- Kategori
- Gündelik Yaşam
En karmaşığından bir yazı
Annesinin dizlerinin dibinden hiç ayrılmayan, uslu bir çocuk gibidir limandaki deniz, Ama sokağa çıkıp dalga olmak geçiyor yüreğinden.” Ne zamandır yazamıyorum. Hep kişiler üzerinden anlatıyorum kendimi. Araya tanıdıkları koyuyorum. Bak şu an mutsuzum diyorum, özlüyorum. Kendimi alıp da karşıma, sohbet etmeyeli çok oldu. Söyleyecek sözler birikti bana dair. Kendi içimde yaşadıklarıma. Küçük ama önemli bir adım attım geçen bir ay içinde. Üniversiteye girebilme bundan bir iki yıl önce uzaktı bana. Hep istedim, vazgeçmedim, çaba sarf ettim. Öyle ya da böyle üniversitedeyim. Sosyoloji okuyorum. Bir ay oldu üniversitemle tanışalı. Bireyselliğe dökeceğim bu yazıyı. Şimdiden mi başladım bu sosyolojik bakma olayına, bilemedim. Evrenselliğimin, objektifliğimin yanında egoistliğimi de dile getirmem gerek. İnsanoğlu ne de nankör deyip olaya şöyle genel bir bakış atayım. Sınav stresi ile boğuşup durduğum dönemlerde, aman bura gelsin başka bir şey istemem diyen bir sema vardı ortada. Ve dediğim yer, aman bura gelsin başka bir şey istemem mantığıyla ne yapıp edip kazanıverdim bu bölümü. Şimdi okuyorum yaklaşık bir aydır. Peki, bu keyifsizlik isteksizlik neden? Kendimce anlamaya çalıştım: başlarda aileden bir kopuş var en nihayetinde. Ağlamaklı durumlar, sürekli ah keşke deyip iç çekmeler, telefonlaşmalar, eskilere özlemler, o dönemlere öykünmeler… Bu ruh hali ile dersleri düşünmek ekstra bir çabayı gerektiriyor. Hele ki insan bilmediği şeyden ne de çok korkar. Kafamda bu bilinmezliklerle geldiğim yeri pek bir yadırgadım. Nankörlük ettim, belki de hala ediyorumdur. Bu bir süreç: duygusal olmanın, asabi olmanın kimseye bir yararı olmuyor.
Türkiye’nin en büyük gölünün kenarına konumlanmış, kendi halinde, küçük bir şehirde bir dünya yaratmış kendine yüzüncü yıl üniversitesi… Her sabah kalkıp penceremden o maviliğe bakmak, içimde felsefik sözler söyleme hissi uyandırıyor ya da yine geçiriyorum içimden bir iki dize kimi zaman kime ait olduğunu bilmeden yersiz yurtsuz şairleri… Affedin! Çok geçmiyor iki Dakka sonra geliyorsunuz aklıma. Hem nasıl unuturum : “ sen yüreğinin sesini dinleyeceksin ve biliyorsun aslolan yürektir.” Derken nazım hikmeti… “bir acıyı yaşarım ve zehrinden Çiçekler üretirim kömür karası Uçurum kadar bir yalnızlık Yaratırım kendime, atlarım Anısı yoktur küçük rüzgârların.” Derken Ahmet telliyi. Nasıl unutur insan; “ dönüp dönüp arkamıza baktığımız bir dünya kalıntısı üstünde, hak edilmiş hüzünlerimiz olacak mı bizim de? “ diye soran gözlerle bakan edip cansever i. “ heyhat, ey hayat “ diye içini döken elif ulunu. “ yüreğin neredeyse hazinen oradadır. “ dedi az önce paulo coelho… Peki, yüreğin nerede senin? Bunun cevabını verebilsem, sonrasını anlayabilecek, anlamlandırabilecek konuma geleceğim, bundan eminim. Korkaklık yapıyorum. Bir iki adım geriye çektim düşüncelerimi. Bir başkası konuşsun hakkımda, benim gösteremediğim cesareti gösterse oluyor kabulüm. Ama hayat benimse, benim istediğim olmalı. Söz sahibi olmalıyım hayatım üzerinde. Yeni bir şehirde yeni insanlar tanıyorsunuz. Yabancısı olduğunuz bu şehrin yine size yabancı adetleri var. Her şeye yabancısınız ilk etapta. Her adım ürkek atılıyor. Okuduğunuz üniversitenin memleketinize yakın olması benzer adetleri, ortak doğruları arada sırada gösteriyorsa da daha yeni olmanın verdiği hisle ve memleketinizin üzerinizdeki o özlem denen çetin baskısı, o aynılıkları görmeme