Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

22 Nisan '09

 
Kategori
Blog
 

Editörün adı yok.

Editörün adı yok.
 

Elden ele dolaşacak kışkırtıcı bir yazıyla kışkırtılabilecek nitelikteki bir okuyucu, kendini belirli bir hedefe yönelterek tetikleyen yazarı, tanımı henüz şekillenmemiş, aslında öldüreni belli ama yine de faili meçhul olan bir davanın neresine koyabilir ki?

Sofi’yi evlatlarından birini seçmeye zorlamak cümlesindeki özneyi, ‘biri’ ya da ‘bir Yahudi’ kelimeleriyle değiştirirsek, bir insan olarak Sofi’yi herhangi birileştirmez miyiz?

Yitirmez miyiz?

Sofi’yi seçime zorlayan vicdanla, yazdığı metin ile kişiyi hedefe kilitleyen yazarın vicdanı arasındaki ayrımı anlatabilecek biri var mı?

Ya da bahse konu yazarı bütün silahlara nişangâh ederek, yok edilmesine ön ayak olanın vicdanı anlatacak biri?

Bunlar birazdan dalacağımız konunun editörlere ilişkin soruları. Çünkü editör, sürekli kendisine yönelttiği sorulara anlamlı olduğu kadar manidar cevaplar arayan yalnız birisidir. Bir ölümü bir editörün nasıl özümsediğini, kelimeleri ayrıştırarak nasıl yeni anlamlar yüklediğini hiç düşündünüz mü?

Örneğin Dink’i Ermeni olarak düşünerek savunduğunuzda, öldürülen bir insan olarak artık ondan bahsetmiyorsunuz demektir. Editör bu tarz düşünür. Bahsettiğiniz ‘bir’ Ermeni’nin ölümünüdür. Şahsiyet artık hepten yitmiştir. Dink bu ülkenin vatandaşıdır. Ne yazık ki öldürülmüştür. O öldürülen bir ermenidir. Zaten onu öldüren de Dink olduğu için değil, Ermeni olduğu için öldürmüştür. Özetle onu ‘bir Ermeni’ diyerek tanımlarken, öldüren ile aynı sınıflandırmayı yaptığımızı neden fark edemiyoruz?

Bu soruyu soran editörün Dink’i seçmesi muhakkaktır. Birincil kimliğini. Amerika’yı Amerikanlılaştıranı… Ermeni’yi değil. O ‘asıllı’ olarak geçecektir. Ermeni asıllı Türkiyeli vatandaş ya da Yahudi asıllı Amerikalı vatandaş değil. Ayrışmayı da aşan işleme tabi tutup kendimizi el âleme güldürmeyelim. Editör tam burada gülümser. Ermeni ‘asıllı’ Türk vatandaşı ya da Yahudi asıllı Amerikan vatandaşı…

Ancak esas olan, hiç yitirilmemesi gereken, isimlerdir: Sofi, Dink… Ahmet.

Dink’i öldüren silahın tetiğini çeken ya da Sivas’ta hayatlarına son verilen insanların meşalesini yakarak ölüm emirlerinin altına imza atanın kahramanlaşması, editöre göre insan olarak Dink’i yok etmemektedir. O, ‘Martin’ yaratma uğruna, onu ‘ölen’ bir Ermeni olarak düşündüğünüzde, şeklini şemalını yitirecektir. Öldüren zaten ‘biri’ kelimesine sarılıp sarmalanıp, kaybolup gidecektir.

Daha da açalım…

Herkesin, öldüğünde bile ona kişilik veren saygın bir ismi vardır. Editör isimleri seçer, seçmelidir, ırkları değil…

Açalım… Daha da açalım, ötekileştirmeden…

Böyle baktığınızda, bir sanatçının, mesela Tarık Akan olsun, henüz görülmeye başlanan bir dava için imza toplamasıyla, sanatçının beklenmedik birinin umulmadık bir yazısıyla namluların önüne sürülmesi arasındaki çok büyük fark var. Bu farkı söyleyebilir misiniz? Bilmeden, ama öyle olmasını bilerek yapanların ardına belki yine bilmeden düşerek… Söyleyebilir misiniz?

Hrant’ı öldürenin de, ilkin bu yazılara benzer yazılardan birini koynuna koyup, emri verenin ismini çoktan hafızasından silerek yola çıktığını, ama öncelikle böyle bir yazıyla kafeslendiğini hiç düşündünüz mü?

Editör sürekli sorar.

Çünkü bazı yazılar gerçekten öldürücüdür, dikkat edilmesi gerekir. Sadece okumak yeterli değil ki, önemli olan sonuna kadar anlamak… Yalnız okurken değil yazarken de anlamak… Özümsemek.

Editörün görevleri tam da burada başlıyor gibi. Diğer atfedilenler maddelerden oluşan ama ‘küçümsemeden’ edinilmesi gereken, okullarda öğretilen sıralamalardır. Esas olan hayattan alınan ve formatlanarak ona yeniden sunulan değil midir?

Editör buna da karar verir. Karar verirken, farkında değildir ama yeniden yaratır. Yeniden yaratımdaki bu ruhu, yazan asla fark edemez.

Çünkü editörün ismi yoktur ki imzasını atsın.

O vicdandır.
Vicdanlardadır.

 
Toplam blog
: 340
: 1591
Kayıt tarihi
: 10.03.08
 
 

Basınla ilgili bir kuruluşda çalışmaktayım. Uzun yıllar basınla ilgili konularda danışmanlık yapt..