Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 

03 Kasım '10

 
Kategori
Güncel
 

Erkek Vuruyor, Devlet Koruyor

Erkek Vuruyor, Devlet Koruyor
 

Pek tabiki yaşamımızın hiçbir evresinde, yaşamın toz pembe hallere bürünüp, sürüp gittiğine dair bir izlenimimiz olmadı. O eski Türk filmlerinin dram kokan sahnelerine kendimizi kaptırdığımızda, derin hüzünler yüreğimize akardı. Ve bu filmler sayesinde öğrenmiştikki, aksine, hiçbir şey sanıldığı gibi değil, sanıldığından daha öte dram kokan, trajik yaşamlar var. Kimi zaman, o dramsal içerikli eski Türk filmlerine dair, kendiliğinden bir saygı anaforu oluşur zihnimde. O yeri geldiğinde beğenmediğimiz, sanatsal içeriğini eleştirdiğimiz ve hakir görmekten beri durmadığımız bu filmlerin, bize, yaşamış olduğumuz coğrafyada nelerin döndüğüne dair ipuçlar vermesi az şey değildi. İpuçlarının izini sürdüğümüzde nasıl bir coğrafyada yaşadığımızı daha bir net halde görme fırsatını yakalayabiliyoruz. 1980’li yıllar geldiğinde arabesk filmler yaşamımıza egemen olmaya başlamıştı ve belli bir kesim tarafından o arabesk filmlere dair feci düzeyde bir tepki oluşmuştu. Varoşun kara yüzlü genç delikanlıları, beyaz tenli, kahve şallı kızları kendilerini arabeskin o hüzün kokan söylem diline öyle bir kaptırmıştıki, filmleri takip etmeyenlere tuhaf ve alaycı bir gözle bakılırdı. Merdiven altı istihdam alanlarında çalışan o yoksul dünyanın fertleri, her çıkan arabesk şarkının tüm sözlerini nokta virgül atlamadan ezberler, hemen ardından gelen filmine bütün bir gönlünü açarak, tüm ilgisini sunardı. Ve bu filmlerin her birinde, ana ortak temanın tecavüz olduğu fikri acaba yanlış mıdır? “Tecavüzcü Coşkun” bu filmlerle memlekete mal oldu. İki iyi yürekli sevgili, karşılarında, kıza gönlünü kaptırmış olan cüzdanı dolu ağa, bey, patron veya çanak yalayıcısı kötü tiplemelerin olduğu bu senaryoların, kesin bir veya birkaç dakikasını tecavüz sahneleri oluşturuyordu. Hayatın zor yanlarını bir şekilde bu filmler, öyle veya böyle topluma taşımıştı. Bu filmler, bir tarafta tecavüz vakalarına dokunurken, diğer bir tarafta varoş yaşamlarınıda son derece net bir şekilde beyaz perdeye taşımıştı. O inşaat işçilerinin dramlarını, kentin kenar kıyı semtlerindeki ağır yaşam koşullarını bir bir gözümüze gözümüze batırıyordu. Doğru düzgün aşık bile olamayan bu filmlerin karakterleri, film boyunca sürekli aşkı için savaşan bir rolü hayata geçiriyorlardı. Bu filmlerin her birinde mutlaka, Karaköy Genelevi sahne alırdı. Veya filmlerin önemli bir bölümünde baş kadın karakter, filmin bir bölümünde, genelevde bulurdu kendisini. Ya bir tecavüze maruz kalmıştır, ya ortalık yerde, elinde tutanın olmadığı bir yerde, elini, üçkâğıtçıya, hırsıza, puşta kaptırmak durumunda kalmıştır. Bu filmleri işte bu ortak temalarından dolayı yabana atmamak gerektiğine artık fazlası ile inanıyorum. Bir zamanlar bende o Küçük Emrah’ın sürekli ağlayan hallerinden rahatsız olurdum ama aslında durum vaziyet hiç de böyle değilmiş. Bu filmlere biraz kafa yorduğumuzda, aslında toplumumuzun gerçeğini son derece net bir şekilde ortaya koyduklarını anlayabiliyoruz. Bu toplumun ortak bir noktası olan “Cinsel Açlık” mevzuunu taaa o dönemlerin filmleri bizim gözümüze sokup sokup durmuş.

