Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 

31 Mayıs '14

 
Kategori
Öykü
 

Don

Don
 

Gök gürültüleri ile bardaktan boşalırcasına yağan yağmurdan hemen sonra çıkan, gökyüzünü süsleyen gökkuşağı renklerinin ardında, V harfi halinde sıralanmış bir turna sürüsü, artık soğumaya yüz tutan İç Anadolu bozkırını ahenkli kanat çırpınışları ile görünen o ki belli bir hüzün içinde terk ediyorlardı. Güzergahları Camili Köyü’nün üzerinden olan turnalar uzaklaşırlarken, köy muhtarı Hamza’nın damı, yağmur boyunca dört ayrı noktada damlıyordu. Muhtar Hamza evdeki tencereleri bu dört ayrı noktaya koşturadururken, karısı Heve kızgın bir edayla, kırmızı yüzlü yün minderde oturup, camdan dışarı bakan Tanrı misafirine aldırmadan gelip, tencerelerden ikisini yemek yapmak için Hamza’nın elinden aldı. Misafir meraklı gözlerle bakarken, olup biteni görmemiş gibi davranmaya özen gösterse de, bu bakışlar, Hamza’dan kaçmadığı gibi misafir deyip, katlanıyor, ama bir an önce çekip gitmesini de çok istiyordu. Hamza şaşkındı, yağmur durduğu halde ev damlamaya devam ediyordu. Ne yapacağını bilmeden anlamsız gözlerle misafirine baktı. Keşke zamanında evinin damına yeterince killi topraktan atmış olsaydı.
Misafiri garip biriydi. Camili’li olmadığı gibi Devleti Aliyeyi Osmanlı’dan da hiç değildi. Hamza’nın damının damladığı zaman yıllar – yüz yıllar önce idi. Tamı tamına 1836 lu yıllardı. Tanrı misafiri Fransız coğrafyacı Perrot adında, kafasındaki sarı saçları döküldüğünden tepesi oldukça parlak, bıyıklı-sakallıydı. Yeşil kadife bir kumaştan yapılmış çantasından çıkardığı kağıtlara sürekli notlar düşüyordu. Köydeki insanlara, giyimlerine, konuşmalarına, neler pişirip yediklerine, nasıl hareket ettiklerine bakıp, öğrendiği bir kaç kelimeyi yan yana getirip, ilginç sorular soruyor ve ardından da mürekkebe batırdığı diviti ile uzunca notlar alıyordu. Muhtar Hamza, ne zaman misafiri köylülerin arasına karışıp, onlara abuk sabuk sorular sormaya kalkıştığında, yüreği ağzına geliyordu. Köylüleri gizlice sıkıştırıyor, paylıyor, üzerlerinde baskı kurup, sorduğu sorulara cevap vermemeleri yönünde uyarıyor, aksi halde onları devlete şikayet edeceğine dair tehtidler savuruyordu.
Perrot Fransa’daki öğrencilik yıllarında tesadüfen Orta Doğu’da Kürt olarak adlandırılan ve Mezepotamya’ya yayılmış olarak yaşayan göçebe bir toplumun varlığı, kendisinin garip bir şekilde ilgisini cezbetmişti. Bunun üzerine öğrencilik yıllarında bu konu ile bir coğrafyacı olarak yakından ilgilenmeye, olanakları dahilinde araştırmalar yapmaya ve hatta Kürtçe öğrenmeye başladı. Coğrafya eğitiminin ardından araştırmalarına devam ederken, İç Anadolu’ya büyük bir Kürt göçünün olduğunu, bu onlarca yıl öncesine dayanan hareketliliğin nedenleri, nerelerden geldikleri konusunda kafa yoruyordu. Ve derken tüm bu olup biteni yerinde görmek üzere, günlerce süren bir yolculuğun ardından soluğu Camili Köyü ve çevre köylerde aldı. Ankara, Kırşehir, Konya, Yozgat ve diğer tüm çevre illerin ilçelerine binlerce Kürt göç etmiş ve buralarda yerleşik hayata geçerek köyler oluşturmuşlar, çiftçilik ve hayvancılık ile uğraşıyorlardı. Perrot tüm araştırmalarına, art arda sorularına rağmen dişe gelir bir bilgi alamıyordu. İnsanlar sanki ne olup bittiğinden bihaber, hafızaları ise unutmaya ayarlanmıştı. Perrot yine de araştırmalarını derinleştirip, civar köylere gidip, en küçük detaya kadar bilgi toplamaya çalışıyordu. Bu arada muhtar Hamza, Camili köylüleri üzerindeki baskılarını her gün daha da artırıyordu. Oysa köylüler Perrot’a artık iyice ısınmışlar, hatta bir kaç kelime de Fransızca öğrenmişlerdi. Perrot da Kürtçesini ilerletmiş ve daha rahat konuşuyordu. Köylüler Perrot’la şakalaşıyor, O’nu evine davet ediyorlardı. Köyden Misto, Salih, Şixo, Aber, Silo ve Şevki en iyi arkadaşlarıydı. Kendi aralarında şakalaşıyorlar, akşamları masalları ile ün salan Şixo masallar anlatıyor, Perrot anlamakta zorlandığı kısımları tekrar tekrar soruyor ve bütün duyduklarını not alıyordu.
