Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

08 Temmuz '08

 
Kategori
Güncel
 

Endişe, eğer vehim değilse haktır...

Endişe, eğer vehim değilse haktır...
 

Gülen bebek resmi



Yargıçlar ve Savcılar Birliği (YARSAV), Dünya Yargıçlar Birliği (IAJ) ile Demokrasi ve Özgürlük İçin Avrupa Yargıçları Birliği (MEDEL) tarafından düzenlenen sempozyum, “Yargıda Örgütlenme Özgürlüğü” konulu oturumla sona erdi.

Toplantıda konuşan Danıştay Başsavcısı Tansel Çölaşan, hükümeti eleştirerek, “Yargı bağımsızlığı konusunda hiçbir dönem bu kadar kötü bir noktaya gelinmedi. Yargı kuruluşları kendi varlıklarının savunmasına geçtiler” demiş.

Bu iddia gerçekten doğru mudur? Doğru ise, bu kötü durum hangi yönde ivme kazanmıştır?

Tansel Hanım'ın kısa bir süre önce, 27 mayıs 1960 ihtilalini "devrim" olarak nitelendirip olumladığını biliyoruz. Milletin Menderes, Polatkan ve Zorlu'nun idamlarından coşku duyduğunu söylediğini de biliyoruz. Olaya bu açıdan baktığımızda Sn. Başsavcı'nın, "yargı bağımsızlığı konusundaki kötüye gidişten" neyi kastettiği konusunda bir değerlendirme yapmak mümkündür.

Fakat ben bunu yapmayacağım. Ancak Bn. Tansel Çölaşan'ın ifadelerinden yola çıkarak kişisel bir değerlendirmede bulunacağım.

Yargı(nın bir bölümü) son zamanlarda, dokunulmaması gerekenlere dokunmakta, şimdiye kadar hiç basılmamış ayaklara basmaktadır. Bu da, aynı kulvarda yürüyen kişileri ciddi bir biçimde incitmektedir.

Değişmez ve değiştirilmesi teklif dahi edilemez ülkesel realiteye göre yargı, teoride herkes için olsa da pratikte, sadece karşı tarafı hedef almalıdır. Fakat son dönemde bu kural bozulmuş, olmaması gereken olmuş, yargı farklı bir mecraya doğru kaymaya başlamıştır. Bana göre duyulan rahatsızlık, yargının bağımlı kılınmaya çalışılmasından değil, müstağni görülen çevreyi, sorgulama alanına çekmesindendir.

Yargı bağımsızlığının kötü bir noktaya geldiğinden şikayetçi olanların önce, ihtilaller konusundaki (iyi ihtilal, kötü ihtilal gibi) görüşlerini gözden geçirmeleri lazımdır. Bu ülkede, gerçekleştirilen idamlardan coşku duyanların yanında, tepkiyle karşılayan daha kalabalık bir topluluk ta vardır. Bizatihi tarafsız kalamayan yargı mensuplarının, kurumlarının gidişatından rahatsızlık duymaları pek anlamlı gözükmemektedir.

Eğer, "millet" dediğimizde sadece yüzde yirmibeşlik toplum kesimini anlıyorsak, bu kabil değerlendirmeler doğru olabilir. Ancak, geriye kalan yüzde yetmişbeşlik kitleyi de "millet"in bir parçası sayıyorsak, o zaman düşünmemiz gerekir. Doğrusu, kendisini bir kesimin içine konuşlandırmış insanların, nesnellik arayışı anlaşılabilir değildir.

Bazıları, yargıç veya savcıların devletin çıkarları karşısında tarafsız kalamayacağından sözediyor. Bu tür argümanlar tamamen ideolojiktir. Benzer çıkışlar, beyinlerini bir şablona oturtmuş olanların, keyfi uygulamaları meşrulaştırma çabalarının ürünüdür.

Bir savcı veya yargıç, bir kimseye veya bir olaya taraflı bakamaz. Karşısına gelen dava ne olursa olsun onu ilgilendiren, zanlının kimliği veya eylemin şekli değil, önündeki kanunun ne buyurduğudur. Vicdani kanaat ise, yasadaki alternatif hükümlerin, duruma göre, sanığın lehine veya aleyhine kullanılması sırasında devreye girer.

Mesela: Yasa, işlenmiş bir suçla ilgili olarak, bir ila beş yıl arasında hüküm öngörmüşse, hakim takdir hakkını kullanarak, bunlardan birini seçebilir. Yani vereceği cezada, vicdanına danışarak en uygun kararı vermeye gayret eder.

Çölaşan, konuşmasının devamında, "Türkiye’de seçimle gelenlerin, seçimle gelmeyenlerin yetkilerini kabul etmek istemediğini" de söylemiş.

