Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Ocak '09

 
Kategori
Güncel
 

Ermeni sorunu ve özürcüler

Ermeni sorunu ve özürcüler
 

Ermeni çetelerinin katlettiği çocuklar


1700’lü yılların ikinci yarısına kadar Osmanlı ile Ermeniler arasında önemli sorunlar yaşanmamış. Ermeniler, Türklerle ve Kürtlerle birlikte uyum içerisinde yaşamışlar. Üstelik onlardan daha rahat ve huzurluymuşlar. Ticaretle ve zanaatla uğraştıkları için çevrelerine göre daha varsılmışlar.


Osmanlı, iyice güçsüzleşince yabancılar iç işlerine karışmaya başlamış. Özellikle Ermenileri kışkırtmışlar. Dış güçlerin etkisi ile çıkardıkları ilk önemli isyan Zeytun İsyanı’dır (1780). 1819 ve 1852–1853 yıllarında, ikinci ve üçüncü Zeytun İsyanları yaşanmıştır.


93 Harbi olarak bilinen 1877–1878 Osmanlı Rus Savaşı sırasında, Ermenilerin bir bölümü Rusların yanında yer aldılar. Osmanlılardan ayrılmak isteyen Ermeniler 1887’de Hınçak Partisini kurdular. Hınçak Partisinin çalışmalarını yeterli bulmayan kimi Ermeniler ise 1890’da, Taşnaksutyun’u kurdular. Bu parti doğrudan silâhlı isyanları hedefleyen bir partiydi. Bunların dışında başka partiler de kuruldu. Ermenilerle Osmanlıların arasındaki esas düşmanlık bu olaylarla başlamıştır.


O tarihlerde; Ermenilerin, bağımsız bir devlet kurmak için savaşmalarını yadırgamıyorum. Yanlış da bulmuyorum. Çünkü milliyetçilik akımlarının dünyaya yayıldığı dönemlerde halkların uluslaşma ve kendi devletlerini kurma çabaları doğaldır. Ama savaşmanın bile etik kuralları vardır. Savaşta sivilleri, çocukları öldüremezsiniz. Hiç kimseye işkence yapamazsınız. Tecavüz edemezsiniz. Ermeni çeteleri, Osmanlı yönetimiyle savaşmaktan çok, Müslüman halklara zulüm uygulamıştır.


Osmanlı’nın işgal ettiği topraklarda yaşayan Müslüman olmayan halklara oldukça iyi davrandığı gerçeği yadsınamaz. İnançlarına, kültürlerine saygılı davrandığı bilinmektedir. Böyle davranmakta, kendi çıkarları da etkiliydi elbet. Daha kolay ve daha çok vergi toplamak gibi… Her ne olursa olsun, sonuçta iyi davranıyordu. Ellerinden işlerini alıp kendi halkına vermiyordu. Onları köle gibi çalıştırmıyordu. İşkence yapmıyor ve yaptırmıyordu. Kadınlarına tecavüz ettirmiyordu.


Aslında Osmanlı, en çok eziyeti Türklere, özellikle de Alevi Türklere yapmıştır. Hatta Türkleri ve Türklüğü küçümsemiştir. Osmanlı Hanedanı ve yakın çevresindekiler, Türklere “kaba Türk”, “akılsız Türk”, “pis Türk”, “eşek Türk” derlerdi. İşte Osmanlı yanlısı bir ozanın şiirinden bir dörtlük:


“Türk’ün dilberidir gayetle inat

Şehir dili bilmez lisanı kubat

Lisanından eyler Türklüğün isbat

Hayvan gibi diker gözün samana.”


Osmanlı’nın, Türklere bakışının açık örneğidir bu. Divan-ı Hümayun yazmanlarından Hafız Hamdi Çelebi, 1499’da yazdığı bir şiirinde “Baban da olsa Türk’ü öldür.” demektedir. Üstelik bu sözü, İslâm Peygamberinin söylediğini savlamaktadır.


Osmanlı şairi Nef’i; “Tanrı. Türk’e irfan çeşmesini yasaklamıştır.” der. Osmanlı tarihçileri Naima ve Hoca Sadettin Efendi; kitaplarında Türklere “idraksiz”, “kaba”, “hilekâr”, “Türk iti” gibi sıfatlar yakıştırmışlardır.


Türkler de Osmanlı’yı sevmezler. Buna da bir Türkmen deyişi ile örnek vereyim:


“Şalvarı şaltag Osmanlı

Eyeri kaltag Osmanlı

Ekende yok, biçende yok

Yiyende ortag Osmanlı.”


Demem o ki, Osmanlı; Ermenileri değil, Türkleri sevmezdi.


Çağın özellikleri düşünüldüğünde ve kendi çağdaşlarıyla karşılaştırıldığında, Osmanlı’nın azınlıklara daha kötü davrandığı söylenemez. Hatta yabancılara, kendi halkından daha çok önem verdiği ortadadır. Ermenilere karşı ise özel bir yakınlığı vardı. Onlara “Millet-i Sadıka” derdi. Birinci Dünya Savaşı dönemindeki İngiliz ve Fransızların işgal ettiği topraklarda yaşayan halklara neler yaptıklarını biliyoruz. Amerika Kıtası’na giden Avrupalıların, yerlilere uyguladığı zulmü de biliyoruz.


