- Kategori
- Kent Yaşamı
Emekliye öğütler - 4 şehiriçi bahçeleri. Latife Hanım Anı Köşkü

YIL 2008 KÖY EVİNDE BİRA
Zaman zaman hoşuma giden yerleri sizlere anlatıyor ve öğütlüyorum. Bu gün de öyle bir yeri anlatacağım.
O mekanı yirmialtı yıldır görüyor ve sıklıkla da önünden geçiyordum. Önceleri harabe idi. Hatta doksanların başında müteahhite verildiği ve yıkılacağı da söylenmişti. Allahtan çevreciler ayaklandı da o operasyon durdu. İyi de olmuş. Burası Hasan İzzettin Dinamo’nun “ Kutsal Barış” romanında da geçen Atatürk’ün savaşın hemen sonrası İzmir’de kaldığı “ Uşakizade” köşkü.
Son yıllarda köşkte faaliyet başlamıştı zaten. Sonra sanki birden bire yapılmış gibi köşk ortaya çıkıverdi. Harap bahçe duvarları da yeniden yapılıp ferforjeleri de konuca bahçe parlamaya başladı bir de bahçenin sol ucuna şık bir güneş korumalığı yapılıp çimler de yeşerince beton yığınları arasında bir vaha oluştu adeta.
Üc yıldır haftada en az iki gün uzun yürüyüşlere çıkıyorum. Çıkmazsam adeta vicdan azabı duyuyorum. Bu uzun yürüyüşlerin sonunda da ödülüm güzel bir tost, gazete, bol çay ve su oluyor. Ama esnafımızın istikrarsız karakteri gereği zaman içerisinde beğeniyle oturduğum kahvaltı mekanları bir bir kapanınca bazen açıkta kaldığım da oldu. Kimisinin tostu kötü, kiminin çay, kimisinin d masası kaşık kadar, gazeteyi ancak dörde katlayarak okuyabiliyorsun.
İki yıldır bu mekana bakıyordum. Hatta geçtiğimiz Ekim ayına kadar her akşam önünden geçiyordum ama bir türlü yürüyüş sonrası girmeye cesaret edemiyordum. Ya oraya kadar gidip te “Bizde tost yok abi” yanıtı alırsam diye.
Ama eski bir arkadaşım kahvaltı yapma önerisi getirince denemeye karar verdim. O Bornova’dan gelecek, ben Mavişehir’den orta nokta yani. Tabii bir gün önce de ben yalnız gidip test edeceğim.
Sabah bu kez sitenin önden minibüse atladım. Saat dokuzonbeş gibi son durakta yani Karşıyaka Hükümet Konağının karşısında inip Girne Caddesine doğru yürüyorum. Köşk’te elli metre ileride zaten.
Bakınırken hemen köşkün duvarının dibinde gazete bayisini görünce çocuk gibi seviyorum. Bu da daha içeri girmeden olumlu bir not hani. Vatan Gazetesi ve yirmi adım sonra köşkün kapısı.
İçeriye girdiğimde ilk dikkatimi çeken bir tarihi fotoğraf sergisi ve bir ulu çınar. Çınarın üstündeki plakette “ Bu ağaç Uşakizade ailesi tarafından Atatürk ve Latife Hanım anısına dikilmiştir” yazıyor. Yani en az seksen yıllık. Bahçede altı yedi tane ulu ağaç var. Ben de sıcak olacağı varsayımına dayanarak gölgeliğin altındaki masaları değil oldukça büyük bir dut ağacının altına yeğledim.
Bahçede beş altı masada müşteriler oturuyor. Bir masada da garsonlar. müşterilerin üç- dört yaşındaki çocukları da çimlerin üstünde kendilerince vakit geçiriyorlar. Beş dakika kadar oturduktan sonra garson menüyü ve servis kağıdını getiriyor. Çatal, bıçak, tuzluk falan. Servis kağıdına bakıyorum üzerinde Nazım’ın şiiri “Şaşırıp Kalmak”, menüye bakıyorum her şey var tost, kahvaltı tabağı, kızartmalar, şinitzel aaa bira da varmış burada. Eeee CHP’li Belediyeli İlçe’de yaşamanın ayrıcalığı da bu olsa gerek. Yani yetmiş yedilerde rahmetli Çelik Gülersoy’un restore ettiği Yıldız Parkı kafeteryalarında Boğaza karşı bira içtiğimi düşünüyorum, bir de bu gün oraların en sert içkisinin ColaTurka olduğunu. Ayrıcalık işte burada. Burasını da Belediye Şirketi Kent A.Ş. işletiyor.
Karışık tost, çay ve suyum kısa sürede geliyor. Bir yandan Vatan’a dalmış hani neredeyse suyunu çıkarıyorken, bir yandan da altında oturduğum ulu dut ağacına tırmanan yavru kediyi kesiyorum. Yani ya bu kedi beş dakika içinde kucağıma düşecek, ya da başarıya ulaşıp bir saat sonra itfaiye gelip zirveden indirecek. Neyse ki kriz kısa sürüyor kedi hemen yanıma düşüyor ve sonra ben yapmışım gibi bana bir bağırış fırlatıp gözden kayboluyor.
Tost güzel, çayın demi yerinde, su soğuk, şehirde sıcaklık otuz dört derece burası püfür püfür esiyor, elli metre ileride minibüsler görünüyor, karıncalar gibi dolaşıyorlar ama burası sessiz, sadece kuş sesleri ama bir sorun var. İkinci çayı sipariş edemiyorum. Ne de olsa belediye yolu ile “ Devlet Memurluğu” havası var çalışanlarda bir masada oturmuş koyu bir sohbete dalmışlar. Yani siparişi bir verirsen namus borcu gibi hemen getiriyorlar ama sipariş vermek ne mümkün. Öyle dalmışlar ki el kol sallamak ta fayda etmiyor.
Derken müşterilerden orta yaşlı bir adam elinde bir kağıt kalem ile garsonların masasına gidip “ Hoş geldiniz” diyor “Buyurun ne alırdınız?” Masa şöyle bir sallanıyor özürler, pardonlar ve bir garson bahçeyi şöyle bir dolaşıp siparişleri toplayıp dağıtıyor. Böylelikle kavuşuyorum ikinci çayıma. Sonra gene eski tas eski hamam. Olsun her gülün dikeni olur demek ki beş çay içmek için beş kere mücadele edeceğiz. Mücadele güzeldir. “ Kararmasın yeter ki sol memenin altındaki cevahir”.
Beşinci çayı içmiş hesabı beklerken ortalık karışıyor. Ben diyeyim yirmi siz deyin elli anaokulu öğrencisi ikil sıralar halinde bahçeye giriyorlar öğretmenleri de yanlarında. “ Geçin çocuklar oturun” komutuyla müthiş bir çığlık ve hareket sağnağı. Öyle ki çimlerde amaçsızca oynayan çocuklar da mıknatıslanmış gibi gruba koşuyor. Hesap geliyor ödeyip kalkıyorum. Çıkarken arkadaşımı arıyorum “ Sen yarın sabah minibüslerin son durağında in orada buluşalım güzel bir yerde kahvaltı edeceğiz”. Kendime söz veriyorum. “ Bir gün bira içmeye de geleceğim buraya”
Şu sıralarda da minibüs yolunun üzerinde, İzsu’dan Ordu Caddesine giderken köşeye yakın köy evi bahçesini andıran “ İncirin Altı” na gözüm takılıyor, yanında gazete satan market te var. Orayı da deneyeceğim bir sabah memnun kalırsam paylaşırım sizinle.
Kalın sağlıcakla.