kompleksi yaratıyor sizde. Küçük şehrin sıradanlığından sıkılıp, büyük şehre özendiği anlar olur insanın.bu özentimin temelinde pek çok etken var tabi.kendi açımdan şehrimde gezebileceğim kitap fuarları olmuyor, sahafçı yok… Her haftasonu izleyebileceğim tiyatro gösterileri de yok. Kendi çabanla halletmeye çalışıyorsun ama şehrin destek olmuyor ya sana, işte o zaman zorlaşıyor işin. Eleştiriyorsun, özeniyorsun. Kısmen budur özentimin nedeni… Kimi zaman da insanların içine bırakasın gelir kendini. O karmaşa kendi karmaşanı unutturur sana. Gel gör ki küçük şehir, yaşıyor her şeyi birlikte. Acısını, üzüntüsünü, sevincini, heyecanını, derdini… Kimi zaman gelir sesi bir düğünün uzaktan. “düğün var, e Allah mutlu etsin” gibi dileklerini sunarsın oturduğun yerden. O sesedir dileklerin… Bayramları güzel olur. En güzelinden giydirilir mahallenin godikleri. Saat sekiz oldu mu kapıdalar, gelir sesleri. Açılır poşetler, gözler şeker verende. Hep beraber: bayramınız kutlu olsun, cebimiz şeker dolsun… Dolar dolar bu şirinliğinizle dolar… Okuyorum sürekli, herkesin kendine ayırdığı bir yalnızlığı var burada. Huzur bulmaya çalıştığı bir yalnızlığı. Her birinde ayrı düşünce, ayrı hayatlar… Aynı amaç için bir odadayız. Okumak… Üniversite okumak, hayatı okumak… Benim o yalnızlık anlarında yaptığım en belirgin şey; düşünmek… Bazen saatlerce, hiçbir şey yapmadan. Öyle bir noktaya sabitlenmiş, geçmiş ile bugünü birbirine geçirip o zihin dediğim platformda yapıyorum yaşadıklarımın kritiğini. “düşünmekten vazgeçme yoksa bilmek zorunda olduğun hiçbir şeyi bilemezsin..” ve o düşündüklerimi kağıda geçirmekten korkuyorum. Anlaşılamayacak diye korkuyor bu yazı… Kaygılanıyor kendi içinde. Ama paylaşmak zorundayım, kendimi ifade edebilmek rahatlatacak beni. Belki biri çıkar da evet, anlıyorum seni der; bu duygular bana tanıdık. Yaşadım sanki bir dönem. Merak etme geçer der bir başkası. Oradan bir başka biri; ne bu duygusallık sirkelen de hayatına bak artık… Hayat; beni güzel insanlarla tanıştır. Bir dostum olsun… Onunla paylaşabileyim her şeyi, edebiyata dair sohbetler edelim, hayatlara dair, hayatlarımıza dair… Ortak kızdıklarımız olsun, ortak sevinçlerimiz… Hayata yönelik ortak çıkarımlarımız… Bir bakışımla ne hissettiğimi anlasın. Masmavi, göz alıcı gölü nasip ettin de, o göl kenarına birlikte oturabileceğimiz dostları da ver. En koyusundan çaylarımızı, yudumlayalım o güzelliğe karşı. Hadi be hayat! Bir işaret, yalnızca küçük bir işaret. Gideceğim peşinden, emin ol. Bulacağım, arayış içerisindeyim. Duvarıma astığım eve dönüş başlıklı takvimim beni buraya ne kadar adapte eder bilmiyorum ama şu sıkıntılı günleri atlatabileceğim bir dost olsaydı ne iyi olurdu. Acele etme dediğini duyar gibiyim. Her şey olur zamanla. Peki, bekliyorum o halde… Yapacak çok şey var daha. Artık bunları düşünüp heyecanlanma vakti… Kendi hayatını kazanma vakti. Sürekli bunları hatırlat kendine. Öyle ya da böyle akıp gidiyor yaşam. Bir parçası say kendini yaşamın. Show must go on dedim şimdi içimden. Ya da life is life… Bir şeyleri bahane edip durma. Arkana bakma, önünde duran geleceğini şekillendir. Her insanın bir hikâyesi vardır. Hadi yaz hikâyeni, anlat insanlara. Biraz gayret, çaba… Olacak, biliyorsun. Kendi öğüdünü yazıyorsun, evet… Uygula şimdi dediklerini hayatına. Ve paylaş bu platformda insanlarla. An itibariyle yapacağım; aslı erdoğanın da dediği gibi: “hayatın seslerine ve sessizliğine olanca geçirgenliğimle açılmak”