Tüm bunlar düşünüldüğünde, Ermeni çetelerinin; yayılmacıların desteği ile Türklere ve Kürtlere uyguladığı insanlık dışı eylemler hoş görülebilir mi? Daha 1895 Sason İsyanında bile sivil halka akıl almaz işkenceler yapılmıştır. Ermeni çeteleri, kendilerini desteklemeyen Ermenileri de katletmişlerdir.


1800’lü yılların sonlarında ve 1900’lü yılların başlarında yaşanan Ermeni isyanları, Birinci Dünya Savaşı yıllarında yaşanacak olan dramların habercisiydi. Hınçak, Taşnak, Armenakan ve benzeri partilerin amaçları daha kuruluşunda kendini göstermişti. Kurulur kurulmaz halkın silâhlanması girişimlerini hızlandırmışlardı. Birinci Dünya Savaşında ise Osmanlı ordusunu arkadan vurmuşlardı. Bu yetmezmiş gibi, köylerde sivil halkı, küçük-büyük, kadın-erkek demeden katletmeye başlamışlardı. İnsanlık dışı işkenceler, tecavüzler sıradan eylemler olmuştu.


Bunlara kimi örnekler vereyim:


1- 1895’te Birinci Sason İsyanı, Hamparsun Boyacıyan ve arkadaşları tarafından başlatılmıştır. Muş’ta Vilikan Aşiretine saldırmışlar; arkasından Berkan Aşiretine saldırarak bu aşiretin tanınmış bir bireyi olan Ömer Ağanın yeğeni Hacı’yı öldürdükten sonra, karnına barut doldurup patlatmışlardır.


Bu isyanda, birçok insanın gözleri çıkarılmış, kulakları kesilmiş, gebe kadınların karınları yarılarak öldürülmüştür.


Boyacıyan, yakalandıktan sonra, İngiliz kışkırtmasını itiraf etmiştir. Bu isyancı, 1908 yılında, Kozan Sancağı’ndan Adana Mebusu (milletvekili) olmuştur.


Bu olay, Osmanlı yönetiminin Ermenilere karşı ne denli hoşgörülü olduğunun göstergesidir.


2- Öğretmenliğimin beşinci yılı idi (1975). Artvin ili, Ardanuç ilçesinin Bereket köyüne tayin edildim. Bir gün, okula yaşlı bir adam geldi. Adı “Binali”… Hoşsohbet birisiydi. Yüzünde ve ellerinde, dövmeyi andıran, çok sayıda biçimsiz lekeler vardı. Binali Dede, sık sık gelip öğretmenlerle konuşuyordu. Bir gün merakımı yenemeyip, ellerinde ve yüzündeki lekelerin nedenini sordum. “14-15 yaşlarındaydım.” diyerek anlatmaya başladı. İşaret parmağını, okulun karşısındaki bahçeye doğru uzatarak sürdürdü konuşmasını. “Birkaç arkadaşımla şu bahçede oynuyorduk. Ermeni çeteleri geldi. Arkadaşlarım kaçtılar. Ben yakalandım. Elbiselerimi çıkardılar. Mermilerin kurşunlarını çıkarıp barutunu yüzüme, ellerime, boynuma vücuduma döktüler. Sigara ile yaktılar. Yanan barutların izleridir bunlar.”


Sonra nasıl kurtulduğunu sordum. Şöyle açıkladı: “Belki de beni öldüreceklerdi. İşkenceyle çok insan öldürmüşlerdi. Acıdan bayılmak üzereydim. O arada Rus saldatları (Rus askerleri) geldiler. Ermeni çetelerine bağırdılar. Ne dediklerini anlamıyordum, ama kızdıkları seslerinden anlaşılıyordu. Üzerimden çıkardıkları elbiseleri ellerime tutuşturup serbest bıraktılar beni. Vücudumdaki yaralardan ötürü günlerce yatamadım. Oturarak uyudum. Yine de şanslıymışım.”


Yoruma gerek var mı?


3- Bir emekli öğretmen arkadaşım anlattı geçenlerde. Artvin ili Şavşat ilçesi Çoraklı köyünden Mahmut Kara… Olayı dedesi Hafız Kara anlatmış.


Şavşat’ın Cevizli köyünde bir kilise varmış. Ermeni çeteleri, köydeki Türk kadınları toplayıp bu kiliseye götürmüşler. Kadınları soyup sırtüstü yatırarak göbeklerinde kumar oynamışlar. Daha sonra, gebe kadınların karnındaki ceninlerin erkek mi kız mı oldukları üzerene bahis tutuşmuşlar. Gebe kadınların karınlarını yararak ceninleri çıkarmış ve kimin kazandığını belirlemişler.


4- Ardanuç’un Adakale Mahallesinde Ermeni ve Türkler birlikte yaşarlarmış. Rus işgali yıllarında, Ermeni çeteleri, yakaladıkları Türkleri Adakale’deki bir Ermeni’nin fırınında yakmışlar. Ardanuç’un kurtuluşundan sonra ise, yerli halk, yakaladıkları Ermenileri öldürerek Cehennem Deresi’ne atmış.


