- Kategori
- Teknolojinin Geleceği
Duygu olmadan yaşanır mı?

Göremezen eğer, işitemezsen, tadamazsan, dokunamaz ve koklayamazsan bu dünyada yaşamak neye yarar?
En büyük fütürist Jules Verne'in 1865 yılında yazdığı "Aya seyahat" adlı eğlenceli ve uzgörülü öyküsü o devirde büyük ilgi görmüş adeta fırtınalar koparmıştı. İnsanlar gelecek üzerine daha çok ilgi duymaya, geniş hayaller kurmaya ve heyecanlanmaya başladılar. Bir asır sonra, 1969 yılında Apollo uzay aracının Columbia adlı modülü ay yüzüne indiğinde Jules Verne’in büyük düşü gerçekleşmiş ve insanlık tarihinin en büyük adımlarından biri atılmış oldu.
O günler şimdi çok gerilerde kaldı. İnsanoğlunun çağlar boyu geleceğe ve bilinmeze olan merak ve ilgisi günümüzde teknolojinin baş döndürücü ilerlemesi ve gelişmesi ile daha da hız kazanmış durumda. Bu gelişmişlik her gün yeni modern araç ve gereçleri insanlık hizmetine sunarken, bir yandan da yaşam tarzlarını hatta düşünce yapılarını değiştirmeye başladı.
Bizler henüz terk edilmekte olan dijital çağın getirdiği nimetlerden tam olarak yararlanamamışken şimdi Sibernasyon çağına girdiğimiz söyleniyor. Gelecek senaryoları üzerine düşünen ve geleceğe dair öngörülerde bulunan kişiler olarak kendilerini tanımlayan fütüristler ise, sibernasyon çağına ayak uyduramayanların bu çağın getireceği yeniliklerden yararlanamayacağı gibi atıl bir yaşama mahkum olacaklarını iddia ediyorlar.Buraya kadar iyi güzel de, şu her şeyi enine boyuna düşünen fütüristlerin, dünyanın büyük bir coğrafyasında hüküm süren fakirlikten aç ve sefil yaşayan yüz milyonların bu durumdan kurtarılması, yaşam şartlarının iyileştirilmesi için bir uzgörüleri, öngörüleri var mı, insan merak etmekten kendini alamıyor doğrusu.
Sibernasyon çağının nimetlerinden ülkemizde ve dünyada üst gelir gruplarının yararlanacağı, orta tabakanın da ( kaldıysa eğer ) biraz zorlama ve kendilerini daha da bunaltacak borçlanmalarla bu imkanlardan bazılarına ulaşmak isteyeceği düşünülebilir. Peki ya diğerleri ve o aç sefil yüz milyonlar..?
Neyse, bırakalım şu fütüristleri bir yana, onlar uzgörülerini geliştirsinler, gelecek için öngörülerde bulunsunlar. İyi şeyler yapıyorlar, yapıyorlar da, teknolojinin akıl sır almaz gelişmesi karşısında insanoğlunun kendini doğanın bir parçası olarak ayakta tutan, yaşamın olmazsa olmazı duygulardan giderek uzaklaşması ve başta kendine sonra da çevreye yabancılaşması ne olacak? Duygular böylesine körelince insanların mutsuzluğu daha da artmayacak mı? Uzaktan kumandalı cihazlar ve araçlar yerlerini dokunmatik hatta, ses ve düşünce ile çalışan, işleyen araçlara bıraktığında insan doğadan ve gerçek yaşamdan tamamen kopmayacak mı? Kediyi sevmek için ekrana dokun, kedi ekrandan başını uzatsın sen de okşa, burnunu çek derin derin çiçeklerin kokusu gelsin, yüzer gibi yap kendini dalgaların arasında hisset, uzat dudaklarını sevgilin karşıdan öpsün, daha neler neler. (!)
İnsanoğlu artık beş duyusunu kullanamaz hale geliyor. Sistemlerin ve robotların elinde sanal bir yaşama sürükleniyor. Ben, görmeyi, işitmeyi, tatmayı, koklamayı, dokunmayı seviyorum. Ağaçları, çiçekleri, hayvanları, gök yüzünü, denizleri, bulutları seviyorum. Fırından gelen ekmek kokusunu, demli çay kokusunu, yağmuru, rüzgarı seviyorum. Daha fazlasını da aklım almıyor ve zaten öyle bir dünyada da yaşamak istemiyorum. Ohh, çok şükür bitti. Şimdi deniz kıyısına gidip çay bahçesinde oturacağım, demli çayın yanında çıtır çıtır bir simit ne güzel gider değil mi, ve martı çığlıklarını dinlemek.