- Kategori
- Gündelik Yaşam
Düş ve lal

http://www.dejkam.com
Kâbus gibi bir sabah...
Hava kor kadar soğuk!
Evden çıkılacak gün değil velhasıl... Yakacaksın sobanı, pencerenin kenarına oturup...
Hangi pencerenin kenarına oturup?
Hem soba nerde?
Oldu olacak, tepeden ormanı gören... Ev değil de, odunu bol, ahşap bir kulübe olsun...
Soba da olsun, gürül gürül yansın üstelik...
Tel maşa, saç olanlarından değil anlatmak istediğim, tuğlalı, gösterişli, ensesi kalın işi; peçka, maşinga, kuzinelerden... Hani şu istendiğinde üzerinde ekmek kızartılan, istendiğinde kuru fasulye pişirilen, içine patates atılanlardan...
Öyle bir soba düşlediğim zaman, eski bakır güğümler geliyor aklıma, bir de cılız gündöndü sopaları... Çaydanlığı unutuyordum ve demli çayın kokusunu...
Zar gibi camlar, camları tutan küflü, incecik çiviler...
Köşede ağını örüp beklemekten yorulmuş yaşlı örümcek...
Viran kapıya yakın çalı süpürgesi ve yanında beşik kertmesi... Faraş!
Sedir... Yerde; baklava desenli, püsküllü, çiğnenmekten canı çıkmış zilli, şımarık bir kilim...
İçi saman dolu, dışarıdaki hava kadar sert, nasırlı, şefkatli ellere benzeyen, kafanı koyduğun zaman ninni söyleyen yastıklar...
İsli gaz lambası...
Duvarda sırları dökülmüş, ketum ayna...
Sonra sessizlik!
&&&
Kulübeyi, ormanı ve hatta sobayı aklımın yellerinde bırakıp, yola çıkıyorum...
Karlı tepeler, yollarda canı pahasına yem arayan kuşlar, saçaklarından buzlar sarkan evler, telefon direkleri ve uçsuz bucaksız beyaz...
Bir adam el ediyor, yolum uzun havada soğuk laflarız diye düşünüp biraz ileride duruyorum...
Soluk soluğa geliyor adam, ellerini ısıtmak için hohlarken arabaya biniyor...
Nereye gittiğini soruyorum...
Cevap vermiyor...
Tekrar soruyorum, elini kalın kazağının içine sokup, gömlek cebinden bir kâğıt tomarı çıkarıyor arasından nüfus kâğıdını buluyor...
Doğum yerini gösteriyor parmağıyla... Malkara...
Adını işaret ediyor sonra... Mustafa...
Malkara’ya gelene kadar susuyoruz lal Mustafa’yla!
&&&
Tepede ormana bakan kulübe olmak mı zoor
Lal Mustafa’yı anlamak mı?