Artık teknoloji aldı başını gidiyor. Bilişim dünyasını takip etmek ve yeniliklere dair kendimizi geliştirmek bile o denli zorlaştıki, pek tabiki böyle bir dünyanın en güçlü egemen yanının iletişim olduğu muhakkak. Medya dünyası devasa boyutlara ulaştı ve hiçbir şey gizli kapaklı kalmıyor. Herkes, her şeyi bol miktarda konuşuyor. Herkes, her konuda fikrini daha net bir şekilde ifade ediyor ve ifade etmiş olduğu düşüncelerini teknolojik imkânlar sayesinde geniş yığınlara ulaştırabiliyor. Hal böyle olunca, ne kadar saklanmaya çalışılırsa çalışılsın, coğrafyamızın kimi utanç veren gerçekleride gün gibi su yüzüne bir bir çıkıyor. Ağaların, beylerin, boynunda yuları, göbeği ve cüzdanı şişkin tiplerin yediği haltlar bir bir ortalık yerlere dökülüp saçılıyor. Her dem yenen bu haltlar, çok değil, kısa bir zaman sonrasında ortalığa dökülürken, bu gelişim dünyasının dışında kalmış olan hukuk sitemimiz, halen dökülüp saçılmakta olan bu yüz kızartıcı halleri saklamakla, suçluyu aklamakla halvet olmuş durumda. Her şeyin gün gibi açıkta olduğu şu zaman diliminde, adaletin yerlerde gezdiğini, suçluların ortaya dökülmesine karşın, cezalardan bir bir muaf kaldığını görmek pek tabiki üzüntü verici bir durum. Daha geçen hafta Havva’nın dramına bu topraklar tanıklık etti. Babasının kuzenleri tarafından tecavüze uğrayan Havva, en nihayetinde kendisini asmıştı. Bir ahırda kendisini sonsuzluğun kollarına bırakmış, bir ipin ucunda bedenini sallandırmıştı. Havva’nın başına gelenleri daha yakın zamanda Zülfü Livaneli “Mutluluk” kitabında anlatmıştı ve filmi çekilmişti bu anlatılanların. O filmin başlangıcındada bir ahırda, önüne atılan iple kendisini asması istenen kızın, dram yüklü duruşu izleyiciyi tamda yüreğinden vuruyordu. Çünkü kirlenmişti o kız çocuğu. Lekeliydi… Yaşaması, ailesinin insan içine çıkmasına engeldi. O leke, ancak, kızın kendi bedenini o ipin ucunda sallandırması ile silinebilirdi. Böyle bir kültürün egemen olduğu bir coğrafyada kadın olmanın ne menem bir şey olduğunu, ancak kadınlar bilir. Her koşulda suçlunun ortalık yerde kasıntı hali ile dolaşmasına karşın, masumiyetin kendisi olan kadının, düştüğü dramın tarifi nasıl yapılır bilemiyorum. Mağdur ve mağdurun en nihayetinde son tercihi, kendisini ölümün kollarına bırakmak. Ya ortaya çıkmayanlar, ya gizlenenler… Coğrafyamız, topraklarımız kadınlar için hiç ama hiç güven verici değil. Hiçbir yönden. Bu gerçek artık bütün bir çıplaklığı ile gün yüzüne çıkmış durumda. Cinsel istismar, taciz ve tecavüz vakalarında bu coğrafyanın mahkemelerine her yıl 8 bin adet dava açılmakta. Evet… Yanlış okumadınız. Her yıl, bu ülkede, sadece ortaya çıkmış olan cinsel istismar, taciz ve tecavüz vakalarından dolayı 8 bin adet dava açılıyor. Hadi buyrun, açıklayın bu durumu? Bu bir dram değildir de, nedir? Bu bir trajedi değil de nedir? Ve sonra düşünelim kadınların durumunu… Çocukların, o küçücük kızların durumunu bir bir düşünelim. Ve erkek egemenliğinin en kadim lafını tekrar hatırlayalım… “Dişi köpek kuyruk sallamassa, erkek köpek ardından gitmez” diyerek, hoyratlığın, vahşetin meşruiyet kazanmasına neden olan yurdumun, cengâver erkek modelleri, adeta, bir sürü hali ile Anadolu’nun dört bir yanına yayılmış durumdalar. Bu zihniyet dünyası, içimizde dolaşıp, etraflarına en afilisinden yana gülücükler saçıyorlar… Ve… sonra!!!

