Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

24 Mart '10

 
Kategori
Öykü
 

Susamadım...

Susamadım...
 

susamadım


"İkimiz iki dağdan iki hırçın su gibi akıp gelmiştik..."

Sen göletler oluşturuyordun ardınca, ben bir çağlayan dan dökülüyordum sana ulaşmaya. Sen şadırvanlardan akarken bir içimlik su tadında, ben semavi bulutlarda biriktirdim sevdamı... Sen bana sus derdin, susmadım susamadım..! Ben sana su desemde; Sen Çoruh kadar bulanık akarken, ben bir serum şişesinden damarına akacak kadar saftım o zamanlar...

Şimdi sen su olduğunu düşündüşün. Su kadar özel, su kadar faydalı ve su kadar çok, tukenmez... İnanmak istiyorum su kadar berraksa şayet yüreğin... Ama sen o zamanlar Aksu'ya zehir katarken kimliği belirsiz telefonlarda en kutsal duygularına bir Koç kurban ediyordun kanı alnına değsın diye, gözler önünde... "akar suyun sesi dinsin / gölgeler silinsin diye..." Ve şimdi ben göklerden yağarım teneke saçaklarına vuravura seslenirim, ırmaklardan taşarım ama dibi olmayan bir Kovayı dolduramam. Yani anlamıyorsun ve anlamadığını da anlamıyorsun, yani dinlemiyorsun ve sesimi duyuramam... Daha çok bağırdıkça daha çok dinlemezsin, teneke saçaklarda damlalarım gürültünün parçası olur sadece. Suyun yanı başında olanlar suyu en az içenlerdir... ve sen "su nasılsa burada, lüzüm yokki suyu kanakana içmeye" diye düşünürsün.

...Şimdi ben su olsam Niagara şelalesinde çağlasam, ama ağlasam, ama bağırsam "Seni seviyorum" diye... ama sen duymazsın bilirim. Aynen sesini sürekli duyanların, sesini dinlemedikleri gibi. Şimdi sen su tabancası içinde, çirkin kara suratlı bir çocuğun elinden yüzüme fışkırırsın yağmalanmış şiirlerin duyguları üstünden. Yani ben bilmiyorum ve bilmediğimi de bilmiyorum. Çok uzakta Akdenizin ortasında batasıca bir ada da tek bir damla göz yaşı...

Şimdi ben kayalara çarpan başım su gibi kör ve ağır

Şimdi sen bağır bağır bağırsam da su kadar sağır

Şimdi ben doruklar da ulaşılmaz gizli bir göl sızısı

Şimdi sen çin işkencesi balyoza dönmüş damlası

Şimdi ben çölün hasret çektiği rahmet havası

Şimdi sen çatır -çatır dudaklar da serapsın

Şimdi ben kimsesiz balıkların yorgun nefesi

Şimdi sen batık gemileri içine çekersin...

...Oysa "ikimiz iki dağdan iki hırçın su gibi akıp gelmiştik..."

...Sen hep bir su olduğunu düşün. Su gibi güzel, su gibi yararlı, su gibi vazgeçilmez... Ve su gibi hayat kaynağı olduğunu düşün... Şimdi sen Karadeniz kadar kara ve ben içinde kaybolan bir damla... Bir damla ki karıncanın doyacağı, damlanın damlayı kovalıyacağı, bir sitemle yağacaği ve karanlığa isyan edip taşacağı... Boşunamıydı bunca akışım... Ama sen su gibi yaşatıcı olmalıydın, kör bir kuyuda acı su değil, su gibi yıkıcı, sürükleyici ve öldürücü değil... Sen bir su ol ama rahmet ol, afet değil..! İster bir bardağa dol, ister okyanus kadar ol; sade saf ve dürüst ol...

...Ve benim de suya benzediğimi unutma. Su gibi özel, su gibi güzel, su gibi faydalı, su gibi bitmez tükenmez olduğumu unutma. Ayrıca su gibi sakin olabileceğim gibi, su gibi kıyametler koparabileceğimi de unutma... Ama eğer ben gül yaprağın da çiğ damlasıysam yüreğinde, senin işin rahmet olmak afet olmamalı unutma...

...Hep söyledim... Susuzluktan öldüm ama susmadım, susamadım... Tercih elindeydi ve hep senin ellerinde olacak...

...Ya sel sularıyla Karadenize gömülürüz

...Ya da ırmak yolunda mavileyin ölürüz

...Ya dipsiz bir kuyunun acısına dökülürüz

...Ya da orman gülü ile kızılağaç dibine süzülürüz

...Bilmezler anlamasada kimse su da ağlar biz üzülürüz...

...Ve su gibi dingin; Düşüneceğiz ne zaman ne söyleyeceğimizi. Düşüneceğiz kimin dinleyip dinlemediğini, kimin anlayıp anlamadığını. Düşüneceğiz anlatmak istediklerimizin nekadarını anlatabildiğimizi, hatta anlayanların anladıklarının da anlattıklarımızın nekadarı olduğunu düşüneceğiz... Ve konuşmak için en uygun zamanı beklemeden içimizden geldiğince rahat, hesap kitap yapmadan, en az ve en uygun kelimeleri seçmeye çalışmadan gönülden konuşmalıyız. Yani sular seller gibi. acıların bendini yıkarak...

...Su gibi akıp gelmeliyiz, bir kavşakta suyun su ile çarpışması gibi içiçe geçmeliyiz ve toprağa sızmalıyız, köklerine sarılmalıyız soy ağacının, dallarına çiçek vermeliyiz, karanfile can vermeliyiz özel günlerde...

...İkimiz iki dağdan iki hırçın su gibi akıp gelmeliyiz yeni baştan...

...Suyun suya hasretidir bu... Öldüm de susuzluktan, susamadım...

"Ne şair yaş döker, ne aşık ağlar

Tarihe karıştı eski sevdalar

Beyhude seslenir beyhude çağlar

Bir sağa bir sola Çoban Çeşmesi."

 
Toplam blog
: 72
: 488
Kayıt tarihi
: 10.09.08
 
 

27 Ocak 1967 yılında Lüleburgaz'da doğdum. Çocukluğum Samsun, Keşan ve Fındıklı'da gecti.Lise mezunu..