Bu tür sözlerin her zaman tersten okunma imkanı vardır. Durumu, "atanmış olanlar, seçimle gelenlerin yetkilerini kabul etmek istemiyorlar" biçiminde değerlendirmek te pekala mümkündür. Son Anayasa Mahkemesi kararlarına ve AK Parti'ye açılan kapatma davasındaki iddialara baktığımızda bu tez, hiç te absürt gözükmemektedir..

Kanaatimce buradaki sıkıntı, her erkin tarafsız biçimde yetkilerini kullanıp kullanamadığından değil, ortaya çıkan sonucun, belli bir dünya görüşüne hizmet edip etmediğinden kaynaklanmaktadır.

Danıştay Başsavcısı Tansel Çölaşan, “Hukuk devletinde yasama, yürütme her istediğini yapma hakkına sahip değildir" de demiş.

Acaba yargı, her istediğini yapma hakkına sahip midir? Bu tekerleme artık, aynı görüşteki bütün elitlerin ve onların fikirlerini paylaşanların ağzına sakız olmuştur: "Çoğunluğunuza güvenerek her istediğinizi yapamazsınız!" Halbuki demokrasi, en çok oy alanların (yani çoğunluğun) yönettiği, azınlığın haklarının da korunduğu rejimin adıdır. İyi yönetemeyenler bir sonraki seçimde gider, yerine yenileri gelir.

Peki, çoğunluğun suçu nedir? Başını örten kızlara, imam-hatiplere ve meslek liselerine üniversiteye girişte eşitlik getirmeye çalışmaktır. İşte, "her istediğini yapmaya kalkmakla suçlananların" hataları bunlardır. Ya da bunlar gibi basit, sıradan ve olağan şeylerdir.

Bayan Çölaşan konuşmasını, “Özellikle yasama, yürütme aynı çoğunluk partisinden olduğu zaman, karşısında özgür, bağımsız bir yargının bağımsız örgütlenmesini de istemiyor.” şeklinde sürdürmüş.

Halbuki biz, yargının ne kadar özgür ve bağımsız (!) olduğunu dağdaki çobanın (ki bir çok elitten saygındır) bile gördüğü süreçleri yaşadık. 28 şubat 1997 de görevi konusunda Genel Kurmay'dan brifing alan, son anayasa değişikliğini iptal ederken temel normları hiçe sayan yargı, ne kadar özgür ve bağımsız olabilir ki?

Danıştay Başsavcısı ayrıca, “Biz siyaset yapmıyoruz, yargı kuruluşları kendi varlıklarının savunmasına geçtiler. Kendi kurumumuzu, yargı bağımsızlığını savunma noktasına geldik."

"Yargı, kendi bağımsızlığını savunma noktasına niye gelsin? ‘Bizi ellemeyin, bağımsız, tarafsız kalalım’ diyoruz... Hiçbir dönemde bu kadar kötü noktaya gelinmemişti. 2001’den beri demokratik yüzlerini Avrupa’ya sunuyorlar. Ama ne yazık ki, siyasi görüşleri doğrultusunda Türkiye’yi dönüştürmek istiyorlar.” biçiminde değerlendirmelerde de bulunmuş.

Akıl terazisinde tartılıp, vicdan mihenginde onaylanmayan sözlerin, "söylenmiş olmak" dışında hiç bir değeri yoktur. Olanları görmesek, bazı kimselerin anlatımından karşımızda gerçekten bağımsız bir yargının olduğu, iktidarın ise onun altını oymaya çalıştığı sonucuna varabiliriz. Burada, gelindiği iddia edilen kötü nokta, kanaatimce gerçekten "kötü bir nokta" değildir. Yukarıda da ifade ettiğim gibi, dokunulmaması gerekenlere dokunulmaya başlanmasından duyulan kaygıdır.

Kendi yaptıklarını ve yapageldiklerini görmeyenlerin, başkalarını eleştirmeye ne kadar hakları vardır bilmiyorum. Evet, gördüğüm kadarıyla Ak Parti hükümeti, Türkiye'yi dönüştürmek istiyor. Baskılardan, jakoben anlayıştan, çetelerden, geri kalmışlıktan, sığ ideolojilerden kurtarmak istiyor. En azından toplumun genelinde bıraktığı intiba budur.

Ya ötekilerin bıraktığı nedir!?

Haber: http://www.milliyet.com.tr/default.aspx?aType=HaberDetay&Kategori=siyaset&ArticleID=890648&Date=07.07.2008&ver=72

Not: Bu yazı Bir Çölaşan eleştirisi değildir. Sn. Danıştay Başavcısı'nın konuşmasından yola çıkılarak yapılmış kişisel bir değerlendirmedir.

 
Toplam blog
: 462
: 707
Kayıt tarihi
: 28.04.07
 
 

Emekliyim. Herkes gibi benim de bir dünya görüşüm var. İnsanların farklı fikir ve inançlara sahip..