Bu olayı annemin babası, Hamurlu köyünden Osman Aksu anlatmıştır. Buna benzer olaylar yüzünden, Osman Aksu, ailesiyle birlikte Konya’ya kaçmış. Ermenilerin çekilmesinden sonra köyüne dönmüş. Birinci Dünya Savaşı döneminde, Ermeni çeteleri yüzünden toprağını bırakıp kaçan milyonlarca insan olmuştur. Bu olaya Artvin’de “kaçakaçlık” denir. Güneydoğu’da, özellikle de Adana’da ise “kaç kaç” adı verilmiştir. Göç yollarında yüz binlerce insan yaşamını yitirmiştir.

***

Kars’ta, Erzurum’da, Van’da, Bitlis’te, Maraş’ta ve birçok yerde Ermeni çetelerinin insanlık dışı işkence ve katliamları, yıllardır, birinci ağızlardan anlatılmıştır. Bu olaylarla ilgili, belgelerini de içeren kitaplar yazılmıştır.


Yapılan işkence biçimlerine birkaç örnek de bu kitaplardan, anımsadıklarımdan vereyim.


1-Kadınlara, kızlara; secde eder durumda tecavüz edip, “Bundan sonra size böyle namaz kıldıracağız.” diyorlar. (Muş’ta yaşanan olayı, Mehmet Resul adlı kişi, yemin ederek anlatmış.)


2-İnsanların derilerini kesici aletlerle cep durumuna getirip ellerini bu derilerin içerisine sokuyorlar. (Genelde uyguladıkları bir yöntem…)


3- Çocukları ateşte yakıp etlerini annelerine yedirmeye çalışıyorlar. (Çok yerde uygulanmıştır. Örneğin, Maraş…)


4- Erkeklerin bıyıklarını ve sakallarını, derileriyle birlikte kesiyorlar. İnsanların derilerini yüzüp ağaçlara asıyorlar. (Çok yerde uygulanmıştır.)


5- İnsanları samanlıklara ve camilere doldurup yakıyorlar. (Genelde uygulanan yöntem…)


6- İnsanların cinsel organlarını kesip ağızlarına ve makatlarına sokuyorlar. (Çok yerde uygulanmıştır.)


7- Kadın-erkek, büyük-küçük demeden insanları kazığa geçiriyorlar. (Çok yerde uygulanmıştır.)


8- Alınlarından, Ellerinden, ayaklarından duvara çiviliyorlar. (çok yerde uygulanmıştır.)


9- Kadınlara tecavüz ettikten sonra, vücutlarını yarıp iç organlarını duvarlara çiviliyorlar. (Kâzım Karabekir’in tanık olduğu bir olaydır.)


10- Çocuklara tecavüz ediyorlar. (Örneğin: Van’da Kavlık köyünde, 7 yaşındaki Fatma ve 5 yaşındaki Gülnar’a hem arkadan hem önden tecavüz etmişler. Bu çocukların ikisi de sakat kalmıştır.)


11- Dişlerini kerpetenle söktükten sonra öldürme… (Çok yerde uygulanmıştır.)


12- Van, Kars, Erzurum, Bitlis, Maraş (o zamanki adı) gibi birçok ilde yapılan toplu katliamlar… Katledilenler, silâhsız ve savunmasız sivil halktır. Van’da, kimi köylerin halkı, yediden yetmişe katledilmiştir.


Yukarıda açıkladıklarım, Ermeni çetelerinin (tüm Ermenilerin değil) yayılmacılardan (emperyalist) aldıkları destekle yaptıkları katliam ve işkencelerdir. Bu olaylar, yaşayanlar tarafından günümüze aktarılan olaylardır.

***

Dört yandan yayılmacı saldırısına uğrayan Osmanlı çok zor durumdadır. Yüzyıllardır dostça yaşadığı bir halkın (Ermeni halkı) içinden çıkan çeteler tarafından arkadan vurulmuştur. Van Mebusluğu yapan Papazyan bile, yayınladığı bildiride, gönüllü Ermeni alaylarının Rus ordusuna öncülük etmelerini istemiştir. Rus güçleriyle birlikte sınırı ilk geçenler, eski Osmanlı mebusu Armen Garo lâkabıyla bilinen Katekin Pastırmacıyan’ın birlikleridir. Eski mebuslardan Hamparsum Boyacıyan, kurduğu çete ile sivil halkı katletme görevini üstlenmiştir. Üstelik bu çeteler, salt orduyu arkadan vurmakla yetinmemişler; Ruslara istihbarat sağlamışlar, ordunun haberleşmesini engellemek için telgraf tellerini de kesmişlerdir. Yoksulluk ve çaresizlik içerisinde yaşayan sivilleri katletmişler; mallarını yağmalamışlardır.


Ermenilerin Goçnak Gazetesi’nde 24 Mayıs 1915’te, Van’da, 1500 kadar Türk’ün kaldığı haberi yayımlanmıştır. Bu 1500 kişinin dışında kalanların katledildiği, bir kesiminin de evlerini ve topraklarını bırakarak güvenli bölgeleri göçmek zorunda kaldıkları ortadadır. Bu göç olayları, sadece Van’da değil, Ermeni çetelerinin hüküm sürdüğü tüm bölgelerde yaşanmıştır. Yani tehciri ilk yaşayanlar, aslında Anadolu’daki Müslüman halklardır.

