Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 

21 Nisan '08

 
Kategori
Aşk - Evlilik
 

Emmioğlu’nun kızı ve Necla Nazır

Emmioğlu’nun kızı ve Necla Nazır
 

Necla Nazır ve kızını görünce "Höykk" diye kalakaldım ve hâlâ daha şoktayım...


Dün gece televizyon karşısında maymunumsu bir şekilde fıstık yerken, karşımda bir görüntü belirdi. “Höykkk” gibisinden bir ses çıkardım ve kalakaldım. Karşımda duran iki insanın ne olduğunu düşündüm. Neden bu haldeydiler, amaçları neydi, ne yapmak için o hale bürünmüşlerdi ve en önemlisi 1980’lerin vatka güzelleriyle yarışır rüküşlüklerinin sebebi ne olabilirdi?

Sebebi basitti, hem de oldukça basit. Düğüne gelmişlerdi. İbo’nun 23 yaşındaki kızı ve damadının düğünüydü davetli oldukları düğün. Kolkola, anne-kız olarak gelmişlerdi. Ama çok tuhaflardı. Anne türbanımsı bir şekilde giyim tarzını seçmenin verdiği gönül rahatlığı ve huzurla olmalı, bembeyaz saten bir kıyafet-bone-fırfırlı bilmenneli kostümüyle Alaaddin’in Sihirli Lambası’nın sahibi Alaaddin benzeri, kıpkırmızı dudaklarıyla ve kireç makyajıyla en açık giysi sahibinden daha çok dikkat çekiyordu. Yanındaki kızı Tuğçe ise (Emmioğlu Ferdi Tayfur’un kızı aynı zamanda) bir o kadar tuhaf halde olsa da, içimde analık duygusunu alevlendirdi. Ki yan bölmedeki resimde şefkat nasıl belirebilir diyebilirsiniz, hakkınız olabilir, ama ben o kadar gaddar olamadım. “Filli boya kutusuna saplanmış bir kız ne yazık ki” diye geçirdim içimden sadece.

Ben ki, kardeşim azıcık abartmaya yüz tutan bir şey giymeye kalksa, toplumsal ve tarihsel olaylardan örnekler veririm ve abartmanın her manada insanı sıfırlaştırdığını söylerim. İşte bu kızı da “anne-olmasamda-anneyimdir” dürtüsüyle yanıma çekip konuşmak isterdim.

Garip gelebilir, ama kim size normal olduğumu söyledi ki?

Ve... Önce, birlikte lavaboya gitmeyi davet ederdim. Makyaj temizleyicilerini çantamdan çıkarıp anne şefkatiyle yüzünü silmesine yardım ederdim. Yüzündeki tabakanın altındakinin “gerçek kendi” olduğunu ve insanların ancak varoluşsal gerçekleriyle, bal kabağında dönen bir hüsranın parçası olmayacaklarını tekrar tekrar anlatırdım.

Suratındaki “başka birinin boyaları” çıktığında bir Vernelli T-shirt, bir Converse papuç ve sıradan bir kot pantolon çıkarırdım bavulumsu çantamdan. “Giy bunu, yavrucum” derdim. (Yavrucum kelimesini sıklıkla kullandığımı da belirtmek isterim.) Ve çiçeğimsi bir kokuyla bütünleşecek çiçekli bir çanta verirdim büyükçe içine koyduğum dergi, kitaplarla birlikte. “Oku” derdim, okumaya teşvik ederdim. İnsan ancak okuyarak giysinin sadece giysi olduğunu, basitliğin, sadeliğin okuduklarını anlamada ve tortusunu bırakmada etkili olacağını anlatırdım, daha doğrusu çalışırdım. Okusun da varsın berber dergileri okusun. Ama mutlaka okusun, değil mi? Sonra güzel bir sahil çay bahçesinde (Büyükdere Sev-Say olabilir) bir ajda bardağı çayı simit peynirle birlikte içmesinin yüreğine iyi geleceğini söylerdim.

Ve son olarak, “Sky is the limit” derdim gökyüzüne bakışının süzülmesini sağlarken. Bu eylemi 10 dakikalık aralıklarla yaparsa çok daha saf, berrak bir kapı aralanacağını da eklerdim yüreğine, “post it kavramında bir insan” tadında.

Bu kadar iyi niyetli, egzantrik, tuhaf kadın olma, diyenlere diyeceğim şudur ki:

İnsan üzülüyor bu yavrucakları görünce. Ve o kadar tuhaf hissediyor ki kendini, “Hiç mi sevilmedin, şımartıldıysan da neden böyle bir sonuca ulaştın,” demek istiyor.

Masumiyetin ve sadeliğin kızlarımızın en yakın dostu olması dileğiyle…

 
Toplam blog
: 87
: 1432
Kayıt tarihi
: 29.03.07
 
 

29 yaşında ve yengeç burcuyum. Her sabah 'flu' gözlerle dünyaya merhaba dememi sağlayan 5 numara göz..

 
 
 
 
 

 
Sadece bu yazarın bloglarında ara