Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 

18 Ocak '12

     
    Kategori
    Kültür - Sanat
     

    Düşünüyorum, düşünüyorsun, düşünüyor, düşünüyorlar, düşünüyorsunuz ama biz düşünemiyoruz..!

    Düşünüyorum, düşünüyorsun, düşünüyor, düşünüyorlar, düşünüyorsunuz ama biz düşünemiyoruz..!
     

    Mr. Thinker Heykeli (Rodin)


    Düşünüyorum... Kimi zaman, ne zamandan beri düşündüğümü; kimi zaman ise, hiç düşünemeyeceğim zamanların gelebilme ihtimalini. Var mıdır gerçekten öyle bir ihtimal? Bir insan hiç düşünmeden yapabilir mi ya da ömrünün ne kadarını düşünerek geçirebilir?

    Düşünüyorum da; bayadır düşünebiliyorum. Yaklaşık bir ömür kadar oldu düşüneli. Önce ki nesilden daha şanslıydım düşündüğüm için. Onlar düşünürken, düşünmek için cesaret gerektiğini düşünürdü önceleri. Şimdilerde ise sadece düşünmek için neler gerektiğini düşünmek gerekiyor. Peki ya düşünmek için ne gerekiyor bir insan dışında?

    Sağlam bir kafa belki ya da bir fincan kahve. Kimine göre sigara paketi, kimine göre alkol şişesi. Değişmeyen tek şey, insanoğlu için düşünmek nesnel bir eylemden ibaret. Eğer ortada bir nesne varsa düşünmeyi sağlayan insanoğlu düşünebilir, aksi taktirde bir çöp kutusu gibiyizdir. İçimize başkaları ne atarsa onu hissederiz günler boyunca. Ta ki biri gelip içimizdekileri boşaltana kadar. Ondan sonrası da, boş bir konteyner soğukluğu. Düşüncesi biten insan üşürmüş, bunu anladım konteynerin içindeki kağıtlardan.

    Sonra bir çocuğun elleriyle ısındı düşüncelerim. Zihnime sokulan bir el, bir çocuk eli. Kirli, siyah ve parçalı bir çocuk eliydi bu. Hiç bir düşüncemi görmeden sokuyordu elini konteynerin içine. Çürük yumurta kadar kötü kokuyordu, zihnimden çıkan yazılar. Uzak diyarlardan bir şairin dediğini hatırlattı bu çürük yumurta. Usta Nazım'ın tabiriyle, çürük yumurtadan çürüktü bana göre kağıtların ve konteynerin kokusu. Üstüne sinmiş bu koku, çocuğun üstüne ve yanındaki kartondan yığılı at arabasına.

    O at arabası, bana bir çok şey çağrıştıyordu elbette, fakat en çok da; Işıklar Caddesi'ni hatırlatıyordu. Fayton... Eşsiz nal sesleri Işıklar Caddesi'nde. Tıkı tık tıkı tık ! Tüm caddeyi baştan ayağa dolanan bir at ve üzerinde binicisi. At binicisi olmasa götürür müydü o kadar yabancıyı sırtında? Belki de onu bu mesleğe iten, binicisine olan sadakati veya sevgisidir. Bunu at olmadan anlayamaz insanoğlu. Bu yüzden de sürekli ata, acıyarak ve küçümseyerek bakar. Oysa hangimiz sevdiğimiz için başkalarını sırtında taşır?

    Hangimiz yapabilirdi bunu bir düşünün? Ama bu sefer, bir nesne olmadan düşünün. Gerçekten düşünebildiğiniz haliyle düşünün. Hanginiz birini, sevdiğinizin hatrına sırtına taşır, hem de Işıklar gibi çok meşhur bir caddede. Hiç birimiz at kadar cesur, sadık ve gözü kara olamazdık. Demek ki düşündükten sonra, at bile bizden daha sağlam işler yapabiliyor. Düşünmeyen bir insandan daha mantıklı hareket eden şey bir at ise, üniversite sınavlarımızda çıkan fil aspirin denklemi bizi yıldırmamalı. Biz yıllardır böyle sorunlarla yaşamıyor muyuz burada? Çoğumuz başı ağrıdığında bir fil atmıyor mu ağzına ya da hangimizin çocukları hayvanat bahçesine gittiğinde aspirinin yanına uğramadan geri dönüyor? Yeter ki düşünün. Düşünün ki ne atlarla kıyaslanalım, ne de sınavda karşımıza halay çeken filler ve aspirinler gelsin. Tek ihtiyacımız olan, o çöpe elini sokan çocuğun eli kadar sıcak düşünebilmek. Usta Nazım'ın söylediği gibi bundan gayrısı laf-ı güzaftır.

    Yine sizlere, aklıma ayrı zamanlarda gelen ilk şeylerden toparladığım bir şey yazdım. Neden yazdım, ne demek istedim? Bunları düşünüp bulmak size kalmış. Sürç-ü lisan ettiysek affola...

     
    Toplam blog
    : 1
    : 245
    Kayıt tarihi
    : 15.01.12
     
     

    Antalya'da doğdum. Sekiz yıldır yazarlık, bir yıldır gazetecilik yapıyorum. Antalya Gazetesi'nde ..

     
     
     
     

     
    Sadece bu yazarın bloglarında ara