Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Temmuz '07

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Dut ağacına nasıl çıkılır?

Dut ağacına nasıl çıkılır?
 

Dut ağacına çıkmanın da belli kuralları vardır. Öyle “Dut ağacına çıktım da dut yedim” demeyle olmaz.

Önce…

Dut meyvesini verdiği zamanda, genellikle “Bağ’da” göçülü olmak gerekir. Tabi nereden çıktı “Bağ’da göçülü olmak” derseniz, onu başka bir blog yazısında anlatırım.[1]

Akşamın serinliğinde, ekmek kazanından bir adet taze bazlama alınır. Üzerine tuz serpilir. Soyulmuş bir diş sarımsak, tuzlu bazlamanın üzerine elde hiç kalmayıncaya kadar sürülerek yedirilir. İsterseniz sarımsak yerine bazlamanın üzerine çaman[2] (Çemen) de sürebilirsiniz.

Sonra dut ağacının dibine varılır. Bazlama ağza alınır. Çok dikkatli bir şekilde dut ağacının üzerine çıkılır ve ağızdaki bazlama, ağaç dalı üzerindeki bir budağa takılır.

Sonra…

Ağzınızla birkaç tane dalından koparılarak duttan alınır, sonra budakta takılı bazlamadan bir lokma ısırılır. Sarımsaklı bazlama bitene kadar bu şekilde devam edilir. Dikkat edilmesi gereken tek şey, iki elle sıkı sıkıya ağacı tutunmak gerekir. Yani dut toplarken, bazlamadan ısırırken bile iki eliniz ağaçta olacak.
Diyeceksiniz ki “İki elle ağaca tutunup, hiç el kullanmadan dut ve bazlama yemek marifet mi? Gösteri mi yapıyoruz.”

Hiç ilgisi yok gösteri yapma ile. Buradaki “İncelik” ve dikkat edilmesi gereken ve oldukça önemli olan şey, Allah korusun ayağınız kayar mayar da “Dut ağacından düşerseniz” affınıza sığınarak söylüyorum, düşünce ağacın altında “Eşek” olursunuz. Hiç duymadınız mı “Dut ağacından düşen eşek olur” diye?[3]

İşte o nedenle iki el, sıkı sıkıya ağaçta tutulu olacak ki, düşme riski “Sıfır” olsun…

Yok, eğer “Ben bu şekilde dut yemeyi beceremem” derseniz, onun da kolayı var. Evden büyük bir örtü alacaksınız. Bir kişi (Yine düşmemek kaydıyla) ağacın üzerine çıkacak, diğerleri örtüyü dalların altına tuta tuta gezdirecek, yukarıdaki ağacı salladıkça, olgun dutlar örtüye dökülecek.

Lakin…

Karadut’u sakın böyle toplamayın.

Çünkü…

Bir zamanlar birbirlerine âşık iki genç varmış. Kızın adı Ayşe, delikanlının ki ise Ali imiş. Bunlar yan yana evlerde otururlardı. Birlikte büyüdüler ve çocukluklarından beri birbirlerine karşı aşk beslediler. Fakat aileleri görüşmelerini istemezler birbirlerine uygun olmadıklarını düşünürlerdi. Oysa onlar birbirlerini ölesiye seviyorlardı. İki evin arasında gizli bir çatlak vardı, aileleri bunu bilmezler onlarda geceleri burada buluşur o aradan birbirlerine seslerini duyurur aşklarını dile getirirlerdi.

Bir gece ormandaki bir ağacın altında buluşmaya karar verdiler. Ayşe ağacın olduğu yere Ali’den önce varır. Gittiğinde avını yeni yemiş ağzından kanlar akan kocaman bir aslanla karşı karşıya gelir. Korkarak bir mağaraya doğru koşmaya başlar. Farkında olmadan yolda boynundaki eşarbını da düşürür. Biraz sonra Ali de ağacın altına gelir. Gördükleri karşısında donup kalır. Kocaman aslan, ağzında kanlarla birlikte biricik sevgilisi Ayşe'nin eşarbını parçalıyor. O an aklına gelen ilk ve tek şey aslanın Ayşe'yi öldürerek yediğidir. Ayşe’siz yaşayamayacağını bilen Ali’nin aklından geçen, aşkı uğruna canına kıymaktır. Belinden hançerini çıkarır ve kalbine saplar, kanlar içindeki cansız bedeni yere düşer.

Ayşe ise korkusunu bir kenara atıp bir an önce aşkını görmek için mağaradan çıkar ve ağacın altına geldiğinde o korkunç sahneyle görür. Ali’nin cansız vücudu yerde ve elinde Ayşe'nin düşürdüğü eşarbı da elindedir. İlk önce genç kız olanlar karşısında ağlamaktan hiçbir şeyi anlayamamıştır. Ama eşarbı ve uzaklaşan aslanı görünce ne olduğunu kavrar. Bir an mağarada düşündüğü o korkunç şey başına gelmiştir. Ve onun öldüğünü düşünen Ali, aşkı uğruna canına kıymıştır. Ayşe, hiç düşünmeden hançeri alır ve o da kalbine saplar. Eğer Ali, aşkı uğruna ölümü göze aldıysa o da hiç çekinmeden canına kıyabilirdi ve öyle de yapar. Vücudu Ali’nin bedeninin üstüne yığılır.

O anda tanrılar bu yüce aşkı ölümsüzleştirmek istediler ve bu çiftin üstünde duran ağacı bunların aşkına adadılar. Ali’nin kanını bu ağacın meyvelerine, Ayşe’nin gözyaşlarını ise ağacın yapraklarına verdiler.

O günden beri karadut ağacının meyvesinin çıkmayan lekesini, (Ali’nin kan lekesini), dut ağacının yaprakları, ( Ayşe‘in gözyaşları) temizler[4]…

Yemesi, toplanması ve hatta ağacına tırmanması bile merasim olan “Dut” aynı zamanda faydalı bir meyvedir.

Dut mevsiminden önce çıkan Kiraz; “Dut benden sonra gelmese, insanları sapıma çeviririm” dermiş…

İşte böyle…

“Dut ağacına çıkardık, dut toplardık, çatal bulurduk” demek öyle kolay değil…

Değerli kardeşim…

19 TEMMUZ 2007

[1] Kayseri’de yazın “Bağlara” göçülür ve belli süre orada yaşanır.

[2] Pastırmanın yüzündeki çemenin evlerde yemek için hazırlananından…

[3] Bakın bunun için de bir blog yazayım, çünkü açıklaması uzun sürebilir…

[4] Dut ağacının meyvesinin lekesi çıkmaz ama elinize ağacın yaprağını alır ovuşturursanız lekenin gittiğini görürsünüz. Hikâyedeki kızın adı Tisbe, delikanlının adı de Premus idi. Ama ben oları böyle çevirdim.

 
Toplam blog
: 1104
: 918
Kayıt tarihi
: 28.01.07
 
 

Emekliyim ama “Tekaüt” değilim. 1961 yılından beri değişik “Anadolu” gazetelerinde yazdım. 1984-8..