- Kategori
- Dünya
Egemen medya ve ABD'nin Suriye planı
Medya kitleleri etkilemek için en iyi propaganda aracıdır. Uluslararası alanda istisnai birkaç ülke dışında ABD medyası egemen medya durumundadır. Bugün tüm dünyaya servis edilen haberler güçlü finansal kaynaklara sahip Amerikan medyasından gelir ve bu egemen medya dünya gündemini meşgul eden en önemli olaylarda çok etkili bir biçimde kamuoyunu yönlendirir. 20.yy’da başlayıp halen devam eden demokratik ABD karşısında zorba Rusya, Çin, Kuzey Kore imajı bu haber politikası sayesinde yaratılmıştır. Bunun en son örneği Suriye meselesinde yaşandı. Rusya’nın desteğinden dolayı Esad’ı bir türlü deviremeyen ABD sürekli olarak kara propagandaya yöneldi. Rusya’yı ve Esad’ı uluslararası alanda zor duruma düşürmek ve müdahale hakkına sahip olmak için kimyasal silah iddialarında bulundu.
Öncelikle Suriye meselesinin aslı nedir ona değinelim. Büyük askeri güçlerin çatışmaları gösteriyor ki Suriye meselesi demokrasi meselesi değil, apaçık dünyaya hükmedenlerin güç mücadelesidir. ABD’yi rahatsız eden Esad’ın halkına yönelik politikası değil, uluslararası politikada Rusya’nın müttefiki olarak hareket etmesidir. Esad iktidarı Rusya’nın Doğu Akdeniz’de donanmasını bulundurması için gerekliyken, Washington içinse Esad bu sebeple gitmelidir. Dünya üzerindeki egemenlik alanlarını genişletme amacında olan iki süper güç doğal olarak bu konuda da çatışmaya girmektedir. ABD’nin Orta Doğu’da pek çok yerde askeri üsleri mevcutken, Rusya’nın tek askeri üssünü yıkabilme çabası Suriye meselesinin özüdür. ABD kendi tarihindeki lekelere rağmen hep demokrasi bahanesiyle Orta Doğu başta olmak üzere dünyanın pek çok noktasında üs kurarak askeri birliklerini konuşlandırırken, Rusya açık ve net olarak bu hamleler karşısında güvenliğini emniyete almak için üs kurduğunu itiraf ediyor. Sorun Rusya’nın Suriye’deki füze kalkanlarına, hava üslerine ve donanmalarına karşı Washington’un bir kümeste iki horoz ötmez diyerek girişimde bulunması. ABD’nin bir diğer rakibi İran’ın mezhep davasıyla Suriye hükümetinin yanında yer alması da ABD’nin Esad’ı devirmesi için yeterli bir sebep. Karadağ’ı Sırbistan’dan koparıp Rusya’nın müttefiklerinden birini Orta Akdeniz kıyılarından çıkartan ABD Kuzey Kore ve Suriye meselelerinde de aynı amacı gütmektedir. Eğer dava demokrasi davasıysa tiranlıkta Esad’ı yarı yolda bırakabilecek Suudi Krallığı’na savaş açmak çok daha uygun olurdu. Ancak silahını ve teknolojisini üretim yapmadan petrol kaynakları sayesinde ABD’den temin eden ve hiçbir bilimsel gelişmeye yeltenme gibi bir gayesi de olmayan dış politikada sadık,uysal Suudi Arabistan elbette ki kendisine rakip olabilecek şekilde bilimsel gelişime açık Kuzey Kore, İran ve Suriye’ye yeğdir.
ABD’nin uçuşa yasak güvenli bölge oluşturması ve Özgür Suriye Ordusu’nu destekleyeceğini açıklaması Suriye’nin bölünmesinin hedeflendiğini gösteriyor. Bu durumda Esad’sız ama birleşik Suriye’yi savunan ve güneyde yeni bir Kürdistan’ın ortaya çıkmasından korkan Türkiye’nin Suriye politikasında hangi tarafta olması daha uygundur? Rusya Suriye’nin parçalanmasına kesinlikle karşı. Türkiye’nin de iki tercihten birini seçmesi şart; ya Esad’ın devrilmesinde ısrar edip güney sınırlarının emniyetini sarsacak bir bölünmeye zemin hazırlayacak ya da Esad’ın iktidarda kalmasını destekleyip, Orta Doğu’da ve dolayısıyla Türkiye’de kargaşa yaratmak isteyenlere fırsat vermeyecek.
BM kararlarını hiçe sayarak Suriye’ye saldırı düzenleyen ABD’nin bu saldırıdaki dayanakları Saddam’ı devirirkenki bahaneleriyle benzeşiyor; Esad kimyasal silah kullanmış ve meşru cevap hakkı yani saldırı hakkı doğmuştur. Komik. Neden mi? Acaba tarihte ilk biyolojik, kimyasal ve nükleer silahları hangi devlet ne zaman ve nerelerde kullanmıştı?
Coğrafi Keşiflerle yeni kıtalara hakim olmaya çalışan dört Batı Avrupa devletinin Amerikan yerlilerini katletme yöntemlerinde en zalimce olanını İngiltere gerçekleştirmişti. Anglo-Saksonlar bugünkü Birleşik Devletler topraklarına yerleşirken tarihin ilk biyolojik silahını kullanmışlardı. Vahşi Batı’nın yerlileri hala daha yardımseverlik maksadıyla pek çok ülkeye müdahale eden İngilizlerin üzerinde çiçek mikrobunu bulunduran battaniyeleri dağıtmaları ve içme sularını zehirlemeleriyle biyolojik saldırılara maruz kaldılar. Anglo-Saksonların yeni kıtadaki varisi olan Birleşik Devletlerin kurucuları aynı soydan gelmelerine rağmen artık kendilerini İngilizlerden farklı kabul etseler de yeni devletlerini kurarken atalarının yöntemlerini kullanmaktan çekinmediler. Böylelikle Amerika’nın gerçek sahipleri birer birer yok edildi.
1945 yılının yaz aylarında Avrupa’da bitmesine rağmen Pasifik’te devam eden II.Dünya Savaşı’nda daha fazla zayiat vermemek ve Rusya’nın kaybettiği toprakları alabilme amacıyla Japonya’ya müdahale edebilme tehlikesini önleyebilmek için Hiroşima ve Nagazaki’ye henüz yeni icat edilmesine rağmen ilk ve son kez atom bombalarını atan da ABD’ydi. 1960’lı yıllarda Vietnam’da ülkelerinin bağımsızlığı için mücadele veren Vietkong gerillalarını sık ormanlarda yenemeyeceğini anlayıp kimyasal bombaları atan yine ABD’ydi. Vietnam’daki savaş müzesi bu vahşetin en net kanıtıdır. Bu saldırılar dolayısıyla maalesef Vietnam’da halen sakat çocuklar doğmaktadır.
İnsanlar tarihe pek ilgi duymadıkları için bu konularda bilgi sahibi olmazlar. Ama büyük çoğunluk televizyonlardan gündemi takip ettiği için medyanın servis ettiklerinden hemen haberdar olur. Esad’ın kimyasal silahla katliam yaptığı iddiasında olduğu gibi. Rus medyası kanıtlarıyla birlikte bunu Suriye hükümetinin yapmadığını açıklasa da Türkiye de dahil dünya genelinde Amerikan kaynaklı haberler insanları yanıltmayı başardı. Hemen ardından ABD bu iftiraya dayanarak BM kararlarını hiçe saydı ve sözde meşru saldırı hakkını kullandı. Diyeceğim şudur ki medyada her söylenene inanmayın. Araştırın, sorgulayın.