkıştırabilirler.

Bu üç tür dogmatizmin arasına bir de milliyetçiliği katmak gerekebilir ama hem milliyetçilik zaten doğası gereği dogmatiktir hem de aynı zamanda bu üç akımın bir başka ortak paydasıdır. Mesela milliyetçi MHP, <ı>“Tanrı Dağı kadar Türk, Hira Dağı kadar Müslüman”dır. Yani hem İslamcı hem Kemalisttir. Dolayısıyla, Türkiye’de siyasette farklı bir söz söylemek isteyen insan bu üç akımdan bazen birinin, çoğu zaman da aynı anda üçünün birden sınırlarına çarpar. Türkiye’de siyaset bu üç dogmatik akım arasında sıkışmıştır. Gündelik siyasette sosyalist sol pek göze görünmez; kitlelere nüfuz edememiştir; sol- sosyalist akımlar hiçbir zaman iktidar alternatifi olamamıştır; ancak böyle olmakla birlikte ideolojik düzeyde etkilidir. Siyaset alanı bu üç türlü dogmatizmin işgali altındadır. Üçünün de kaynağı “geçmiş”tir. Bugünün sorunlarına geçmişin çözümleriyle yanıt vermeye çalışırlar. O çözümlerin geçmişte bile çözüm olup olmadığı tartışmalıdır ama şimdilik o konuya hiç girmeyelim.

Türkiye’de bu üç ana akım dışında demokrat yapılar da olagelmiştir. Ancak bunlar Türkiye’deki geleneksel siyaset anlayışı ve devletin biçimlediği siyasal kurgu nedeniyle hiçbir zaman kitlelerle buluşamamışlardır.

Bu noktada önemli bir çıkmazla karşılaşırız. Hayat değişir; her değişim yeni ihtiyaçlar yaratır. Basit bir örnek verelim: Türkiye’de demokrasi her geçen gün biraz daha acil bir ihtiyaç haline gelmektedir. Mesela, yükselen Anadolu burjuvazisi yönetimde söz hakkı, Kürtler kimliklerinin tanınmasını, toplumunun ezilen tabakaları iş - ekmek ve ekonomik refah, entelektüeller ifade özgürlüğü talep etmektedir. Demokrasi, bu farklı kesimlerden gelen taleplerin ortak paydasıdır. Ancak sağlam ve tam bir demokrasi olursa bu istekler barış içinde dile getirilebilir ve karşılanmasının yolları aranır.

Peki, Türkiye siyasetini kuşatmış bulunan üç temel siyaset akımından üçü de demokratik bir gelenekten gelmiyorsa, üçünün de gerçekte demokrasi gibi bir hedefi yoksa ve bunun yanı sıra, hem özünde hem de söylem düzeyinde demokrat olan siyasal yapılar bir türlü kitlelerle buluşamıyorsa ne olur? Cevap zor değil; insanlar ehven-i şeri seçerler. Yani kendilerince kötünün iyisini bulmaya çalışırlar. Türkiye halkı 60 yıllık demokrasi deneyi boyunca hep böyle tercih yapmak zorunda kaldı. 1950’de Demokrat Parti seçmenler için en doğru parti değildi ama CHP’den daha iyi bir tercihti. 1984 seçimlerinde ANAP en doğru parti değildi ama seçimlere girmesine izin verilen üç parti içinde en uygunuydu. 2002 seçimleri öncesindeki atmosferi biraz hatırlayalım; AKP en doğru parti değildi ama ötekiler o kadar kötü ya da seçmene o kadar uzaktı ki, insanlar sırf “AKP bunlardan daha kötü olamaz” motivasyonuyla gitti ona oy verdi.

AKP çok kritik bir dönemde yönetime geldi. Tarihinin en büyük ekonomik krizinden henüz kurtulamamış bir Türkiye, ABD’nin yaklaşan Irak işgali, Türkiye’nin AB üyeliği adaylığı… AKP, ya geleneksel siyasal İslamcı Erbakancı yol ya da ondan farklı bir çizgi izleyecekti. Geleneksel çizginin çıkmazları ortadaydı. Önünde değişmekten başka bir seçenek yoktu. İşte onun bu zorunlu değişimi Türkiye’de birçok şeyi de değiştirecekti.

Neleri değiştirdiğine ve bunların konumuz için neden önemli olduğuna sonraki bölümde bakalım.

 
Toplam blog
: 431
: 3853
Kayıt tarihi
: 30.06.06
 
 

Anahtar kelimeler: Antep, İstanbul, Haziran, İkizler, Beşiktaş, MÜ İletişim Fakültesi, Gazetecilik. ..