***

Bu duruma yönetim bir çare bulmak zorundaydı. Her köye bir jandarma birliği yerleştirme olanağı yoktu. Ordu cephelerde durmadan gerilemekte; adım adım yenilgiye gidilmekteydi. İç güvenliği sağlamak için silâhlı güç ayırma olanağı yok… Düşünülebilen tek çare tehcirdir.


Yapılan şey, çetelerin barınıp beslenmesinin önüne geçmek; çetelerle sivil halkı ayırıp mücadeleyi kolaylaştırmak; ordunun arkasını sağlama almak ve sivil halkın katledilmesini önlemektir. . Tehcir kararı, bir halkın sınır dışı edilmesi kararı değildir. Devlet sınırları içerisinde, başka bir yere, geçici olarak, yerleştirme kararıdır. Üstelik yerleştirilecek yerde, göç ettirilen insanların geçimlerini sağlayacak asgari olanakların sağlanması da kararlaştırılmıştır. Belli bir toprak ve mesken verilmesi; sanatla uğraşanlara gerekli alet ve edevatların sağlanması, maddî yardım, mesleklerinin gerektirdiği ortamın ve olanağın sağlanması gibi uygulamaları da içermektedir alınan kararlar.


Bunların tamamı gerçekleştirilememiştir elbette. Savaş ortamı ve yoksulluk nedeniyle, büyük aksaklıklar da olmuştur. Ama böyle kararların alınması, bir soykırım amacının olmadığının göstergesidir.


Göç sırasında önlenemeyen katliamlar, soygunlar yaşanmıştır. İnsanlık dışı katliam, tecavüz ve işkenceleri yaşayanların yakınları, kişisel ve toplumsal bir tepki ve öç alma duygusu ile fırsat bulduğunda Ermenilere saldırmışlardır. Birçok Ermeni bu tepkiler sonucunda katledilmiştir. Göç yollarında, kafileleri koruyacak kadar silâhlı görevli sağlanamamıştır. Sağlanan görevliler de yer yer kasten ya da korku nedeniyle görevlerini yapmamış ya da yapamamışlardır.


Ayrıca bu dönemde dağlarda çoğu Hamidiye Alayları artığı eşkıyalar vardı. Bir de Arap eşkıyaları ve aşiretleri… Bu eşkıyalar, göç kafilelerine saldırmış; insanları katletmiş ve mallarını yağmalamışlardır.


Öldürülenlerin birçoğunun suçlu olmadıkları gerçeği düşünülürse bu olayların, insanlık duygusu taşıyan her bireyi üzmesi gerekir elbette. Ama bu üzüntü, gerçekleri saptırmanın ve bir halkı, soykırımla suçlamanın gerekçesi olamaz.


1916 yılında, göç talimatlarını, gerektiği gibi uygulamayarak ölümlere neden olan devlet görevlilerinden 1673 kişi, Harp Mahkemelerinde yargılandı. 67 kişiye idam, 524 kişiye çeşitli hapis cezaları, 68 kişiye de kürek ve sürgün cezaları verildi.


1918'de Osmanlı hükümeti ikinci bir talimatname ile Ermeni göçmenlerin evlerine dönüşlerini düzenledi. (Zaten göçün geçici olduğu, ilk kararda belirtilmişti.) Binlerce Ermeni bu düzenleme sonunda geri döndü.

Ermeni kökenli yurttaşlarının ölümüne neden olan görevlileri cezalandıran; göç ettirilenlerin geriye dönüşü için talimatname hazırlayan bir yönetimi soykırımla suçlamanın akılla bağdaşır tarafı var mıdır?


Savaş yılları Anadolu halkı için, yokluk ve hastalık yıllarıydı. Açlık ve salgın hastalıklar nedeniyle ölenler, savaşta ölenlerden daha çoktu. Bu salgın hastalık ve açlık, doğal olarak, göç yollarındaki Ermenileri daha çok etkilemişti. Eşkıyaların ve öç alma duygusuyla saldıranların öldürdüğü Ermeniler; açlık ve hastalık nedeniyle ölenlerden daha azdı. Osmanlı belgeleri de, İngiliz ve Ermeni belgeleri de bunu göstermektedir.

1918 yılında, Ermeni Delegasyonu Başkanı Boghos Nubar Paşa’nın, Fransa Dışişleri Bakanlığı Yüksek Yetkili Bakanı Monsieur Gout’a verdiği rapora göre, göçe tabi tutulan ve yerlerine ulaşan Ermeni sayısı 390 000’dir. Aynı kişi, asıl göçe tabi tutulanların sayısının 700 000 olduğunu savlamaktadır. Yani 310 000’inin öldüğünü…


Boghos Nubar; Rus ordusuna katılanları ve daha sonra, Ruslar çekilirken onlarla birlikte kaçanları hesaba katmamıştır.