Camilili dostları Perrot’la sadece şakalaşmak, arkadaşlık etmekle kalmıyorlardı. Perrot’un da kendileri gibi müslüman olması için yalvarıp yakarıyorlardı. Perrot onlara bu isteklerini yerine getiremeyeceğini, zaten bir kaç güne kadar da ülkesine döneceğini anlattı. Bunun üzerine Salih, Şixo, Aber, Silo ve Şevki bu ısrarlarından vaz geçtiler. Kısa süre sonra kendilerini terk edeceğinden dolayı da üzüntüye boğuldular. Perrot’ un da üzüntüsü hal ve hareketlerinden belli oluyordu. Silo daha fazla dayanamadı Perrot’ a sıkı sikı sarılırken, gözlerinin buğulanmasına hakim olamadı. Kalan zamanda evleri çok dar da olsa Perrot’u Muhtar Hamza’nın evine göndermediler.
Hamza köylülerine çok kızgındı. Bağırıp çağırıyordu. Neyse ki Perrot sabahın erken saatlerinde köyden ayrılıyordu. Bu kendisini biraz olsun rahatlatsa da, hıncını nazlanmasına rağmen karısı Heve’den aldı. Heve’yi yatağa devirdiği gibi uzun uzadıya sevişti. Sevişme esnasında Perrot’u ve sözünü geçiremediği köylülerini unuttu. Sabah olmak üzereydi. Heve yıkanmaları için ahırdan bir kaç odun ve tezek getirip, ateşi tutuşturdu. Güğümdeki sudan buharlar yükselmeye başlamıştı ki, tekrar uyuya kalan kocası muhtar Hamza’yı yıkanması için çağırdı. Hamza zorlukla uyandı. Ayağına geçirdiği çarıklarını sürte sürte yıkanmak üzere ahırın yolunu tuttu.
Ahırda yıkanmasına yardımcı olmak için karısı Heve kendisini bekliyordu. Artık yaşlanmaya yüz tutmuş olan, ‘Kınalı’ diye adlandırdıkları eşekleri de ahırda Heve ve Hamza’dan rahatsız olmuş olacak ki, ahırın içinde dolanıp duruyordu. Hamza daha karanlık olan ahırda üstünü çıkardı. Bu sırada Heve soğuk ve sıcak suyu büyük bir kapta birbirine katıp, ılıklaştırmaya çalışıyordu. Hamza hala üzerinden atamadığı uykusundan dolayı gözlerini ovuştururken, bu arada çıkardığı donu, dolanmakta olan Kınalı’nın sırtına geldi. Heve, Hamza’nın sırtını sabunlarken defalarca “oohlayıp” durdu. Ohlamaları son bulunca, gusül abdesti aldı. Bu sırada sırtında Hamzanın donu ile O’nun oohlamalarından sıkılmış olacak ki, açık olan kapıdan dışarı çıktı.
Kınalı evlerin arasından dolana dolana köy meydanındaki caminin yanına geldi. Gün aydınlanmıştı. Caminin önünde bir kalabalık vardı. Köylüler kadınlı erkekli Perrot’u uğurlamaya gelmişlerdi. Silo’nun karısı Melek ve Şevki’nin karısı Pulli yas havasında hüngür hüngür ağlıyorlardı. Perrot bütün köylüler ile uzun uzun sarılıp, duygulu anlar yaşayarak vedalaştı. Vedalaşmanın ardından yolculuk zamanı gelmişti. Bütün kalabalığın gözleri muhtar Hamza’yı aradı, fakat görünürlerde yoktu. Bu sırada bir eşeğin anırma sesleri köylülerin ve Perrot’un dikkatini çekti. Cami önündekilerin gözleri aynı anda karşıda sırtında muhtar Hamza’nın donu bulunan Kınalı’ya çevrildi. Kınalı’yı hemen tanımışlardı. Perrot’u uğurlamaya muhtar gelmemişti ama, sırtında Hamzanın donu ile Kınalı gelmişti. Perrot ardına bakarak el sallarken, Camili köylüleri Fransa’dan kendileri için yollara düşen ve ayrılmak üzere olan bu genç bilim adamına, “cemaz ul evvellerini" anlatamamışlardı ama, muhtar Hamza’nın kimin donunu giydiğini çok iyi biliyorlardı. 
 
 
 
Toplam blog
: 102
: 447
Kayıt tarihi
: 17.12.10
 
 

Sevgili okuyucular; oluşturmaya çalıştığım bu blog vasıtası ile boş zamanlarımı değerlendirip, ço..

 
 
 
 
 

 
Sadece bu yazarın bloglarında ara