22 Ocak '12
- Kategori
- Kültür - Sanat
Beyoğlu'nda bir şeyler oluyor

Beyoğlu sanatın kalbidir
Son zamanlarda Beyoğlu’nda yaşanan olaylar, bilinçli bir projenin yansımaları gibi duruyor. Eğlence-kültür-sanat yok ediliyor, her önemli yapı ranta dönüştürülüyor
Burak ÇİÇEK
Yürüyorum sokaklarında. Adımlarım yer yer oynamış kırık kaldırım taşlarına bastıkça sendeliyor. İstiklal Caddesine çıkıyorum. Yalnız bir tramvay kırmızılığı karışıyor hayalime, düşünüyorum… Caddeyi bir sınır gibi ikiye bölen tramvay hattının tam ortasındayım, insanların yüzlerine bakıyorum. Kargaşa, mücadele, aşk ve yalnızlık her şey bu caddede yaşanıyor. Önce kısa bir galeri turu yapıyorum. Çağdaş sanatın örneklerini, fotoğraf sanatının renklerini görüyorum. İnsanların yüzleri farklı. Burada herkes farklı. Ardından kitapçıları geziyorum. Elimde bulmam gereken kitapların listesi. Rafların arasından sözcüklere ulaşıyorum. Kitaplar elimde, bir çocuk gibi mutluyum artık. Bir kafeye giriyor, kuytu bir masa arıyorum. Sade bir filtre kahve ısmarlıyorum, Beyoğlu’nda kitaplarım ve ben varım. Zaman su gibi akıp geçmiyor, zaman sanatla değer buluyor. Sayfaları çevirdikçe, kitabın iç dünyasında gölge karakterler yaratılıyor. Bir ara orta yaşlarda bir kadın hemen yanımda duran boş sandalyeyi istiyor, konuşmak istemediğim için gülümsüyorum. Sessizce alıyor. Dikkatimi pencereye yöneltince kalabalığın bir devinim halinde karşılıklı olarak aktığını, bir insan şelalesine dönüşen Beyoğlu’nun kültür yaşamımızdaki yerini anlamaya çalışıyorum.
Beyoğlu bir eylemdir
Beyoğlu başlı başına Türkiye’nin ve İstanbul’un kültür ilçesi. Bu bölge İstanbul’un kalbi. Türkiye’de insan konjektürünün bu kadar kozmopolit olduğu başka bir yerleşim yeri yok. İnsanlar bu bölgeye çok farklı amaçlar doğrultusunda geliyorlar. Sanatın ve eğlencenin bir arada yaşandığı İstanbul’daki tek yer olma özeliğini koruması yanı sıra, Beyoğlu iyi bir buluşma mekânıdır. Taksim Meydanı, İstiklal caddesi İstanbul’un bir özetidir. İstanbul’da yaşayıp, ‘’AKM’nin önünde buluşmayan’’ var mıdır? İşte böyle bir ‘’bölge’’ yakın zamana kadar sürdürdüğü bu özelliğini yitirmeye başladı. Bir Türkiye görünümüne sahip olan Beyoğlu, son zamanlarda büyük bir değişime uğruyor. Önce 2006 yıllında eski Saray sinemasının bulunduğu yere alışveriş merkezi inşaatı başlatıldı. Bu, şehircilik açısından büyük bir sorundu. AVM’nin 1930’lu yıllarda ünlü Saray ve Lüks Sinemaları’nın yer aldığı Sin-Em Han’ın üstüne inşa edilmesi birçok tartışma yarattı, derken AKM (Atatürk Kültür Merkezi) 2008 yılında tadilat gerekçesiyle kapatıldı, sorunlar çözülemedi. Hala yetkililerden kabul edilebilir bir açıklama yok. Cumhuriyet döneminin en eski sineması Emek ise 2009-2010 sezonunda kapandı. Burası da alışveriş merkezi yapılmak isteniyordu, Emek Sineması’nın yıkılmasını öngören proje, başvuru üzerine 12 Mayıs 2010 tarihinde ‘’yürütmeyi durdurma’’ kararı verilerek donduruldu. Ardından belediyenin masa ve sandalye kaldırma operasyonu başlatıldı. Sayısız mekân bu karardan etkilenerek kapandı. Yetmedi, Beyoğlu’nun ruhuyla bütünleşmiş sokak müzisyenlerinin enstrümanları zabıta ve polisler tarafından toplandı. Yerli yabancı ayırmaksızın şu mesaj verildi: Artık sokakta müzik yok! Beyoğlu genelinde var olan bu ‘’muhalif’’ ve ‘’farklılığın’’ mevcut yönetimler tarafından pek hoş karşılanmadığı açık bir gerçekti. Son 4-5 yıldır yaşadığımız olaylar, bu bölgenin yaşamımızdaki yerini kavramaya yardımcı olması bakımından önemlidir. Çünkü Beyoğlu eğlencedir, sanattır, düşüncedir, ideolojidir, kültürdür, herşeyden önce eylemdir!