Ermeni Richard Hovannisyan ise, Kafkasya’ya 345 000, Bulgaristan’a 40 000, İran’a 50 000, Suriye’ye 140 000, Ege Adaları ve Yunanistan’a 120 000, Lübnan’a 50 000, Ürdün’e 10 000, Mısır’a 40 000, Irak’a 25 000 ve Amerika’ya 35 000 Ermeni’nin göç ettiğini açıklıyor. Bunlar yerleşim yerlerine ulaşanlardır. Toplamı 855 000’dir. 1914 sayımına göre Anadolu ve Rumeli topraklarında 1 300 000’e yakın Ermeni yaşamaktadır. İngiliz belgeleri ise bu sayının 1 056 000 olduğunu göstermektedir. Göçten sonra Osmanlı topraklarında 170 000 kadar Ermeni kaldığı bilinmektedir. Richard Hovannisyan’ın sayılarını doğru kabul edersek, kayıpların tamamının 275 000 olduğunu görürüz. Açlık ve hastalıktan ölenleri ve kendi isteği ile kaçanlardan yerleri ve sayıları saptanamayanları da düşünürsek, öldürülenlerin 100 000 ile 200 000 arasında olduğunu anlarız. Bu sayıların Ermenilerce verildiğini de unutmamak gerekir. Ermeni çetelerinin katlettiği insanların sayısı ise 500 000’in üzerindedir. Hangi yerleşim yerinde ne kadar insanın katledildiği belgelerle kanıtlanmış durumdadır.


Savaş yıllarında, açlık, hastalık ve çarpışmalar sonucu 1 400 000 Müslüman’ın öldüğü bilinmektedir. Bu sayıyı 2 500 000 olarak hesaplayanlar da var… Tüm bunlar irdelendiğinde, Ermenilerin ve emperyalistlerin sonradan uydurduğu sayıların ne denli abartılı olduğu anlaşılmaktadır.


Danimarkalı misyoner Maria Jacobsen'in 24 Mayıs 1916 tarihli yazısından; sadece Malatya'da, günde ortalama 100 askerin koleradan öldüğü gerçeğini öğreniyoruz. Demek istediğim şu: Ermenilerin çoğu, açlık ve salgın hastalık yüzünden ölmüştür. Tümünü, öldürülmüş olürük göstermek yanlıştır.


Yazdıklarımdan, öldürülen Ermenilerin sayısını az bulduğum sanılmasın. Konu ölüm olunca bir kişi bile çoktur bence. Ama gerçek neyse onu söylemek gerekir. Kaldı ki, ölen ve öldürülenlerin sayısı, kimilerinin savladığı gibi bir milyondan çok da olsa, “soykırım niyetinin olmadığı” gerçeğini değiştirmez.

***

Ermeni diasporası, soykırım tezini, en çok, Lord Bryce’nin yazdığı ve Arnold J. Tonynbee’nin editörlüğünü yaptığı Mavi Kitap’a dayandırırlar. Oysa Tonynbee, daha sonra yazdığı 'Acquaintances' adlı eserde, Mavi Kitap’ın bir karşı propaganda aracı olduğunu kabul etmiştir. Bu kitabın hazırlanmasında temel oluşturan raporların sahipleri, bilinçli olarak açıklanmamış; bu kaynak kişiler kod adlarıyla verilmişti. Bu konuda derin çalışmalarıyla tanınan Profesör Justin McCarthy, kaynak kişilerin adlarını ortaya çıkaran bir İngiliz belgesine ulaşmıştır. Bu kişilerin; Türk düşmanı Amerikalı misyonerler ve Osmanlı’ya ihanet eden Ermeni Taşnak çetesinin elemanları olduğu kanıtlanmıştır.


Üstelik Arnold J. Tonynbee, yapılan tehcirin soykırım olmadığını söylüyor. Hatta benzer bir uygulamayı, ABD’nin de Japon asıllı yurttaşlarına uyguladığını söylüyor. (Pearl Harbor'da Japonlar, Amerikan donanmasına saldırdıktan sonra Amerikan hükümeti Japon asıllı ABD yurttaşlarını Pasifik'ten çıkarıp Mississippi havzasına yerleştirmişti. Bu göç sırasında ABD yurttaşı Japonlar soyulmuştu.)

***

ABD’deki Yahudi lobisi ADL; soykırım iddiasını, 1914–1916 yıllarında İstanbul’da ABD Büyükelçisi olan Henry Morgenthau’nun tezlerine dayandırıyor. Henry Morgenthau; elçilikte görevli bir Ermeni hukuk danışmanı ile birlikte yazdığı kitapta, soykırım iddiasında bulunmaktadır. Bu kitap da Mavi Kitap gibi, Taşnak ve Hınçak üyelerinin verdikleri belgelere dayanmaktadır. Üstelik Morgenthau’nun bu kitapta yazdıkları, görev süresi içerisinde ABD hükümetine verdiği raporlarla bile çelişmektedir.


Amerikalı gazeteci George Schreiner;

Morgenthau’nun propaganda amaçlı kitabında yazdıkları ile özel anı defteri ve mektuplarında yazdıklarının birbirini tutmadığını söylemektedir. “Ermeni ihanetinin farkında olduğu, hükümetiyle yaptığı yazışmalardan da bellidir.” demektedir.

***

Tarihçi Prof. Guenter Lewy; tüm bunlara ve daha pek çok tarihsel kanıt, anı ve belgeye dayanarak, Osmanlı hükümetinin tehcir kararını Ermenileri yok etmek için değil, Doğu Anadolu cephesini korumak için aldığı sonucuna varıyor.


