- Kategori
- Gündelik Yaşam
Düşyakalayan

Ne için yaratıldıysak onu gerçekleştiriyoruz
Fotoğrafının ardından senin… Antalya’da rüzgar dalgaları vuruyor, dalgalar kayaları. Gecenin karanlığında seçilemeyen ufkun ötesinden gelen dalgalar insanı çeken bir sesle kayalara çarpıyor. Beyaz köpükleri her dalgada daha da yükseklere çıkıyor. Seni suskun kılıyor, uzaklardan yaklaşan dalganın sesi. Bir serinliktir çarpıyor yüzüne, ürpertiler içinde yarım kalıyor hayallerin, olanca sıcaklığı ile sönüp gidiyor. İki dalga arası bir hayat onlarınki. Denizin kenarında, kayaların üzerinde dalgaları izlerken bir düşüncedir alıp gidiyor seni. Öyle biçare susuyorsun. Yıllar gözünün önünden akıp gitmekte. Fotoğrafının ardından senin… Sonbaharda yaprakları sarı, kırmızı olur Karaman yolu ağaçlarının. Otobüsün camından onlar takılır ilkin gözüne, sonra o sonsuz düzlükler. Mağrur dağların heybetli yamaçlarında topraktan evler, sonsuzluğun ortasında ekili tarlalarda çoluk çocuk, yaşlı, kadın; bir de dağların yükseklerinde dağın griliğine karışmış beyaz örtüsü ile kar ve koca koca bulutlar, sanki beni izlemekteler. Başlangıcını hatırlamadığın yolu nasıl anlatırsın kendine. Bir tek, camın ardından gördüklerin. Sanki bu yol hatıraları hiç bitmeyecek. Akşama doğru garda beklemeler başlar. Bir otobüsten inersin, bir başkasını beklersin. Ardında bir başka dünya bırakırsın; bir başka dünyaya uzanırsın. Herkes sakin, kimse koşuşturmuyor. Çaylarını yudumlayanlar, sigarasını içenler. Bir amca yanındaki teyzenin elinden tutmuş, bir şeyler anlatmakta. Birkaç genç bir araya gelmiş, gülüşüyorlar. Sevgililer birbirlerini uğurluyor. Yakalarında firma kartları, ellerinde liste, görevliler gidip geliyor. Dışarıda kışın habercisi tatlı bir soğuk var. Valizler geliyor valizler gidiyor. Bir amca oğluna söyleniyor, çuvalda elmalar var, köyden geliyor. Yola çıkalı bir saat kadar olmuş. Dışarıda gecenin örtüsü altında uzaktan ışıkları görülen bir köy var. Belli belirsiz bir dağ sırasının eteğinde. Orada kimler yaşar, nasıl yaşar? Anne sabahtan, gün ışıyınca kalkar. Çocukların eğlencesi bahçedeki yaşlı eşek. Sobalar yakılır. Kahvaltı hazırlanır. Anne babaya saygı gösterir. Çocuklarda sabah sabah bu neşe! “Yavrum dur!” Nafile, anlamaz. Bir iki çıkışır baba lakin sonra eli çocukların başını okşar. Şehre okula gidenler vardır, orta okul belki lise. Fazlasını aramak olmaz. Fazlası, zaten aranmaz. Camdan görüntüler yansır, hayaller yansır aklına. Otobüsün yeşil ışığında kaç yıldır hatıralarla, hayallerle yol almaktasın. Fotoğrafının ardından senin… Sonbaharda yağmurlar başlar. Havanın istenmeyen soğuğunu kırar. Dışarı çıkarsın. Yağmur durmuş, toprak kokmaya başlamıştır. Gidecek tek bir cafe dahi yoktur. Sadece yürürsün. Tanıdık esnafa uğrarsın. Her zaman sana demli bir bardak çayları vardır. Sohbet edersin. Muhittin ağabeyin bir bebeği oldu. Adını Emre koymak istedi. Övündüm. Lakin eskilerin adları konmuş. “Ben olsam Emre koyacaktım” dedi. Çayımı yudumladım. Sokaklarda tek tük tanıdık simalar. Her yerde toprak kokusu. Akşam olunca çocukları da alıp nargileye gitmeli. Oranın elma çayı güzel oluyor. Eve gitmek içinden gelmez. Şimdi ne lüzum var o dört duvar beklemekteyken. Muhammed “nerden senin bu enerjin hiçbir yerde yarım saatten fazla duramıyorsun” diyor. Beni dinlerken gülmekten gözleri yaşarıyor. Anlatacak, güldürecek çok şey var. Hatıralar, o gün olanlar. Bu ıssız sokakları onlar için dopdolu hale getiriyorum. Ama aklım hep başka başka yerlerde. Bir cumartesi günü yağmurla uyandım. Sabahın erken saatleriydi. Evin içinde hoş bir loşluk vardı. Cumartesileri yağmur yalnız çekilmiyor, anladım. Fotoğrafının ardından senin… Dersler bir başka uğraş. Artık zaman yok. Olanı da her dakika tükenmekte. Karar yılı. Yüksek lisans yapmalı mı? Hemen bir iş mi bulmalı ? “Sen yapamazsan biz nasıl yaparız” diyorlar. O vakit daha da korkuyorum. Okul öğrenimi dışında sahip olunan eğitim, kültür, görgü ve dahaları ve dahaları… Onca birikim şimdi uykusuz gecelerin endişelerine kurban gidiyor. Eskiden insanın hoşuna gidiyordu lakin şimdi o fıldır fıldır dönen gözler yerini sorumluluğun kıpırtısız bakışına bıraktı. Fotoğrafının ardından senin… Üzerinden mevsimler geçmiş. Sonbaharın dökülen yaprakları ile örtülmüş; Kar ile kaplanmış; Yazın bir başka yeşermiş, büyümenin düşüncesi. Anlatamamanın kısırlığı içinde tanımak kavramı. Heyhat, umut! Kendine bahaneler buluyor. Fotoğrafın beklenmedik fakat bir o kadar da güzeldi. Bir şeyler aradım orada burada sana yazmak için, bulamadım. Dönüp fotoğrafına baktım. Ardı ardına aklıma geliyordu kimseyle paylaşılmamış, bana saklı hatıralar. Fotoğrafın ne güzeldi! Bir şiir gibi mısrası yoktu o gün ve gecelerin, hiçbir şiire konu olmamışlardı. Lakin yazılmış hiçbir şiir onlar gibi olamazdı. Onlar sadece bunca yılın ardından gözlerime gelip yerleşmiş bir bakıştı. En fazlası o kadar. Ama benimdiler. Fotoğrafına baktım. O güzellikte yazılacak bir şiirim yoktu. İkinci günün sonunda sabaha karşı bunları yazdım. Rüzgarın sesi duyulmuyor, ağaçlar kımıldamıyordu. Nasıl mısralara dizeceğimi bilemediğim hatıralarımı ayıkladım. Onlardan nedendir bilmem en suskun olanlarını seçtim. Bir ana ait olan durgun hatıralar. Ben onlarda hep bir başka güzellik bulmuşumdur. Bir an için gözlerine gelip yerleşen bir bakışın bu hayattaki yeri nedir? Başkalarını bilmem ama o bakış benim yıllarımdır. Fotoğrafın öyle güzeldi ki, sana mısralara yazılamayacak güzellikte olandan başka bir şey yollayamadım. Elbette sana kuru bir toprak parçası gibi gelebilir. Gelmesin.