Daha yakın zamanda, bir lise öğrencisi olan Ç.K. şöyle bir şey yazıyordu sınav kâğıdına, “Ben sınava hazırlanamadım. Yaşamak istemiyorum”. Henüz daha 14 yaşında olan bir genci yaşamdan soğutan şey ne olabilirki? Söyleyelim… Bu lise öğrencisine üvey babası henüz daha altı yaşındayken tacize başlıyor ve altı ay öncede tecavüz ediyor. İşin daha ilginci ise, bu durumu annesinin bilmesi. Tüylerimizin bir bir ürpermesine neden olan olaylardan biriside Mardin’de yaşanmadı mı? 13 yaşındaki N.Ç isimli kız çocuğuna, kamu görevlileri ile birlikte, aralarında birde yüzbaşının bulunduğu 28 kişi tecavüz ediyor ve bu kız çocuğu başkalarına pazarlanıyor. Ve daha bir utanç verici sonuç ise dava sürecinde yaşanıyor. Mahkemeye çıkan bu tecavüzcüler sürüsü bir bir serbest bırakılıyor.

Şu anda önümde tecavüz, taciz, sarkıntılık gibi olaylara dair hazırlamış olduğum hayli kabarık bir liste var. Her birini bu sütunlara taşımaya kalksam, bu yazının sonu gelmez. Gerçeğin bu denli şefaf olduğu hiçbir dönemi bu topraklar yaşamadı. Dini bütün Anadolu coğrafyasının kadim, delikanlı!!! erkekleri aramızda kasıntı halleri ile sürü gibi dolaşıyorlar. Hem de aklanmış vaziyette. Hem de yaptıkları onca rezillik ödüllendirilmiş halde aramızdalar. Bu aramızda olma hallerinden şahsım adına ben hayli rahatsızım. Biz sisteme çakanlar, neden sistemde arıza olduğunu ısrarla ifade etmeye çalışıyoruz? Adli tıp raporlarını dahi beklemeden, bu sapıklar sürüsünü, toplum içerisine salan hakimlerin hiç mi günahları yok bu gelişmelerden? Yasaları çağın gerek ve ihtiyaçlarına göre şekillendirmeyen yasama organının hiç mi günahı yok bu dram yüklü ülke halimizden? Ülkemizin gelmiş olduğu bu noktada batışa dair dikine bir gidiş içerisinde olduğunu görmek için bilmemki daha nelerin yaşanması gerekiyor. Bu ülkenin devleti, kadınını, kızını, çocuğunu koruyamıyor. Bu ülkenin kutsiyetinden sual edilemeyen devleti, mağduru korumaktan ziyade, suçluyu aklamak üzerine hukukunu şekillendirmiş. O halde… Organının boyunu ve çapını övünç kaynağı yapıp, gecede kaç defa aşka teşne olduğunu diline dolayan, yurduma egemen kadim erkek milletinin zihnine pek tabiki tacizde, tecavüzde, sarkıntılıkta sınır tanımaz bir ahlak anlayışı sirayet edecekti. Flörte dair kesin tavır koyan ahlakın lastikli bekçileri, her flört halini ahlaksızlığın kendisi olarak tanımlarken, ülkenin gelmiş olduğu bu dram yüklü halden ne kadar pay ile sorumlu olduklarını bir anlatsalarda, bilsek…

