- Kategori
- Deneme
Entelektin iki yüzü

Entelektüel
Entelektüellik, herkeste ortak olan entelekte gönderme yapmakla birlikte, temelde farklı boyutta bir işleme işaret eder. Klasik anlamda entelektin işlevi, belli bir algılama sürecinden sonra açıklama, anlamlandırma ve yorumlama işini gerçekleştirmektir. Entelektüalizm ise temelde bu süreçlerle birlikte algılama nesnesiyle ilgili bir zihinsel müdahale ve dönüştürme işleminin ortaya konması veya böyle bir işlemin öngörülmesidir. Bu kısa tanımdan da anlaşılacağı üzere, entelektüellik temelde bir eylemsellik içermektedir. Dolayısıyla, herhangi bir nesne, olay ya da olguyla ilgili belli bir bilgi birikimine sahip olmanın ötesinde bir anlama sahiptir.
Aksi takdirde entelektüel, bir bilgi makinesi olmaktan öteye geçemez. Her şeyden önce şöyle bir soru sorulabilir: Neden böyle bir müdahale ve dönüştürücülük öngörülüyor? Entelektüel dönüştürücü olmak zorunda mıdır? Başlangıçta bu bir tercih meselesi gibi görünmektedir. Entelekt bir dönüştürme aracı olarak kullanılır ya da kullanılmaz. Fakat burada, entelektüelliği, entelektini kullanan kişiyi standart bir zihinsel süreçler serisine ek olarak bu süreçlerde elde ettiği bilgilerle bu bilgilere kaynaklık eden bilgi nesnesini pasif bir izleyici olmaktan aktif bir özne haline getirerek bir dönüştürme çabası içerisine sokan ve dolayısıyla standarttan farklılaştıran bir eylemsellik olarak tanımladığımız için, böyle bir dönüştürme sürecine girdiğimizi yani yukarıda yapılan tanım çerçevesinde entelektüel olmayı tercih ettiğimizi kabul ederek bu tartışmayı sürdüreceğiz. Bu noktadan sonra, entelektin ne şekilde bir müdahale aracı olarak kullanılabileceğini ya da kullanılması gerektiğini tartışmak gerekecektir.
Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki, bir dönüştürme ihtiyacından bahsedildiğine göre, doğal olarak, belli bir problematik algılaması söz konusudur. Kimi zaman bu problematik verili olarak bulunur, kimi zaman ise entelektin işleyişi sonucunda varılan bir sonuç olarak kendini gösterir, yani belli bir akıl yürütmenin sonucunda belli bir sorun olduğunun anlaşılması şeklinde ortaya konulur. Dolayısıyla, bir sorunun saptanması, sistematiğinin ortaya konması ve çözülmeye çalışılması entelektüel çalışmanın temel içeriğini oluşturmaktadır diyebiliriz. Elbette ki bu entelektüel çalışmanın farklı bir problematiği ve dolayısıyla farklı bir içeriği olabilir. Çözülmesi gereken belli bir problematik içermeyen verili bir şeyin yetkinleştirilmesi, yeni bir boyut kazandırılması ya da farklılaştırılması da entelektüel çalışmanın içeriğini oluşturabilir, zira burada da bir dönüştürme söz konusudur. Ama burada daha çok birincisiyle ilgileneceğiz.
Belli bir problematiğin algılanmasından bahsettik. Verili bir şeyle ilgili olarak entelektüel çalışmanın konusu olabilecek bir problematiğin algılanabilmesi için, verili şeyin mevcut konumunun ve koşullarının aşılmasına yönelik bir konumlanışın söz konusu olması gerekir. Örneğin A+B’nin C’ye değil de D’ye eşit olmasını bir sorun olarak algılamakla başlar entelektüel çalışma. Yani, mevcut olanda ya da sunulanda belli bir yanlışlığın saptanması ve bunun aşılmaya çalışılması gerekmektedir diyebiliriz. Buradan çıkarak, entelektüelin bu açıdan belli bir karşı duruşu ifade ettiği söylenebilir. Konuyu açabilmek için bir örnek verelim: Otorite konusunu ele alalım örneğin. Otoriteyi, bir öznenin ikinci bir özne üzerinde o öznenin olumlaması dışında bir bağlayıcılık ve etki sahibi olması şeklinde tanımlayalım.
Bu durumda öncelikle bir sorun saptamamız gerekir. Burada sorun, ikinci özne tarafından olumlamanın gerçekleşmemesidir diyelim. Olumlama sadece evet demekle sınırlı değildir elbette ki. Bağlayıcılık ve etki konusu olan şeyin yaratılma sürecine, buna oranla nesne konumunda olan öznenin dahil olmaması ve buna rağmen söz konusu bağlayıcılığa ve etkiye maruz kalmasını, yani içselleştirilmiş bir olumlama olmadan bunun gerçekleşmesini entelektüel çalışmanın konusunu oluşturan problematik olarak değerlendirebiliriz. Bu durumda kişi, otorite konusunda düşünürken, saptamaya çalıştığımız soruna karşı belli bir tavır sergileyip sergilememesine göre entelektüel kimliğini netleştirir. Elbette ki burada yapılabilecek iki şey vardır: Ya tanımladığımız şekliyle olumlama eksikliğine karşı eleştirel bir tavır takınılır ve sorun çözümlenmeye çalışılır, ya da varolan durum resmileştirilir ve belli durumlarda böyle bir otoritenin varlığının kabul edilebileceği savunulur. İşte burada yaptığı seçime göre kişi, başlangıçta tanımlamaya çalıştığımız şekliyle entelektüel olur ya da olmaz diyebiliriz.