Ziya Gökalp'e göre yaşanan tek taraflı öldürme değil, birbirini öldürmedir. Gökalp'in görüşünün; yüzyıla yakın bir süre sonra; Bernard Lewis ve Guenter Lewy gibi saygın Batılı akademisyenler tarafından paylaşılıyor olması, önemli bir ölçüt olarak kabul edilmelidir.
***
Ermenistan’ın ilk Başbakanı ve Taşnaksutyun’un kurucularından olan Ovannes Kaçaznuni; 1923 yılında, Bükreş’te yapılan Taşnaksutyun Genel Kurultayına bir rapor sunuyor. Bu raporda tehcirin, doğru bir karar olduğunu söylüyor. Hatta silâhlanan ve Müslümanları katleden Taşnaksutyun’un yanlış yaptığını, kendini feshetmesi gerektiğini vurguluyor.


Kaçaznuni’nin raporunun en önemli noktalarından biri de, Taşnak Partisi ile onun peşine takılan Ermenileri savaşın bir tarafı, o günkü Türk devletini ise diğer tarafı olarak değerlendirmesidir. Bu değerlendirme; ortada savaş olduğunu ve soykırım kavramının bu olayda söz konusu olamayacağını belirtir.

Kaçaznuni; Taşnaksutyun’un ileri sürdüğü “Büyük Ermenistan” projesinin, yayılmacıların (emperyalist) direttiği bir talep olduğunu söylüyor. Kendilerine; “ABD korumasına girmek istiyorsanız denizden denize uzanan Büyük Ermenistan’ı kurmalısınız. ABD, işine yaramayacak küçük bir Ermenistan’ı korumasına almaz.” dendiğini açıklıyor. Bu söylem de tarihe ışık tutacak nitelikte ve önemdedir.

***

Dr. Johannes Lepsius, Ermeni dostu Protestan bir papazdır. Anadolu’da görev yapmıştır. “Ermeni soykırımı” tezini savunmaktadır. Bu doğrultuda kitaplar yazmıştır. 1916 yılında, Ermenilerin yaşadığı dramı anlatan raporu, Alman hükümetine sunmuştur. Bu raporda yazdıklarını kanıtlayacak tek belge bile yoktur.


1919’da yayımlanan kitabında ise Alman arşivlerindeki belgeleri istediği gibi değiştirerek, kimi kayıtları yok sayarak, Osmanlı yönetimini suçlama yolunu seçmiştir. Almanların suçsuzluğunu, Osmanlı’nın suçluluğunu kanıtlama amacıyla, sahtecilik yaptığı çıkmıştır ortaya. Alman görevlilerin Berlin’e gönderdikleri belgeleri istediği gibi değiştirmiştir. Bu belgeler; Osmanlı’nın; göç ettirilen Ermenilere insanca davranılması, korunması yönündeki emirlerini içermektedir aslında. Ama Lepsius, ters anlama gelecek biçimde yansıtmıştır belgeleri. Ermeni çetelerinin katliamlarını açığa çıkaran bölümleri ise yok etmiştir.


Soykırımı savunan Alman Gazeteci Wolfgang Gust; 2005 yılında çıkardığı kitapta, Lepsius’un belgeleri değiştirdiğini açıklamıştır. Ancak bunu tek taraflı yapmıştır. Alman Hükümetinin yararına yaptığı değişiklikleri ortaya koymuş; Osmanlı’nın zararına yaptıklarını ise irdelememiştir.


Tarihçi ve Yazar Cem Özgönül ise, Osmanlı yönetiminin zararına yapılan değişiklikleri irdeleyen bir kitap çıkardı. Böylece Lepsius’un soykırımı destekleyen tezleri çürütülmüş oldu. Hatta Lepsius’un sahteciliğini Alman Hükümeti de kabul etti.


Yapılan bu sahtecilik tek değil… Tessa Hofmann; 1980 yılında, konu ile ilgili bir kitap çıkardı. Ermeni Soykırımı-Talât Paşa Yargılanması… Bu kitapta, kafataslarında oluşmuş piramit biçiminde bir resim var. Resmin altına “Türk barbarlığı-Batı Ermenistan’da bir kafatası piramidi 1916/17” yazısı var. Prof. Türkkaya Ataöv; bu resmin, Rus ressam Vasili Vereşçagin’e ait bir tablo olduğunu kanıtladı.

***

Şimdi, “yapılanlar soykırımdır” diyenlere ve “özürcü” aydın(!)lara soruyorum:


1- Taşnaksutyun’un kurucularından olan Kaçaznuni, tehcir konusunda Osmanlı’nın haklı olduğunu kabul ediyor. Kendi partisinin Osmanlı’ya ihanet ettiğini kabul ediyor.


Siz, Kaçaznuni’den daha iyi mi biliyorsunuz yaşananları?


2- İşgalciler tarafından Malta’ya sürülen Osmanlı yöneticileri, dava bile açılamadan serbest bırakılıyor. Oysa tüm Osmanlı arşivleri ellerinin altındaydı. Kıyım, devlet kararı ile yapıldıysa, bunun belgelerini elde edebilirlerdi.


İşgalcilerin bile ulaşamadıkları belgelere mi ulaştınız siz?


