Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

29 Ekim '11

 
Kategori
Kitap
 

Ece Temelkuran'dan 'İkinci Yarısı'

Ece Temelkuran'dan 'İkinci Yarısı'
 

Kitap kapağı.



Sanırım Ece Temelkuran'ın isminde, adını koyamadığım bir çekicilik olsa gerek yoksa yarısında bıraktığım bir kitabın yazarının yeni yapıtını niye satın alayım ki?

Kitap yazılarımın en azından bir tanesine bile denk geldiyseniz biliyor olmalısınız ki ben kitaplarımı sadece kitapçılardan alıyorum. İnternet üzerinden kitap alma olayına bir türlü ısınamadım.

İşte o yüzden evden çıkarken kafamda Migros'a giden tutumlu tüketici misali bir liste olmuyor. Baba parası ile AVM'lerde alışveriş yapan genç kız gibi, gördüğüm her kitaba atlıyor elime alıp arka kapağını okuyor, içini açıp bakıyor sonra da elimde tutup aynaya bakıyorum, yakışmış mı diye. Bir cafede oturmuş çayımı yudumlarken ya da metroda uzaktan bakanların ne kadar da entel birisi olduğumu anlamalarına yetecek kadar afili bir kapağı var mı sorusunu da soruyorum kendime.

Eve gelip de koltuğa oturup teker teker aldığım kitapları babama gösterirken farkettim ki ben bu yazarın kitabını yarım bırakan adam, nasıl bir gaflet ve delalet içindeysem o an, yine bir kitabını eklemişim kasadaki ödeme listeme.

Neyse dedik, bu sefer inat eder okurum, sonunu bulmadan bırakmam. Olur ya bu kadar seveni okuru varsa belki de ben doğru açıdan bakamıyorumdur. Nihayetinde o bir profesyonel yazar bense sadece amatör bir okurum.

Okurum dedim ya meğer ne verilmeyesi bir söz, tutulmayası bir yemin etmişim. Posta gazetesindeki Haydar Dümen sayfasının üzerinde 3 porsiyon acılı Adana kebabı yeseydim muhtemelen daha az acı çekerdim.

Aslında ne kadar da pozitif ayrımcıyımdır bir bilseniz. Kadın yazarları okumakla, hayata kadın açısından bakışı tanıdığım için iş ve eş hayatımda da başarımı daha da arttırdığımı düşünürüm hep.


Ama yok Ece hanım ile uyum tutturamıyoruz bir türlü ve kendimdeki yeterli özgüven nedense ''Yahu yoksa bende mi bir sorun var'' duygusunu yaşamama da engel oluyor. Daha çok ''Allah allah, milletin bulup da benim göremediğim ne acaba?'' sorusundan bir adım öteye geçmiyor kendi kendimi yargılarken savcı tadında sorduğum soruların genel düzeyi.

Bana nedense hikayesi olmayan ve sadece laf ebeliği yapılarak günün kurtarılmaya çalışıldığı kitaplardanmış hissi uyandıran 'İkinci yarısı', o ''Elinize, yüreğinize sağlık'' şeklinde sevdiği yazarlara mesaj gönderen okur kitlesi dışında kimleri ne kadar tatmin ediyor bir türü bilemiyorum.

Tatlı yaşlanan ninelere öykünen yazar kitabın bir yerinde, ''Çilek reçeli yapmak dışında size ihtiyar kadınların kendi hayatlarından çıkarttıkları derslerle öğrettikleri her şeyi unutun'' diyor. Sonra da yazdığını sanırım kendisi unutup bu kez de ''Son sapağa kadar yiyin, için, gezin okuyun (Son sapağı ise aman pas geçmeyin) ve torunlarınıza anlatacağınız hikayeler biriktirin diyor.

İnsan yazar ne derse onu yapacağım diye karar almış bile olsa, kafa karışıklığına düşmemesi olası değil. Hem kimseyi dinlemeyin hem de herkese anlatın öğüdü birarada ciddi bir tezat oluşturuyor.

Gazetelerdeki 'Şiir Köşesi'ndeki 16 yaşındaki kız arkadaşa edilen hisli cümleler tadında karmakarışık anlatımlarla dolu bir kitap için neden herkes susuyorken sadece ben ortaya çıkıp ''Kral çıplak'' diye bağırıyorum onu da bilmiyorum ama sen yazmazsan, ben yazmazsam nasıl anlaşılır iyi kitapların farkı diğerlerinden?

Yani o kadar mı okunmaz diyenlere ise ''Yok canım değil tabi ben sadece biraz abartıyorum'' diyebilirim. Nihayetinde bayanlara karşı hep kibar olmayı ilke edinmiş birisiyimdir.

''İçimden gelen şeyleri yazmak içimden gelmiyor'' demiş, iyiki de demiş, mesela bu cümlesi çok hoşuma gitti. Şimdi bunu başka yerlerde kullanabilirim mesela. Sonra ''Ciddiye alınmayı ciddiye almıyorum'' da demiş, bu da iyi.

''Zamanı dolana kadar zamanını pek iyi doldurdu''. Sonra mesela ''Son yıllarda bir selamlaşma biçimi haline getirilen kilo almışsın, zayıflamışsın'' gözlemi de kendisine alkışlarla katıldığım on numara bir fark ediş.