Küfür… Tabiki edebiyatların edebiyatıdır… Hele hele Törkiş vatandaşların dilinden daha bir süzülerek, alımlı, çalımlı bir şekilde ortalık yere dökülür. Küfürün milli bir iletişim dili haline geldiğini askerlik yaptığım dönemlerde öğrenmiştim. Nizamiye kapısından içeri girdiğimiz andan itibaren, yurdumun o kadim erkek milleti, birbirlerinin bir yerlerine bol miktarda, bir şeyler sokuşturmakla meşguldü. Her cümlenin başlangıcı ve bitişi, cinsel uzuvları içeren nadide kelimelerin işgalindeydi. Bu tuhaf durum karşısında biz daha yeni o askerlik ocağının sınırlarına girmiş olanlar, olanı biteni anlamaya çalışıyorduk. Ve bizki bu memleketin iyi yetişmiş iki bin adet evladı, cinsel uzuvlu iletişim muhabbetini ilk önceleri tuhaf buluyor olsakda, bir süre sonra, bu muhabbetin ana dişlilerinden birileri olup, çıktık. Anadolu coğrafyasının dört bir yanından vatan görevini tamamlamak adına Manisa ahalisine gelmiş olan binlerce eğitimli, iyi yetişmiş genç, küfürün envayi çeşidinide yanında getirmişti. Küfürü amentü belleyen ve her bir işini cinsel uzvuyla halleden acep dünyada kaç adet millet vardır? Cinsel uzvunu övüncünün veya övünçsüzlüğünün kaynağı sayan bu milletin dünya coğrafyası üzerinde, bu alanda eline kimsenin su dökemeyeceği kesindir. Bir dönemin asparagas gazetesi “Tan”, halen var mı bu gazete bilemiyorum, birinci sayfadan, ülkeye gelen turist kızların, Törkiş hamamdaki tellakların güçlü kollarında nasıl keyfe keder dakikalar geçirdiğinden demler vururdu. Turizmin, dinlencenin, tatilin ne anlam ifade ettiğini bilmeyen yurdumuzun o pek kendinden emin erkek milleti, memleketin turistik beldelerinde, turist kızların arkasından çevirmedikleri dolap bırakmadılar. Taciz, tecavüz ve sarkıntılık diz boyu olmuştu ve turistlere asılmayan Türk erkeği, erkek yerine konmuyordu o yıllarda. Her bir Törkiş erkek, her gece birkaç adet yabacı tursit ile lafına sınır koymaksızın beraber olduğundan demler vuruyordu. Dinlence adına ülkemizi tercih eden o genç turist kızların her biri, birer potansiyel Törkiş erkeği arayanlar kervanından sayılıyordu. 1990’lı yıllarda ülkemizi mesken tutan Doğu Avrupa ve Rus uyruklu bayanların, Laleli ve Beyazıt yörelerinde ne hallere getirildiğini bir hatırlayın. Laleli’nin Ordu Caddesinde yürüyen her bir Doğu Avrupalı veya Rus bayanın karşı karşıya kaldığı taciz ve sarkıntılıkların haddine diyecek yoktur. Laf atmalar, elle sarkıntılık doğal sayılan erkeksel eylemlerdi. Ve kimse kalkıpta “Hop ne oluyoruz?” diye tek kelam laf etmedi. O kadınlar, kızlar için adeta Türkiye bir cehenneme dönüşüyordu. Ve bir gün geldi, bavul ticareti amaçlı gelen bu kadınlar, kızlar ayaklarını, Laleli’den, Beyazıt’tan kestiler. İşte o zaman yedikleri nanenin ne olduğunu anlayan yurdumun teraneden erkek milleti, dizini dövmeye başladı. Ama erkekliğine illede leke sürdürmeyecekti.

Çocukluğumun has arabeskçisi Semir ismindeki arkadaşımla, bira içtiğimiz bir akşam şöyle demişti. “İnsanoğlu neden yaşar biliyor musun? Midesi ve (Parmağı ile cinsel organını işaret ederek) bunun için yaşar.”

Semir yurdumun erkek milletine dair en yalın tespiti yapmıştı. Evet… Türk erkeği hiçbir koşulda bu iki ihtiyacından ödün vermez. Bir şekilde bu iki adet ihtiyacını karşılar. Pek tabiki ben Semir’in sadece “İnsanoğlu” deyişine katılmıyorum. O noktaya sadece “Türk Erkeği” ifadesini koymuş olsaydı, kesinlikle bu düşüncesinden dolayı ona hak verirdim. Zira Fatmagül mevzuuda durum daha bir net şekilde ortaya çıktı. Kapitalizmin tüketim kültürü, bu defa cinselliğin ahlak alanında sınır tanımayan hali ile insanların zihnine egemen oldu. Şişme Fatmagülleri piyasaya sürerek ve bu ürünlere talebi alabidiğine yükselterek, ülkenin ne durumda olduğuna en iyi örneği verdi. Ve bu pazarlanan ürün ve pazarlama yöntemi, muhafazakârlığına! geleneklerine, ahlakına çok bağlı yurdum insanını hiç rahatsız etmedi. Aksine, haylide ilgi çekici bulundu. Bundan sonrasını kadınlarımız, kızlarımız, küçücük çocuklarımız düşünsün… diyeceğim. Onları koruyacak ne bir devlet, nede bir mercii var.

 
Toplam blog
: 1509
: 1145
Kayıt tarihi
: 07.08.07
 
 

Yazarım... Okurum... Öğrencilik yıllarımda çok yazdım... Kompozisyon derslerinde yazdım... Duvar ..

 
 
 
 
 

 
Sadece bu yazarın bloglarında ara