Rant değil sanat
Türkiye tüm dünyada alışveriş merkezi (AVM) yapma rekorunu kırıyor. Birbiri ardına yapılan projelerle, her yanımız AVM ’ye dönüşmüş durumda! Projelerin birçoğu birbirine benzer. Peki, Beyoğlu’nun atmosferine AVM yakışır mı? Radikal Gazetesi, İstiklal Caddesi’ne yapılan AVM’nin inşaat sürecini 2004’ten bu yana yakından izliyor. 2004 yılında mevcut inşaat şirketine 19 bin metrekarelik alan verilmiş. Ancak Yenileme Alanı Koruma Kurulu’nun izniyle AVM’nin inşaat alanı 50 bin metrekareye çıkarılmış. Bu noktada ne gibi usulsüzlüklerin yapıldığını anlamak güç değil! 2004’ten bu yana tartışmalar hiç durmadı. Öncelikle mevcut yapının caddeyle bütünleşmesi gerekiyordu. En azından yanındaki tarihi binaları yutmaması ve dev bir yapı olmaması kent mimarisi için uygundu. Sonuç ne yazık ki tam bir hüsran oldu. AVM’yi Milliyet Gazetesi Cadde eki yazarı Mehveş Evin 17 Haziran 2011 tarihli ‘’Hormonlu kabak Demirören’’ adlı yazısında şöyle anlatıyor: ‘’Ön cephesi öyle bir ışıklandırılıyor ki gözlerinizi alıyor. Ne zaman önünden geçsem kalabalığın içgüdüsel olarak girişinden uzaklaştığına şahit oldum. Sanki biri biber gazı atmış, orası boşalmış gibi. Acaba insanlar, sessizce tepkisini koyuyor olabilir mi? ‘Büyük, iyidir’ şiarından hareketle kocaman bir girişi, kat kat yayılan mağazalarıyla Demirören AVM, görkemli mi görkemli. Fakat bir o kadar da tatsız-tuzsuz. İstiklal’in mimarisine, küçük dükkânlarına uyum sağlamayan, çiğ bir tüketim mabedi havasında. Hadi çiğliğinden de geçtim! Ona alıştık! Fakat göz göre göre, İstiklal’in göbeğinde, bütün kuralları altüst ederek kaçak inşaat yapmak ne oluyor?’’Aynı yazıda Beyoğlu Belediye Başkanlığına eleştiri var: ‘’Sayın Demircan! Yenileme dediğiniz, tarihi yapılara zarar veren, mimarisi uyduruk, kaçak inşaatlarsa, tabii ki insanlar isyan eder, size güvenmez!1567 tarihli Ağa Camii’ne bile zarar vermeyi göze alıyorsanız, siz ne Emek’i aslına uygun restore ettirirsiniz, ne AKM’de açıklanan projeyi uygularsınız. Sonra da tepkileri “marjinal” ilan edersiniz. Şahsen adaletin işlemesini bekleyecek değilim, zaten ümidim yok. Bireysel tepkimi koyar, Demirören AVM’sinden iğne bile almam. Bakarsınız Beyoğlu’na sahip çıkan başkaları da vardır...’’ Gazeteci Mehveş Evin hala bu olayın takipçisi. Öte yandan Kültür Bakanlığı Teftiş Kurulu Başkanlığı’nın geçtiğimiz aylarda hazırladığı raporda: ‘’ İnşaatın kaçak kısımlarına göz yuman Yenileme Alanı Koruma Kurulu üyeleri, Beyoğlu Belediye Başkanlığı'nın üst düzey yetkilileri ve Demirören AVM'nin sahipleri hakkında savcılığa suç duyurusunda bulunulması, AVM'nin üçte birinin yıkılması, Kaçak inşaata göz yuman Koruma Kurulu üyelerinin, bakanlık tarafından görevden alınması istenmektedir. Ayrıca bakanlık AVM yapılırken Ağa Camii'nin tahrip olmasına sessiz kalan 2 Nolu Koruma Kurulu üyeleriyle ilgili soruşturma başlattı.’’Ancak devlet işlerindeki yavaşlık ve hukuksal bir takım sorunlar, konuyu askıda bekletiyor. En azından böyle bir görünüm var. Umursamaz, aldırmayan bir çoğunluk… Tahrip edilen ve kar amacına dönüştürülmeye çalışılan tarih… İstanbul’da başka bir Beyoğlu yok. Olamazda. Yılların getirdiği atmosferin ağırlığı vardır her adımda... İstiklal caddesine alışveriş merkezi olmaz. Rant değil sanat için yaşar Beyoğlu!