Entelektüelin olumlama eksikliğini bir sorun olarak algılamasını neye dayanarak söyleyebiliriz? Kişi bunu bir sorun olarak algılamadığında entelektüel sayılmaz mı? Burada ideali bulma sorunu ortaya çıkmaktadır ve diyebiliriz ki her türlü entelektüel çalışmanın amacı temelde ideali bulmaya çalışmaktır. Yani entelektüelin bir şeyle ilgili dönüştürücü müdahalesi o şeyle ilgili ideal durumu yakalamaya çalışmasından ibarettir diyebiliriz. Ya da entelektüelliğin temel işlevi, varlık nedeni budur diyebiliriz. Aksi takdirde, dediğimiz gibi, entelektüel olma iddiasında bulunan kişi bir gözlemciden, bir takım algılamalara dayalı bilgileri biriktirmekten ve yeniden üretmekten başka bir şey yapmayan bir bilgi meraklısı olmaktan öteye geçemez.
Otorite konusunda sorun açıktır: Bir öznenin temellendirilmiş ve karşılıklı hiçbir konvansiyon olmadan bir başka özne üzerinde bağlayıcı olması ve etki uygulaması buradaki sorunu oluşturmaktadır. Çünkü temelde her özne başka öznelerden bağımsız olarak yaşar. Bu bağımsızlık, canlı bir varlık olarak biyolojik ve fizyolojik açıdan yaşamsal devamlılığı sağlayabilecek durumda olma olasılığının getirdiği bir şeydir. Dolayısıyla özneye içkin bir şeydir. Yaşamsal devamlılığın sağlanması açısından sosyal iş bölümü ise bir otoriteden ziyade bir ortak eylemsellik konusudur. Zira sosyallik, ihtiyaçların karşılanmasına yönelik çabanın sonucudur. Otorite ise kişinin ihtiyacından doğan bir şey değildir.
Dolayısıyla kişinin istencine içkin bir eylemselliğin getirdiği bir sonuç değildir; tam tersine kişiye tamamen dışsal olan, yani kişinin somut varolma koşullarıyla ilgisi olmayan ve böyle olduğu halde kendisi üzerinde yaptırımı olan şeydir. Elbette ki otoritenin oluşumunun ve kişi tarafından olumlanmasının farklı koşulları ve nedenleri vardır. Din, ahlak kuralları, gelenekler, hukuk ve en önemlisi devlet aygıtı otoriteyi yaratan, yerleştiren ve uygulayan temel güçlerdir. Kişi doğduğunda, bu güçlerin yarattığı otoriteyi hazır olarak bulur. Ve bunlardan biri veya birkaçı üzerinden otoriteyi alımlar. Kişi, kendi gerçek ihtiyaçları ve kendi istencinin ötesinde, var olduğu düşünülen bir takım ihtiyaçlara ve belli bir istence göre bu alılmamayı gerçekleştirir. Dolayısıyla burada, bireyin içkin istencinin dışında yer alan otorite, bireyin üzerinde bağlayıcı ve yaptırımcı olması bakımından bir sorun olarak algılanmalıdır ve buradaki ideal bu dışsallığın ortadan kaldırılması olmalıdır. Bunu bir sorun olarak algılamayan kişi, durumu resmileştirmiş demektir ve dolayısıyla bu konuda herhangi bir ideal öngörmemektedir.
Buraya kadar söylediklerimizden anlaşılacağı gibi, entelektüel, okuyan, araştıran, gözlemleyen, anlamaya çalışan, bilgi sahibi olan ve bu bilgileri yeniden üreten yani söylem düzlemine taşıyan kişi değildir. Entelektüel, bütün bunları yaptıktan sonra, temelde belli bir problematik üzerinden, ortaya çıkan durumu şu veya bu şekilde entelekti aracılığıyla dönüştürmeye çalışan, bu anlamda belli bir bakış açısına ve vizyona sahip olan, soruna karşı belli bir çözüm ve istenmeyene karşı bir ideal öngören kişidir. Yaşam problem çözmekse eğer, entelektüel yaşamı dönüştürerek bu problemlere çözümler bulan kişi olmalıdır. Sadece bir şeyleri algılamak, gözlemlemek, açıklamak ve zihinsel olarak yeniden üretmek, bir ayna görevi görmekten başka bir şey değildir.
Ayna görevi görmeyi bir sorun olarak görüyoruz, çünkü ayna, karşısındaki objeleri yeniden üretmekten başka bir şey yapmaz. Sorunlu bir ayna ise, objeleri çarpıtır ve yeni bir şeymiş gibi sunar. Oysa karşısındaki obje olduğu gibi kalmaktadır. Olduğu gibi kalmak bir sorun mudur? Objenin olduğu şeyi yaratan koşullarda çelişkiler, aykırılıklar, bozukluklar ve yanlışlıklar varsa, ayna görevi gören “entelektüel” bunları olduğu gibi yeniden üretmekten başka bir şey yapmaz. Yani özetle, entelektüel sadece yansıtmakla kalmayıp, dönüştürmeye çalışmalıdır. Bunun üzerinde durmamızın nedeniyse, bugün entelektüelin ne olduğu konusundaki yanılsamalardır.