- Kategori
- Haber
Dönülmez akşamın ufkunda askerlerimiz

Günlerdir haberleri ilgiyle izliyoruz eşimle beraber. Normalde benim haberlerle filan işim olmaz. Öyle ne trajik, ne politik, ne de sosyetik olaylara bir merakım vardır. Malum haber diye bu konuları izletiyorlardı. Ve ben yıllar önce vazgeçmiştim haber alma özgürlüğümden. Lakin eşim askerliğini Hakkâri’de komando olarak yapmış. Kuzey Irak’a yapılan sınır ötesi harekâtın detaylarını kâh merakla, kâh öfkeyle, kâh gururla izliyor bir haftadır. Bazen sorularıma cevap veriyor ama genelde bildiklerini kendine saklamayı tercih ediyor. Bazen de verilen askeri, taktik detayları gördükçe sinirleniyor. Kendimce yorumunu değerlendiriyorum: Doğru ya; terör örgütü yandaşları da bu detayları izliyor. O zaman bu bilgilerin verilmesi de yanlış olsa gerek. Yok, ama mutlaka ki bir taktik de güdülüyordur yahu! Benim bile akıl edebildiğimi, haberciler akıl edemiyor değildir ya. Peki ama hangi amaç doğrultusunda veriliyor bu stratejiler? Haber alma özgürlüğüne destek mi? Amaç rating yükseltmek mi? Yoksa askeri güç göstergesi mi? Eğer böyleyse üzülürüm doğrusu. Bizim askerimizin şov yapmaya neden ihtiyacı olsun ki? Nedir hakikaten bu detayların ortalığa uluorta serilmesindeki amaç? Cehaletin karalarında değil belki, ama pek bir grilerinde dolaşan biri olarak cevabı gerçekten merak ediyorum doğrusu.
Bir yandan yemek yiyor bir yandan haberleri dinlemeye devam ediyoruz. Zayiat rakamlarını duydukça kendimizce vaziyet in son raddesini yorumluyoruz. Ölü PKK’lı sayısı şu kadar adet. “İyi rakam.” diyoruz. Ardından gecikmeyen bir bilgi daha veriliyor: Bizim şehit sayımız şu. Cenazeleri göstermeye başlıyorlar. Ağlayan anaları görüyorum. İster istemez doğacak evladımı düşünüyorum. Biz de onu gururla askere göndereceğiz. Umarım o görevinden sağ salim evine dönecek. Bu arada en önemlisi de, umarım o büyüyene kadar uğrunda can verecek bir vatanımız hala olacak. Vatan uğrunda ölen gençlerin büyüklerinden biri bir zamanlar “Askerlik yan gelip yatmak değildir” demişti. Ne oldu şimdi?
Mehmet Ali Birand harekâtın zamanlama açısından son derece başarılı olduğu yorumunu yapınca şaşırmadan edemiyorum. Sanki koskoca silahlı kuvvetler yanılacak. Diğer yandan Robert Gates yarın temas kurmak için Türkiye’ye gelecekmiş. Amerikalı bu adamın bize verdiği iki haftalık sürenin bir haftası geride kalmış ya, eğer bir hafta sonra birliklerimiz geri dönmezse ABD verdiği istihbaratı kesme kozunu öne sürebilirmiş ya, o zaman ne olacakmış? Bu işin kökü kazınmadan birliklerin dönmemesi lazım deniyor. Bir haftada bu iş biter mi safça kafa yoruyorum. Sinirlenip eşime soruyorum çok mu lazım bunların istihbaratı diye. Yerden bir metre yüksekteki herhangi bir görüntüyü sağlayabiliyormuşuz ABD’nin istihbarat desteğiyle. Büyük avantaj. Bizim öyle bir uydumuz maalesef yok tabii. Olurdu elbet salak değiliz ya, ama önce bilim adamlarımızın canlarını korumayı becerebilmemiz lazım herhalde. Tabi ya kim ister bizim teknolojik bağımsızlığımızı? TÜBİTAK diyorum ve başka bir şey söylemiyorum. Anlayan anlayacaktır.
Biz zaten stratejik her türlü bağımsızlık unsurumuzu peyderpey satmaya devam edelim. Toprağımızı, Telekomünikasyonu yabancılara satalım. Madenlerimizi işlemeyelim, on liraya yabancılara verelim sonra 100 liraya geri satın alalım. İthal besinlerle büyüyelim, tonlarca tarımsal ürünümüzü çöpe gönderelim. Bakalım kimler ne kadar zengin olacak bu işin sonunda. Bakalım geriye ne kadar vatan kalacak. Bu arada marifetmiş gibi, kim neresini nerede örtecek diye pek bir celallenelim.
Bütün bunlar beynimde gevelenirken bir kadının PKK yandaşlarının düzenlediği operasyon karşıtı mitingdeki bağrışmasıyla kendime geldim. Sesinde öyle bir inanç vardı ki dinlememek resmen imkânsız… Kalabalık da dinliyor onu. “Ben vatan annesiyim” diyor doğu şivesiyle. “On tane evladım olsa hepsini gönderirdim askere!” diye bağırıyor. Kalbim o sıra deli gibi çarpmaya başladı. Kalabalık yuhalıyor kadını. İçlerinden biri “insanımız ölüyor” diye karşı çıkınca, kadın olanca yüreğiyle haykırıyor “Zaten ölüyorlardı. Köylerimiz basılırken siz neredeydiniz? Çocuklarımız ölürken siz neredeydiniz?” Eşime bakıyorum; o da etkilenmiş. Tüylerimiz diken diken… “Doğru değil mi?” diyorum. “Tabii ya, bu kadın yaşamış asıl sıkıntıları. Oysa oradaki kalabalık kim bilir kimlerin nelerle, ne polemiklerle, ne kandırmacalarla topladığı kalabalık. Asıl güneydoğu halkının sesi bu kadının sesi olmalı. Doğru ya, PKK köy basmaz mıydı? Şaşırmaz mıydık neden kendi insanını katlediyor bunlar diye?” Kadın son sözü öyle bir savuruyor ki kalabalığa: “Kahraman Türk askeri koruyor bizi!” Linç edecekler onu diye korkuyorum bir an. Eşim dokuz aylık hamile halimle gerildiğim için pişman, beni rahatlatmaya çalışıyor: “Asker korur canım onu. Sen merak etme.”