3- ABD Büyükelçisi Henry Morgenthau’nun kitabı da Taşnak ve Hınçak elemanlarının verdikleri bilgilere dayanmaktadır. Gerçekleri yansıtmamaktadır.


Amerikalı gazeteci George Schreiner, Büyükelçi Morgenthau’yu, bilinçli olarak olayları saptırmakla suçluyor.


ABD’li gazeteciden daha fazla bildiğiniz şeyler nelerdir?


4- Osmanlı Mahkemesinin Talat, Enver ve Cemal Paşalara, tehcir nedeniyle ceza vermesinin hiçbir geçerliliği yoktur. Çünkü Osmanlı o dönemde, yayılmacıların tutsağı durumundaydı. Aynı zamanda da İttihatçılara düşmandı. Düzme belgelere ve yalancı tanıklara dayanarak verilmişti ceza kararı. İfadeler, işkence altında alınmış; sanık avukatları, duruşmalara alınmamıştır.


İttihatçıların suçları elbette büyüktü. Osmanlı’yı sonu uçurum olan bir yola sokan onlardı. Ama Ermeni ırkına yönelik, yok etme amacı güden bir karar ve amaçları yoktu. Bu yüzden, Osmanlı Mahkemesi yanlış bir karar vermişti.


İngiliz Yüksek Komiseri Amiral Calthrope, bu mahkemeleri “uzlaşma devletleri için bir yüz karası, bir utanç nedeni” olarak nitelemiştir.


Bu mahkemelerden istenen sonuç alınamayınca, tutukluları İngilizler Malta Adasına sürmüşlerdir. Orada yargılamak istemişler; ama yeterli delil bulamadıklarından, tümünü serbest bırakmak zorunda kalmışlardır.


Sizin elinizde, İngilizlerden daha çok mu belge var?


5- Hınçak, Taşnaksutyun ve Armenakan gibi Ermeni partileri; silâhlı isyanları hedeflemişlerdi. Kurulmalarının hemen arkasından, kaçak silâhlar edinmişler ve çeteleşmişlerdi. İsyanlar başlatmışlardı.


Sizce bu neyin göstergesidir?


6- Ermeni çetelerinin yaptığı katliam, işkence ve tecavüz eylemleri; hiçbir mantığın ve duyuncun (vicdan) kabul edemeyeceği düzeydedir.


Yazının girişinden sonra örneklendirdiğim bu olayları araştırma gereği duydunuz mu? Bu yaşananları kendi halkınızdan dinlemek için bir çabanız oldu mu? Kendinizi, böylesine insanlık dışı olayları yaşayanların yerine koyarak düşündünüz mü hiç? Zararlı hayvanlara bile yapılmaması gereken işkenceleri yaşayanları, aklınızın ucuna getirdiniz mi bir kez olsun?


7- Osmanlı Ordusu, Rus ordusu ile savaşırken ihanete uğramıştır. Ermeni çetelerinin bir bölümü Rus tarafına geçmiş; bir bölümü de Osmanlı Ordusunu arkadan vurmuştur. Telgraf tellerini kesmiş, üstelik Ruslara istihbarat sağlamışlardır. Bir taraftan da, köyleri basarak katliam yapmışlardır.


Bu olaylar sürerken, Osmanlı yönetimi sizce ne yapmalıydı? Hangi olanakları vardı da kullanmadı?


8- Ermeni çetelerinin insanlık dışı eylemleri yüzünden, yüz binlerce insan, topraklarını bırakıp kaçmıştır. Bu insanların birçoğu, açlık ve hastalık nedeniyle ölmüştür. Yani zorunlu göçü ve katliamı ilk yaşayanlar, Ermeniler değil, Türkler ve Kürtlerdir.


Bu konuda bir açıklamanız oldu mu şimdiye dek? Ya da bu olaylar nedeniyle üzüldüğünüz oldu mu?


9- Zorla göçürme kararı, savaş koşullarında, alınması gereken bir karardı. Soykırım amacı gütmüyordu. Geçici olduğu kayda geçilmişti. Göçürülenlerin güvenliğinin sağlanması, yerleştirilmesi, yerleştirilen bölgede yaşam koşullarının düzenlenmesi emirlerini de içermekteydi. (Bunun için para ayırılmıştı.)


Bu tutum, bir soykırımın hedeflenmediğinin göstergesi değilse nedir?


10- Ağır savaş koşullarında, yeterli güvenlik önlemi alma olanağı yoktu. Bu yüzden, öç alma duygusu ile hareket eden halkın ve eşkıyaların saldırısı sonucunda öldürülenler olmuştur. Bunların sayısı, Ermeni çetelerinin öldürdüğü Türk ve Kürtlerin sayısından çok çok azdır. Göç yollarında, açlık ve hastalık yüzünden ölenleri de katledilmiş gibi göstermek, tarihe ihanettir.


Bu gerçekleri çarpıtmadaki amacınız nedir? Öldürülenlerin sayısını çok göstererek nereye varmak istiyorsunuz?


13- Ermenistan’a ve “soykırım” yanlılarına, Türkiye tarafından, “tüm arşivlerin tarihçilerden oluşan bir kurul tarafından incelenmesi” önerisi götürüldü. İnceleme sonucunda, yaşanan gerçeklerin ortaya çıkması kaçınılmazdı.


