- Kategori
- Edebiyat
EFSUN
EFSUN
Kapının açılmasıyla okuduğu kitaptan başını kaldırmadan “hoş geldin” dedi. Gelenin kim olduğunu bakmadan biliyordu. En sevdiği arkadaşı Ömer tam karşısındaki sandalyeye oturdu. Zaten mahalleden onu ziyarete gelen tek arkadaşı kalmıştı. Hiç biri uğramaz olmuştu. Ömer’in de sabah erkenden geldiğine göre konuşacak önemli bir şeyleri olmalıydı. Kitapta kaldığı sayfanın köşesini kıvırıp kıvırmamakta tereddüt etti. Efsun kitapları çok severdi. Okumanın ötesinde onlara tapardı. Okuduğu kitabı önce şeffaf jelatinle kaplar, kaldığı yerler için ayıraç kullanır, önemli gördüğü yerleri çizmek yerine küçük renkli not kağıtları yapıştırırdı. Kitabın köşesini kıvırırken “umarım Efsun görmez” diye geçirdi içinden. İlk lafa giren Ömer oldu:
- Nasılsın Tarık? Her şey yolunda mı? Kendini nasıl hissediyorsun?
“Ne kadar saçma sorulardı bunlar? Ben hep aynı Tarık. Ağzındaki baklayı çıkarana kadar bekleyeceğiz mecbur. Sonra da gider zaten ben kitabıma dönerim birazdan da Efsun uyanır biraz daha umutla başlarım güne” diye geçirdi içinden ama cevap verme ihtiyacı hissetti aynı zamanda:
- Ömer; Bak arkandaki koltuğu görüyor musun? Efsun tüm gece kitap okudu. Onun yattığı yerde yastıktaki başının izini görebilirsin. Yere sarkan battaniyeyi bile toplamadım sanki orada hala yatıyor hissi beni mutlu ediyor. Yanındaki sehpada duran kadehteki dudak izleri içtiği şarapla aynı renkte. Ondaki bu minik uyumları seviyorum. Okuduğu kitabın açık sayfalarında birkaç damla şarap lekesi var. Uykulu kitap okurken olmuş olmalı. Sen bilirsin o lekeleri kitaba zarar vermeden nasıl çıkarabilirim? Sabah temizlenmiş görürse çok mutlu olur. Bak yine terliklerini almadan çıkmış. Üst kattan inerken narin ayakları mermere değdiğinde bende üşüyorum onunla birlikte. Dün gece kitap okuyormuş gibi yaptım, saçlarını kulağının arkasına atışını, kitabın heyecanlı yerlerinde gözlerinin büyümesini, ürperdiğinde kollarını göğsünde kavuşturmasını, yere bastığında ayak parmakları ile halının ipliklerini kavrayışını, otururken bir ayağını kıvırmasını izledim. Sonra gözlerini ovuşturup uzun süredir ilk defa bana bakıp gülümsedi. Belki kitap çok güzeldi belki de benim içindi. Uyurken izledim onu. Nefes alıp vermesi arasındaki zamanı saydım. Yüzüne rahatlama yayılınca uzun süre nefessiz kalıyordu. Kendimi zor tutuyorum kontrol etmemek için. Bazen de ciddileşiyor uyurken. O zaman ben daha sayamadan çok sık nefes alıyor ve ben panikliyorum bir şey olacak diye.
Canı sıkılmış bir ses tonuyla Ömer bölüyor konuşmayı:
- Efsun hiç konuşmuyor mu?
- Önceleri konuşuyordu ama uzun süre oldu susalı.
- Ne zaman hatırlıyor musun?
- Kazadan hemen sonra sustu.
- Peki sen başka kimlerle görüşüyorsun?
- Ömer’im bir tek sen varsın. Mahalleden Sen, Ali, Cengiz ve Eyşan vardı. Sözde çok iyi arkadaştık hiç ayrılmayacaktık. Sonra yan konakta oturan Adnan Bey, Bihter, Behlül ve Nihal’ le konuşuyordum ama onlarda gitti. Benden duymuş olma ama aile arasında büyük kavgalar yaşamışlar.
- Tarık bana bak. Beni çok dikkatli dinlemeni istiyorum. Uzun süredir buradasın. Ben en ufak bir gelişme, bir iyileşme kıpırtısı bekledim.
- Ne diyorsun Ömer ne gelişmesi ben iyiyim.
Elindeki dosyadan sararmaya yüz tutmuş gazete kupürleri çıkardı. Hepsi aynı haberden oluşan farklı gazetelerdi. Önlerindeki masaya yaydı ve sertçe Tarık’ ın ensesinden tutup bakması için zorladı. Birden arkadaşının yüzü soyulmaya, büyümeye, saçları dökülmeye başladı. Oda çok şiddetli sarsılıp dönüyordu. Suyun içine düşen bir damla mürekkep gibi beynini kemiren düşünceler serbest kalıyor, yayılıyordu. Düşmemek için sandalyeye tutunmak istedi ama o da yatağa döndü. Sonra etraf giderek beyazlaşırken tüm eşyaları tek tek yok olmaya başladı. Bu yok oluş Efsun’un yattığı kanepeyi içtiği kadehi okuduğu kitabı da alıp götürdü. Başı dönüyordu. Sonra karşısında beyaz önlük içinde tanımadığı kişinin sesi ile irkildi.
- Bana, yüzüme bak Ben Doktor Hilmi. Etrafına evin sandığın odaya bak burası hastane odası. Gazeteleri oku gözlerini kaçırma. Yıllar önce olan kazada senin suçun yok kendini dünyaya kapatma. Efsun öldü. Gelmeyecek, konuşmayacak, gülümsemeyecek artık. Lütfen toparla kendini. Bana bir umut ver.