- Kategori
- Güncel
Doğru anlayabiliyor muyuz?

Saygılarımla
Acaba
Yıllar önce okuduğum bir komik hikâyeden yola çıkarak bir şeyler söylemeye çalışacağım. Sanırım bu hikâyeyi o zamanların meşhur internet sitesi “itiraf.com”da okumuştum.
Bir ayakkabıcı, dükkânının önüne reklam olsun diye, şimdilerde daha sık rastladığımız dev boyutlu ayakkabılardan koymuş. Bir süre sonra dükkân sahibi her gün oraya gelip giden çocuklar olduğunun farkına varmış. Çocuklar zararsız bir şekilde her gün okul dönüşü olabilecek bir saatte orada duruyor bazen sessizce bekliyor, bazen de İstiklal marşı okuyorlarmış hep bir ağızdan. Dükkân sahibi bu gidiş gelişlerin tekrarlanmasına anlam verememiş ve en sonunda bir gün çıkıp çocuklarla konuşmak istemiş.
-“Çocuklar ne yapıyorsunuz siz burada her gün?”
Cevap vermiş içlerinden biri:
-“Ayakkabıyı gördüğümüzde aramızda bir tartışma çıktı, bu kadar büyük bir ayakkabının kime ait olabileceğiyle ilgili. Ya Atatürk’ün ya da Allah’ındır diye düşündük. En sonunda da sırayla bir gün İstiklal Marşı okumaya, bir gün de dua etmeye karar verdik.” demiş.
Şaşkınlıktan sarhoşa dönmüş tabi dükkân sahibi. İnsan düşününce kendini gülmekten alamıyor, çocuklar var ve kimseye aldırış etmeden İstiklal Marşı okuyor veya dua ediyorlar.
Gülme krizi bittiğinde bir durgunluk sarıyor insanı. Demek ki, dinimizi de liderimizi de bu çocuklara yanlış anlatmışız. Sizce de öyle değil mi? Tanrıyı kişileştirmişiz, liderimizi de insanüstü bir varlık gibi göstererek kendimizden uzaklaştırmışız. Belki de bu yüzden, gençlik biz onun yaptıklarını yapamayız diyor ve kendini bırakıyor. Önce tanrıyı ve dinimizi iyi öğretmek gerekiyor, çocuklarımız da vicdansal konulara dikkat edilebilsin. Liderimizi de iyi anlatmak gerekiyor, onun dehasını, ileri görüşlülüğünü, dünyaya bakış açısını ve en önemlisi de benim en çok ilgimi çeken nerede durulması gerektiğini bilmesini. Bu özelliklerin de insani şeyler olduğunu önemle vurgulamalıyız. Türk gençliğinin de isterse bunları yapabileceğini, bu ülkenin çağdaş medeniyet seviyesine ulaşmasına bir katkıda bulunabileceğini fark etmesi gerekiyor.
Dini meseleyi açıklamak daha zor. Bize Tanrı korkusunu iyi aşılaşmışlar ama böyle canavarımsı özellikler katmışlar sanki işin içine biraz. Bu korku da bazılarını kullarına haksızlık etmelerini engelleyen, bazılarının da hiç oralı olmadan yollarına devam ettiği. Bu korkuyla insanları yönlendirenler de var. İstediklerini yaptıranlar.
Bunların hepsinin de nedeni eğitimdeki yanlışlarımız. Bariz değil mi? Çocuklar bir kere kararsız kalmışlar, Atatürk ile Tanrı’yı karşılaştırmaya ve aynı görmeye başlamışlar. Atatürk’ün de bir Tanrı kulu olduğunu bilememişler. Atatürk’ün ölümsüzlüğünün gerçek anlamını kavrayamamışlar. Dinimizi mezhebimizi anlatıp, bu çocuklara dinlerini kendilerine yanlış ve taraflı anlatmaya çalışanlara inanmamaları için uyarmak gerekiyor. Ne dinimiz ne de liderimize olan bağlılığımız sömürülmeli.
Yıl 2010. Ve tarih 10 Kasım. Anma törenleri, isteyerek veya istemeyerek Anıtkabir’e giden liderler. Protokol karmaşası ve mevki savaşları. Acaba bunların içerisinde gerçekten anlayabiliyor muyuz Atatürk’ün kıymetini. Tipini, görünüşünü bir kenara bırakın, zaten dünyanın kabul ettiği bir lideri tartışmaya bile açmamak gerekir. Şunu kabul etmek gerekir, eğer Mustafa Kemal olmasaydı, sadece Türkiye değil, dünya böyle olmazdı. Bizim mücadelemizi örnek alıp, bağımsızlığına kavuşan kaç ülke daha var. Avrupa milletlerini o arsız sömürme isteğinden uzaklaştırabilen tek etken neydi? Hesaba katamadıkları “kimdi”?
Bırakın Facebook'ta, twitter’da anma için resim koyup yazılar yazmayı. Haa eğer diyorsanız ki, sadece rengimi belli etmek istiyorum, o da olur tabi. Karınca misali. Keşke sadece resimle falan olsaydı…