''Eee madem bu kadar güzel laflar etmiş o zaman niye baştan o kadar saydırdın, haksızlık etmiş olmuyor musun?'' derseniz de 300'e yakın sayfada bırakın da o kadar da dişe dokunur şey olsun diye sormazlar mı adama?

Küçük kara balık ızgara başlıklı bölümde '' Çocukken okunan kitabın insanların kaderini belirlediğine ilişkin bir kanaatim var'' diyor yazar. Düşünsenize bu kitabın yanlışlıkla bir çocuğun eline geçtiğini ve bir solukta okuyup bitirdiğini(!). Sanırım ömrü boyunca insanlarla ciddi iletişim bozuklukları yaşayan, ne dediği anlaşılan ne de kendisine söylenenleri anlayan bir meczup olarak ortalarda dolaşır durur mazallah. Aman aman, kitabı çocukların erişemeyeceği yerde saklamak lazım, ecza dolabında falan.

Anti depresan başlığında yazar ''Beynimizdeki tahammül kimyasını bu kadar hor kullanmasaydık'' diyor. Sanırım bu cümlesini bu eleştiriyi okurken de hatırlar. (Kitap eleştirlerimin çok yoğun bir okuyucu kitlesi tarafından merakla takip edilip soluksuz okunduğu konusunda hayret edilecek ölçüde nasıl da kendimden eminim değil mi?)

''Bu dünyanın tek yangın merdiveni şiirdir'', ''Yeryüzünden doğmuş olmanın intikamını yeterince alabilmek için yaşamalısın'', ''Tanrının en büyük hatası çocuklara vermesidir çocukluğu...'' iyi de ''In the middle of nowhere'' ''Bütün yönlerin tam ortası'' değil de sanki '' Hiçbir yerin tam ortası''
olarak yazılsa daha mı iyi olurdu acaba?


Yazılarında sıkça,

Her insandan aslında,
iki tane olması,
aslı ile kopyası,
birbirinin aynası.


şeklinde şiir diline çevirebileceğim bir dileği var yazarın. Yalnız her insandan kopyalar olması dileği, gittikçe cümleleri kopyalamaya ve copy paste tadındaki hep ama hep aynı cümlelerin kitabın içinde farklı yerlere serpiştirilmelerine kadar uzanıyor. Belki gazete yazılarını kitaplaştırmanın sakıncalarından biri bu durum ama tekrar sayısı üçü beşi geçince kan da doğal olarak okuyunun beynine çıkıyor. Bu kadar tekrar gerçekten de sıkıcı. Tekrara kaçılacaksa 300 sayfalık bir kitaptansa daha ince ama tekrarı az bir eser tercih edilebilir.

Bir de yazarın intihar hakkındaki aşırı övgü sözleri okuyanı yazar adına korkutmuyor değil.

Ortaya yazılmış muallak, herkesin hoşuna gitme olasılığı yüksek cümleler kurup sonra geri çekilmek yazarın boş zamanlarını değerlendirdiği bir hobisi olsa gerek çünkü bu yönteme sık sık başvuruyor.

Feminizme bakış açısında da beni rahatsız eden şeyler var. Belki erkekleri aşağılayıp yerin dibine sokup ondan sonra da kadınları yere batmış erkeklerle kıyaslamak yerine kadını yüceltmek ve layık olduğu güzelliklere kavuşturmak yönünde çaba gösterse daha iyi olacakmış gibi geliyor bana.

Erkeği aşağılayan bir kadın olarak anılmak, bilinmek kime ne yarar sağlar bilemiyorum. Bir anda yüzde elliyi karşına alıyorsun ki o erkeklerin arasında kadını gerçekten sayan sevenler varsa bile bu kadar aşağılamaya katlanamayacaklar olacağını da hesaba katmak gerekir sonuçta mazoşizm oranı erkekler arasında yazarın düşündüğü kadar yüksek olmayabilir. Yani demem o ki yazarın erkekler hakkındaki söylemleri ciddi anlamda yaralayıcı olabiliyor, birinin bunu kendisine söylemesi gerekiyor.

Sonuçta ben kendi adıma Ece Temelkuran'ın 'İkinci Yarısı' kitabı ile ilgili düşüncelerimi yazmaya çalıştım. Nasıl kendisi kitabı yazarken insanlar ne düşünür şeklinde bir kaygıya kapılmamış, birilerini kırar mıyım dememiş ben de aynı şekilde eleştirimde yazarı incitme kaygısını hiç dikkate almadım. O yüzden belki acımasız gelebilecek bazı cümleler varsa, dilimin sertliğinden söz edilecekse ben de şunu hatırlatmak isterim ki dondurma yalamadığımız ya da sevgiliyi boynundan öpmediğimiz sürece dilin çok da yumuşak olması gerekmez.


http://kaanakoba.blogspot.com/2011/10/ece-temelkuran-ikinci-yars.html

 
Toplam blog
: 344
: 1122
Kayıt tarihi
: 22.07.09
 
 

Okur yazarım. Okur yazarlıktan kastım, okuduklarımı yazmamdır ki, bu yazılarımı genellikle 'kitap..

 
 
 
 
 

 
Sadece bu yazarın bloglarında ara