Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 

23 Mart '09

 
Kategori
Deneme
 

Elveda İrina

Elveda İrina
 

İçinde güzel ve konuşkan genç kızlar, kulaklarında hep bir rüzgar uğultusuyla, şaşkın yürüyen yaşlılar, içkiyle kızaran yüzleriyle kayıtsız adamlar, hepsinin küçüklüğü çocuklar olacak. İçinde, kahverengi sularını nereye dökeceğini bilemeyen bir nehir, şehri istila etmiş ağaçlar, hepsine kinle bakan kurşuni bir gök, şehri kuşatan bir soğuk hava olacak.

Bunlarla dolu bir hikaye yazacağım.

Ama içinde sen olmayacaksın.

Çünkü, ”İrina’nın bunların içinde ne işi var?” , diyorum kendime kaç zamandır.

Bak, şu büfenin önünde toplanmış çocukları görüyor musun? En büyüğü belki on beşinde. Yarı beline gelen ucuz montuyla şu çelimsiz kız çocuğuna ne demeli? Uzun sarı saçlarını rüzgar savuruyor. Bak, sigara içiyor. Beline sarılmış şu sırık gibi erkek çocuk, arada bir elindeki biradan ona da içiriyor. Ne anlatıyorsa ötekiler, kahkahalarla gülüyorlar. Sesleri, çocuklukları gibi çabucak kaybolup gidiyor.

Bir binanın on beşinci katından seyrediyorum onları. Görünmez raylarda kayıp duran trenlerin sesleriyle koşuyor rüzgar.

Sen bu çocuklar gibi mi oldun İrina? Sen çocuk oldun mu İrina?

Geçen akşam Natalia’nın köhne “kafe” sinde, çok içmiş bir genç kadın, sırtını bara dayamış, elinde bira, sarsıla sarsıla ağlıyordu. Sol gözü fena morarmıştı. Yüzünde de çürükler vardı. Ölürcesine sarhoş, buranın müdavimi ihtiyar bir Tatar adam ona musallat oluyordu; sözümona teselli edecekti. Biri girdi araya, adamı kolundan çekip sertçe oturttu sandalyesine.

-Bulaşma kadına, dedi.

Masadakiler yalnız şöyle bir bakıp döndüler sohbetlerine.

-Yazık, dedim, kadına !

-Ne yazığı abi? , diye atıldı taksici Azerilerden biri, bir de sunturlu küfür savurdu. Bu karı hep böyle. Hangi sevgilisinin dövdüğünü bile hatırlamaz çoğu zaman.

Dışarıda pis bir yağmur, saatlerdir yağıyordu.

Ben seni hayal ettim İrina. Saçak altında ıslak saçlarını çekiştirip durarak, morarmış gözüne ağladığını düşledim. Kaçıncı kez terk edildiğini, kaçıncı sevgilinin gece karanlığında seni evden attığını, bu hallere daha ne kadar dayanabileceğini soruyordun kendine.

-Yazık, dedim, İrina’ya.

Masadakiler boş boş baktılar yüzüme bir an. Yine döndüler sohbetlerine. Kimi votka içti, kimi porselen demlikten çay. Sarhoştu biri; bilmediğimiz bir sebeple öfkeyle saçlarını karıştırdı, öteki bir sigara yaktı. Ben bir tane daha bira istedim, sesimi çıkarmadan.

İçimde bir yerlerde, İrina kaşlarını çatıp baktı.

-Çok içme, tamam mı? , dedi.

-Bu son, tamam, dedim içimden.

Canım hiç kimseyle konuşmak istemiyordu. Yalnız onun gözlerine bakmak, bakmak istiyordum.

İrina’nın bakışlarında, eskiden olmayan bir şey vardı. Belki eskiden de vardı da ben fark etmemiştim. Bir şey, bir yol, bir gidiş… Eski yerlere dönmeyiş… Her şeyin eskide kalması… İrina’nın eskimeyen tutkusu…

Bunların hepsi malumumdu. İrina hep mağluptu. Şarap onu alıp götürür, sabahleyin bilmediği evlerde uyanırdı. Pişman mıydı? Sözlüğünde o kelime yoktu. Yıllar önce silinmişti. Üstü çizilmişti.

Senin bu yerlerde ne işin var İrina? Burada çakallar peşine düşer. Bir su kıyısında dinlenmek istesen avcılar pusudadır. Orman seni saklamaz, kuytular korumaz. Düşersin açgözlülerin, insanlıktan nasibini almamışların eline.

Biliyor, hepsini biliyor. Ama İrina razı. Değil mi ki hayat ona kazık atıyor, oynuyor onunla, İrina da hayatla oynuyor, kendi hayatıyla. Yaşıyor keyif peşinde.

Nereye kadar canım ciğerim? Nereye kadar?

“Gittiği yere kadar ! “, diyor İrina taa uzaktan.

Gittiğin yerde, çamurlu sularını taşımaktan yorgun nehirler, insanlardan bunalmış kocaman meydanlar, huzurunu yitirmiş sokaklar, hiçbir yere ulaşmayan caddeler var desem? Orada içsen de unutamazsın, kaçsan da kurtulamazsın, konuşsan da anlatamazsın desem? Hayat seni umursamaz orada desem?

Senin umurunda mı İrina? Olması lazım. Babuşka’ lara (yaşlı kadın) bak, sana benzeyen genç kızlara bak, gecenin bir yarısı, süslenmiş halde evinden çıkan şu kadına bak. Bunlar umurunda mı?

Ben seni niye düşünüyorum ki İrina? Niye bunlar benim umurumda olsun ki?

Olmasın İrina; umurumda olmasın; istemiyorum. Sen kocayınca yalnız, aşksız, dostsuz kalacakmışsın, bana ne? Çok içtiğin gecelerin sabahında tanımadığın evlerde uyanmışsın, bana ne? Sol gözün morarmış, yüzünde çürükler varmış, dışarıda pis bir yağmur yağarken saçak altında ağlıyormuşsun, umurumda mı? Bu şehir insan olanı boğarmış, üç kapik’e (madeni para) harcarmış, canlı canlı gömermiş; umurumda mı?

Değil İrina, değil ! Umurumda değil ! Ben yolcuyum; ”umur” dan geçer giderim. Bir söz söylerim, bir kadın severim, bir sigara yakarım, bir yeri terk ederim… Sen kalırsın bütün evlerde, bütün odalarda, gözlerin bağlı, kolun kanadın kırık.

Kalırsın ve yalnız yaşlanırsın.

Peki, niye anlatıyorum sana bunları? Bilmiyorum İrina. Sabah olunca hepsini, bütün sözlerimi, bütün sözlerini unutacağını ve yine gönlün seni nereye savurursa oraya gideceğini biliyorum. Adım gibi biliyorum.

Sen bilirsin İrina.

İşte benden bu kadar.
Bir gün elbette anlatırım seni bir hikayede, birkaç sayfa koparıp defterimden.

Ama o gün, bugün değil.

Elveda İrina.

 
Toplam blog
: 11
: 885
Kayıt tarihi
: 20.03.09
 
 

28 Ocak 1984 İstanbul doğumluyum. Eskisehir Anadolu Üniversitesi işletme mezunuyum. 4 senedir Moskov..

 
 
 
 
 

 
Sadece bu yazarın bloglarında ara