Emek’i yıkmak istiyorlar
Yeşilçam’ın ruhunu anlatan, Cumhuriyet döneminin ilk sineması Emek’in son yıllarda başına gelenlere baktığımızda Beyoğlu’nda bilinçli bir projenin olduğunu fark ediyorsunuz. Emek sineması kültür yaşamımızda önemli bir yere sahip. Sinemayı Emek’te seven bir kitle var. Ünlü film eleştirmeni Attila Dorsay ‘’yıkılırsa gazeteciliği bırakırım’’ diyor. İstanbul sosyetesinin bir zamanlar merkezi olan ‘’Melek’’, kapandıktan sonra Emekli Sandığının satın aldığı ve ‘’Emek’’ adıyla kurduğu bu sinema, 10 sinemalı + mağazalı + alışveriş merkezli kompleks yapılmak isteniyor. Ve akla ilk şu soru geliyor: Yer mi yok? Burası bir döneme damgasını vurmuş tarihi bir sinema. Korunarak restore edileceğine, ranta dönüştürülmeye çalışılıyor. Hemen yanında yapılan dev alışveriş merkezinin yanında kalmış, bakımsız ve içler acısı bir halde dava sonucunu bekliyor. Binanın komple alışveriş merkezi yapılma projesini öğrendiğimde yılların İnci pastanesi’nin yine bu kompleksin içinde olduğunu fark ediyorum. İnci pastanesini İstanbul’da bilmeyen yoktur. Lezzetli profiterolüyle yılların pastanesi de kapanma tehdidi altında. 68 yıllık İnci pastanesinin müdürü Musa Ateş’le görüşmek istiyorum ancak onu bulamıyorum. Yıllardır bu pastanede çalışan bir görevli her şeyi anlatıyor:‘’burası sadece bizim değil. Burası İstanbul’un bir değeridir. Yılların pastanesidir. Bina Emekli Sandığına ait, o da başka bir şirkete devretmiş ama bizim mücadelemiz sürecek.’’ diyor, biran susuyor sonra tekrar söze başlıyor: ’’Burası aslına uygun olarak restore edilmeli. Emek sineması da öyle. Yeni sinema yapmaya gerek yok. Öyle küçük küçük oda gibi sinemalar buraya yakışmaz. Emek’in görkemini taşıyamaz. Biz tahliye davasına karşı temyiz davası açtık. Anlaşamadık inşaat şirketiyle’’. Şimdiden yeni yer aramaya başlamışlar ancak, ‘’biz taşınmak istemiyoruz. Zaten burada kiralar çok pahalı. Kaldırabilmemiz zor. Bazen Beyoğlu’nda olanları görünce şaşırıyorum. En ufaktan şu kaldırımlar… Bir yağmur yağıyor çamur içinde kalıyor. Kırık dökük. Belediyenin çalışmalarına anlam veremiyorum… Avrupa Kültür Başkenti diyorlar, şu yaptıklarına bak.’’ diyor yılların emektar pastacısı. Emek sineması ve çevresi için yapılan proje Kültür Bakanlığı içinde herhangi bir sorun teşkil etmiyor. Ertuğrul Günay’ın yaptığı açıklamalar baktığımızda Günay, sinemanın ranta dönüştürülmek istendiği iddialarına katılmıyor. Ancak Emek sinemasını yapan şirketin 10 Ocak 2012’de Milliyet-Radikal-Sabah ve Haber-Türk gazetelerine yaptığı açıklama da: ‘’Emek restorasyonla korunabilir ama daha az para kazandırır’’deniliyor. Emek Sinemasını yaşatalım adıyla kurulan internet sitesinde ‘’Biz Emekseverler en başından beri kamuya ait olan binanın kamu yararına kültür sanat hayatımıza katkı sağlayacak şekilde kullanılması gerektiğini, kamuya ait Emek Film Merkezi olması gerektiğini söyledik. IKSV Emek sineması dâhil Serkidoryan'in tamamını içeren bir alternatif koruma amaçlı öneriyle başvurmuş Kültür Bakanlığı'na, içeriğini bilmiyoruz ama tabii ki Emek'i koruyarak kültür sanat hayatımıza yeniden kazandıracak, koruyacak projeleri desteklemek hepimizin isteği.’’ diye Mehmet Kurtkaya tarafından yapılmış bir açıklama var. Dava süreci tartışmasız uzun ve yorucu. Ayrıca kamuoyuyla her şey paylaşılmıyor. Ancak bir sanatsever olarak bu sinemanın aslına uygun olarak yaşatılması en önemli isteğimiz. Çünkü burası önemli bir yer. Para kazanma amaçlı birçok yer yapabilirsiniz ancak Emek yaşamalıdır!
‘’Ne sokaktan anlıyorsun ne müzikten’’
İstiklal caddesinin kesiştiği küçük sokaklar ve birbiri ardına dizilmiş kafeler, barlar ve çeşitli eğlence mekânları… Buranın ‘’atmosferi’’ bu. Teması bu. Bu daracık, sıkıntılı sokaklar başka bir işe yaramaz. Burası insanların dostlarıyla iki kadeh içebileceği, eğlenebileceği yerlerdir. Beyoğlu, geçtiğimiz yılın Temmuz ayında ani alınan bir kararla ‘’sandalyesiz’’ kaldı. Önce Asmalımescit’de başlayan daha sonra tüm sokaklara yayılan bu uygulama, mekân sahiplerini isyan ettirdi. Tüm bunlar Beyoğlu’ndaki bilinçli ‘’dönüşümün’’ simgesiydi. HaberTürk gazetesinin Ağustos ayında manşetlerine ‘’ikinci dalga’’ diye taşıdığı sokak müzisyenlerinin zabıta zoruyla kaldırılması da tüm bu planların ‘’net’’ ve ‘’açık’’ bir tanımı gibiydi. Bu süreçte yürüyüşler ve çeşitli eylemler yapıldı. BEYDER‘in (Beyoğlu Eğlence Yerleri Derneği)’nin ‘’İstiklal’e Dokunma’’ adlı yürüyüşü, çeşitli sloganlar eşliğinde esnafın da geniş katılımıyla İstiklal Caddesinde yapılmıştı. 40 bine yaklaşan imza toplandı ancak herhangi bir değişim olmadı. Ardından birçok mekân kapandı. Yaşayan sokakları teker teker yok ettiler… Öte yandan burada oturan bir arkadaşım uygulamanın yerinde olduğunu söylüyor. Kendisiyle konuştuğumda: ‘’Yaz aylarında sokaklardan geçilmesi zor oluyor. Müzik, içki ve yüksek gürültü beni rahatsız ediyor. Karar yerindedir.’’ Elbette bir şey söylemek zor. Ancak bir çözüm bulunacağına temelden kaldırma yoluna gidilmesi ülkemizde ‘demokrasinin’ geldiği noktayı gösteriyor. Bu karar alındıktan sonra birçok mekân sahibi iflas etme noktasına geldi. Bir bölümü kapattı. Diğerleri ise hala direniyor… Birkaç mekân sahibiyle konuştuğumuzda ‘’ne sokaktan anlıyorlar ne müzikten, bunların amaçları belli kafalarında tasarladıkları Beyoğlu’nu yaratmaya çalışıyorlar. Ama biz direneceğiz. Halkın da bizim arkamızda olması gerekiyor.’’ diyorlar. Aslında bütün bunlar Beyoğlu’nda var olan çözümsüzlüğün resmi. Kimse adım atmıyor. Ancak Beyoğlu’nda her geçen gün bir şeyler olmaya devam ediyor.