- Kategori
- Sinema
Polis

Bu kez oyuncular iyi diye gittim Polis filmine. Son günlerde göklere çıkarılan Türk filmlerini seyrederek düştüğüm hayal kırıklıklarını yaşamayacağımı düşündüm.
Erken matineye gittim ki sinema kalabalık olmasın ben de keyifle seyredeyim diye. Aynı düşüncede olan çok kişi varmış ki Pazar sabahı ilk matinede salon doldu.
Sıkıcı reklamlara yirmi dakika kadar katlandıktan sonra- niye tvlerde canımızı çıkaran reklamlardan kurtulamıyoruz, eskiden çizgi film oynatılırdı film öncesi- film başladı Haluk Bilginer, Özgü Namal, Settar Taşdöğen isimleri filme karşı sempatimi giderek artırdı. Her nekadar başlangıçta bir Malkoçoğlu formatı gösterseler de.
Fiilm başlangıcından itibaren, düşmeye başlıyor, insanı mafyadan korkutan, mafya sana bir şey yaparsa, ya da bulaşırsa yapacak bir şeyin yok ölümü bekle düşüncesi veren hale geliyor sonlara doğru. Kahraman Türk polisi diye bildiğimiz durum tamamen, olaylar karşısında manyaklaşmış bir polisin yaşamına dönüşüyor. Bu noktada adamın ruh halini çözmek için dört yıl psikoloji okumuş olmanız lazım en azından.
Sanırım yönetmen Martin Scorsese’yi çok seviyor olmalı ki, filme bir Taxi Driver repliği ve sahnesi ekleyivermiş, otuz yıl öncesinin kült filmidir o. Kafayı yiyen şoför ayna karşısında “are you talking to me” der kendi kendine burada da böylesi bir sahne vardı, niçin olduğu belli olmayan.
Filmde aşk önemli bir yer tutmuyor, vurgusu az, oysa Özgü Namal’ın varlık sebebi bu aşk, ama yok.
Türk filmleri bende düş kırıklığı yaratmaya devam ediyor. Filmin çekimşinde de bir özellik yok.
Ben bu filme on üzerinden dört veriyorum, o da oyuncuların hatırına.