- Kategori
- Sinema
Düşün sinemanın yakasından
Sinemada bir kahraman yaratırsınız ve izleyenler o kahramanla özdeşleşirler. Seyirci psikolojik olarak kendini kahramanın yerine koyar. Onunla üzülür, onunla sevinir, onunla sever, onunla haylkırıklığına uğrar, onunla kavgaya girer, onunla ölür ya da öldürür.
Bir senarist olarak şunu hemen belirteyim. Ben sinemada sansüre kesinlikle karşıyım. Sinema salonlarında gösterilen filmler hiçbir şekilde sansür edilmemelidir. Sinema sanatçının özgür bir çalışma, eserlerini sergileme alanıdır.
Sinema seyircisi özel bir zaman, özel bir para ayırarak sinemaya gider. Türkiye'de sinema izleyicisi profiline baktığımız zaman çoklukla üniversite öğrencilerini, belli kültür ve ekonomik düzey grubunu görürüz. Sinema başlı başına bir kültürdür ve izlediği sinema filminden etkilenip de eline silah alıp insan öldürecek bir zihniyette sinema seyircisi yoktur.
Peki ya televizyon? Televizyon izleyicisi. İşte burada profil değişiyor. Televizyon izleyicisinin bir standardı, ölçülebilinir bir ekonomik ve kültürel düzeyi yoktur. Türkiye'deki herkes televizyon izleyicisidir. Çünkü televizyon insanların evine giriyor. Televizyon izlemek için özel bir para ayırmanıza gerek yok. Özel bir zaman ayırıp dolmuş, otobüs sinemaya gider gibi zahmetlere girmenize de gerek yok. Pijamanızı giyip burnunuzu karıştıra karıştıra televizyon izleyebilirsiniz.
Sinemada asla sansür olmamalıdır fikrimin üzerine hemen ilave edeyim televizyon yayınlarının denetlenmesi hatta sansür edilmesi bana göre doğrudur. Televizyon diye bir sanat dalı yoktur. Özellikle küçük çocukların da rahatlıkla kullanıp seyredebilecekleri bir kitle iletişim aracı olan televizyonun yayınları elbette denetlenmeli ve gerektiğinde de sansür edilmelidir.
Televizyon diye bir sanat dalı yoktur. Televizyonda yapılan dramalar da bu bağlamda bir nevi sinemadır. Yapılabildiği kadarıyla televizyonda sinema yapılmakta ya da yapılmaya çalışılmaktadır. Televizyondaki dramalarda yaratılan kahramanlar izleyici için bir modeldir. Bizim küçüklüğümüzde yayınlanan Beyaz Gölge dizisi bunun en çarpıcı örneğidir. Bir lisedeki basketbol koçu ve basketbol takımının serüvenlerinin yer aldığı bu dizi Türkiye'ye basketbolu sevdirmiş bu dizi sayesinde sokak aralarında basketbol oynanır olmuştur. Çünkü tüm çocuklar ve gençler bu çok sevilen dizinin basketbolcu gençleri ile kendilerini özdeşleştirmişlerdir.
Peki şimdi soruyu soruyorum, kahraman basket oynamayıp da adam öldürürse ne olur? Ne olacağını bugünün Türkiye'sinde acı örnekleriyle görüyoruz. Kurtlar Vadisi bu konuda günah keçisi yapılmıştır. Oysa televizyonda şiddeti körükleyen sadece Kurtlar Vadisi değildir. Bir çok filmlerde kahramanlar sorunları silah yoluyla çözmektedirler. Televizyon birilerinin kafasına kurşun sıkan katillerin kahramanlaştırıldığı bir mecra haline getirilmiştir.
Oysa evlere yatak odalarına kadar giren televizyondaki kahramanların tam tersine barış ve sevgi mesajları vermeleri gerekmektedir. Toplumda sevginin ve hoşgörünün yaygınlaşmasında televizyon çok önemli bir görev alabilir. Tabanca ile adam öldüren kahramanlar yerine kitap okuyan, araştıran aydın kahramanlar olduğunu düşünsenize.
Elbette televizyonda polisiye ve macera yapımları da yer almalıdır. Buradaki kahramanların silah kullanmalarının da bir sakıncası yoktur. Yeter ki o silah savunma amacıyla kullanılsın. Yeter ki o silah şiddet unsuru değil şiddeti önleme unsuru olarak değerlendirilsin.
Gelelim televizyon dizilerinde sıkça kullanılan mafya kavramına. Bunun dünya sinemasındaki en büyük örneği Mario Puzo'nun The Godfather, Baba serisidir. Baba serisinde silahla, güç kullanarak rant sağlayan mafya çeteleri olayın kahramanlarıdır. Ve finalde o kahramanların o dünyanın acımasız kuralları içinde kendilerinin de şiddetin kurbanı olduklarını görürüz. Yani dünyanın en iyi mafya serisinin insanları silaha ve yer altı dünyasına özendiren bir yönü yoktur. Tam tersi film, "Bu işlere bulaşmanın sonu karanlıktır. Şiddet kullanan şiddetin kurbanı olur" mesajı vermektedir.
Benim de naçizanı aşığı olduğum harikulade bir sanat olan sinema Tanrı'nın 19. yüzyılın sonlarında insanlığa armağan ettiği en büyük mucizelerden biridir. Sinema, sinematografiyi bulan Fransız Lumiere kardeşlerin 18 Aralık 1895'de Paris'de Grand Cafe'de yaptıkları bir gösteri ile başlamıştır dünyada. Bu arada sinematografi aletinden sinemaya geçişin kahramanlarından George Miles elbette başka bir yazının baş kahramanı.
Türkçeye sinema sinematografiden kısaltılmış olarak girmiştir. Kelimenin özünde devinim, canlılık ve yaşam kavramları vardır. Evet sinema yaşamdır. Gözün optik bir yanılmasından, parçalara ayrılmış görüntüleri ayıramaması prensibinden yola çıkılarak bulunan sinematografi devinimden çıkan yaşamın ta kendisidir.
Bugün sinemayı kullanarak yaşamın karşısına cinayeti başrole çıkaranlara en hafifiyle, "Düşün sinemanın yakasından" demek her sinemaseverin hakkı ve görevidir.