- Kategori
- Güncel
Erzurum'a devam… (Köyümüze gidelim)

“Köyümüze gidelim”
“Erzurum’a gidelim, oradan Tortum’a oradan da ‘köyümüze’ gidelim” demiştik ya...
Gittik…
Sizlere, bu gezinin “Erzurum çarşı Pazar” “Bu vatan, uğrunda ölmeye değer” ve “Destanların yazıldığı yer” başlıkları ile bir bölümünü, fotoğraflarla da süsleyerek anlatmaya çalıştım.
Şimdi de “Köyümüze” gidiyoruz…
Erzurum ile Tortum arası otomobil ile yaklaşık 45 dakika. Tortum ile “Köyümüz” olan “Çiftlik” ise en fazla 15 dakika.
Erzurum’dan çıktıktan sonra ilk gözüme çarpan, sanırım “Hayvancılık” ile uğraşanların kış hazırlıkları oldu. Tarlalarda hazırlanan “Ot balyaları” taşınmak üzere öbek öbek duruyor. Geçtiğimiz yerleşim yerlerinin çoğunda da, toplanan, balyalanan otlar, damların üzerine ya da uygun bir yere toplanmış…
Tortum’a giden yol, bir süre sonra vadi içine giriyor. Bölge “Öyle çok da yeşillik değilmiş” diye düşündüğünüz bir anda vadi içinde yeşilliğin içine giriyorsunuz.
Hanım “Tortum’a geldik” diyor…
Tortum’u geçtikten sonra, Narman yol ayrımını da geçiyor ve sola dönüp bir köprüden dağa yukarı doğru çıkıyoruz.
Bir anda “Aman şurada duralım” diyorum.
Hemen arabayı “Uygun” bir yerde durduruyor ve ben “omzumdaki iğnemi” yani fotoğraf makinemi gördüğüm yere doğrultuyorum.
“Burası Tortum kalesi” diyorlar.
Orayı biraz daha geçince, yine vadi içinde berrak akan bir dere sağ yanımızda. Yol bozuk. Yolun bozuk oluşunu “Sel geldi” diye açıklıyorlar.
Yol kısa ama sel götürünce otomobil ile gitmede de sorun çıkıyor, oldukça yavaş gidiyor ve sonunda “Köyümüzün” içine giriyoruz.
Bahçe ve ev, köyün üst taraflarında. Yine dar ve sel götürmüş yolları da geçerek “evimize” varıyoruz…
Oldukça büyük bir bahçe burası… Her taraf yeşil, çeşit çeşit meyve ağaçları var.
Soluklanıp çayımızı içip, biraz muhabbetten sonra bahçeye giriyor, ağaçların altında geziyor, dalından “Siyah dut” ve “elma” kopartıp yiyoruz.
Ne keyif ama…
Büyük şehirlerde oturanların, beton blokları arasındaki sıkışmış hayatlarından sonra, böylesi yerlere gelmeleri, dalından meyve yemeleri ne kadar büyük keyif…
Sonra yine dalından erik topluyoruz. Cevizler daha olmamış. Bahçeden, şimdi şehirlerde “Organik sebze” diye bir sürü para verip aldığımız fasulye topluyoruz.
Bir süre de sulama amaçlı havuzun başında oturduktan sonra, tekrar Erzurum’a dönmek üzere yola koyuluyoruz ama içimizden de “Keşke gidemeye bilsek, şuralarda kalabilsek…” diye de içimizden geçiriyoruz. En azından ben öyle düşünüyorum.
Hani Erzurum ya, soruyorum “Kar çok olur mu” diye…
Verilen cevap çok beklemediğim gibi…
“Evet olur. Ama daha yolumuz bu güne kadar hiç kapanmadı…”
O akşam Erzurum, ertesi gün yine “Bir saatte” Ankara…
Keşke havası, suyu ve organik sebze meyvesi ile oralarda daha da kalabilseydik…
08 EYLÜL 2007