Bu öneri neden kabul edilmedi dersiniz?


14- Soykırım niyetinde olan bir yönetim, göç ettirilen Ermenilerin geriye dönüşü için talimatname düzenler mi? Az sayıda da olsa, geriye dönenleri kabul eder mi?


15- Göçürülenlere kötü davrananların, ağır bir biçimde cezalandırılması emirleri, ilgili yöneticilere bildirilmişti. Bu nedenle çok sayıda görevli cezalandırılmıştı.


Soykırım yapmak isteyen bir yönetim, göç ettirilenlerin korunmasında yeterli çabayı göstermedikleri için devlet görevlilerine, en ağır cezaları verir mi?

16- Tüm bunları düşünmeyen ve kendi halkının boynuna, hak etmediği bir soykırım etiketini geçirmeye çalışanlara aydın denir mi?


17- Yayılmacıların (emperyalist) bu haksız suçlamalarına çanak tutmak yurtseverlikle bağdaşır mı?


18- Yayılmacılar, yeni bir paylaşım savaşı başlatsalar… “Birileri” çeteler kurup ordumuzu arkadan vursalar… Ordumuzu arkadan vuranlar, aynı zamanda sokaklara, evlere dalıp kadınlara tecavüz etseler… İnsanlara işkenceler yapsalar… İşkenceye ve tecavüze uğrayanların içerisinde sizlerin de çok yakınlarınız olsa… Daha sonra, işkence ve tecavüze uğrayanların yakınları bu “birilerini” öldürseler… Yıllar sonra, sizin çocuklarınızın ya da torunlarınızın, bu tecavüzcülerin, işkencecilerin ve katillerin torunlarından (onların torunlarını suçlamıyorum elbet) özür dilemelerini ister misiniz? Sizler isteseniz bile; tecavüze uğrayan ve işkenceleri yaşayan yakınlarınız isterler mi?


19- Birçok yerde, sadece Gregoryan Ermeniler göç ettirilmiştir; Protestan ve Katolik Ermenilere dokunulmamıştır. Hatta tehlike görülmeyen yerlerde, Gregoryan Ermeniler de göç ettirilmemiştir.


Böyle bir uygulamaya “soykırım” denebilir mi?


20- Yaşanan dramın üzerinden, neredeyse yüz yıl geçmiş. İnsanlar; yeni yaşamlarına başlamışlar, yeni yurtlar edinmişler. Olayların etkileri büyük ölçüde ortadan kalkmış.


Yayılmacıların kaşıması nedeniyle; “soykırım” diye adlandırılan olayların, temcit pilavı gibi ısıtılıp ısıtılıp uluslar arası siyaset sahnesine getirilmesinin altında yatan gizli amaçların ayırdında değil misiniz? Yoksa sizler de bu amaca hizmet etmeyi, bilinçli olarak mı seçtiniz?


21- O dönemlerde yaşamadığınıza göre, yaşanan olaylarda bir katkınız olamaz. Başkalarının işlediği bir suç için, hiçbir katkısı olmayanlardan özür beklemenin anlamsızlığı ortada... Birinci Dünya Savaşı yıllarında, haklı ya da haksız yere Ermenileri öldürenler; sizin olurunuzu alarak sizin adınıza öldürmüş de olamazlar! Kendi adınıza özür dilemeniz için, suçu kendinizin işlemiş olması gerekir. Kendinizi, zamanın yöneticilerinin ardılı olarak göremezsiniz; çünkü ülkenin yöneticisi değilsiniz. Alnına, soykırım lekesini sürmeye çalıştığınız halk, size temsil yetkisini de vermemiştir, bildiğim kadarıyla!


Öyleyse siz, kimi ya da kimleri temsil ettiğinizi düşünerek özür diliyorsunuz? Suçlu gördüğünüz insanların hesabını vermeye bu denli gönüllü olmanızın nedenini açıklar mısınız?

***

Sözü edilen yıllarda, karşılıklı suçlar işlendiğini kabul ediyorum. Bu suçların işlenmesini; başta yayılmacı güçlerin, ardından onların güdümündeki Ermeni çetelerinin başlattığını da biliyorum. Ama bu yüzden, tüm Ermeni halkını suçlamıyorum. Hangi ırk ve hangi dinden olursa olsun; zerre kadar suçu olmayan insanların öldürülmesine ve işkence yapılmasına yürekten üzülüyorum. Katilleri, işkencecileri ve tecavüzcüleri de kınıyorum.


Ama kimseden özür dilemiyorum. Çünkü suçlu ben değilim. Suçlu, Türkiye Cumhuriyeti değil; Türkiye Cumhuriyeti’nin yurttaşları da değil… Suçlu, halkların arasına düşmanlık tohumlarını ekenlerdir. Suçlu; yayılmacılar ve onların güdümündeki işbirlikçilerdir.


Haydar Bibinoğlu

Emekli Öğretmen

 
Toplam blog
: 71
: 774
Kayıt tarihi
: 01.03.07
 
 

Emekli Öğretmenim. Anadolu Üniversitesi, AÖF, Eğitim Önlisans Programı mezunuyum. İlgi Alanım: Si..