- Kategori
- Öykü
Esele ve Azral 1
Acısız iniltilerle geceyi sessiz çığlıklara boğmakta olan sesi vahayı kaplıyor ve bedeninden kopan et parçaları ayaklarının dibinde birikmiş, küçük bir bataklığı andıran kan gölcüğünün içerisine düşüyordu. Vücudundan ayrılan her bir parça ile ölüme anbean yaklaşıyor olmasına rağmen kuvvetle ayakta durabiliyor, vücudunda olanlara dair acı hissetmiyordu. Evet sessiz iniltiler çıkmaktaydı boğazından fakat hissiz ve içgüdüsel bir tepkiydi bu muhtemelen... Gücünde eksilme yoktu çünkü, kan kaybından dolayı başı dönmüyor,titremiyordu. Kalbi soluksuz çarpıyor,beyninin işlediğini bilse de duyguları yokmuş gibiydi... Acı yoktu, paniklemiyordu. Telaşlı değildi, korkmuyor ya da üzgün hissetmiyordu. Başını eğmiş, ifadesiz bakışlarla kan, kum ve et karışımı bu balçık yığınını seyrediyordu. Ne yapması gerektiğini, bunun neden ya da niçin kaynaklandığını bilmiyordu. Üstelik bu gece vahada yalnız olması da cabasıydı...
En nihayetinde bacaklarının uyuşmaya başladıklarını farkedince az önce olmayan tüm duygular şimdi birer birer akın ediyorlardı vücuduna... O inledikçe ağrılar, ani sızılar ve keskin acılar bıçak gibi saplanıyordu sinir hücrelerine. Çünkü şu an ayakta duran eti ve derisi olmayan sinir, kas ve organ uzantılarından meydana gelen bir kadavrayı andırıyordu. Damarlarında tek damla kan kalmamıştı artık, kurumuştu. Ani bir şekilde dizlerinin üzerine yığılmıştı, başı geriye düşmüş gözleri gökyüzüne bakıyordu. Kolları iki yanında boşta sallanıyordu. Acısı yakıyordu, hem de cayır cayır yakıyordu kalan uzuv ve parçalarını... Acı bir çığlık koptu boğazından derin ve içten gelen. Lacivert göğü yara yara yayıldı tüm vahaya, bu feryadı haber verircesine... Haykırdı tekrar tekrar bu eziyeti... Ve dayanamayarak yığıldı bu balçık yığınının içerisine...
Kendine geldiğinde - aslında bilinçaltında öldüğü hissi ile yaşıyordu, gerçeklik orasıydı o anlarda onun için... İşte gözlerini araladığında ise yaşam yeniden sızmıştı tüm uzuvlarına - yumuşak ve gül kokan bir yatakta boylu boyunca uzanıyordu. Üzerinde beyaz, bileklerine dek uzun bir elbise vardı. Algısı tamamen açılıp doğrulduğunda ve çevreyi izlemeye başladığında anın garipliği cezbetmişti dikkatini... Neredeydi böyle?
Küçük bir odaydı burası... Eski,bakımsız ve soğuktu. Odanın içerisinde yalnızca onun henüz kalktığı yatak ve sağ köşede bir sandalye bulunuyordu. Bunun dışında boş ve çıplaktı. Tek bir camı vardı aydınlığı sağlayan, ilerleyip açmaya yeltendiğinde kilit kolunun bozuk olduğunu görmüştü. İçerisi aşırı derecede havasız ve sıcaktı. Çıkmak için kapıya yöneldiğinde dışarıdan kulağına çalınan ayak seslerini işitince irkilerek geri çekildi. Panikle gitgide yaklaşan bu sesin uzaklaşmasını istiyordu fısıltıyla ancak o kişi belli ki bu odaya gelmeye niyetlenmişti. Nefesini tutmuş adeta bir put gibi o kapının açılıp da arkasından çıkacak sürpriz kişiyi beklerken aklından da onlarca kabus senaryosu dalga dalga geçip gidiyordu bilincinin karanlık alanlarına doğru... Kapı kolunun ağır hareketlerle aşağı doğru inmeye başladığını görünce gözleri yerinden uğramış, kalbi şiddetle çarpmaya başlamıştı göğüs kafesinin içerisinde. Aynı zamanda sesi kafasının içinde yankılanıyorken kapı gıcırtısının sabırsız, öfkeli ve telaşlıydı durduğu yerde. Neden bu denli uzatıyordu ki bu işi, ne kadar zor olabilirdi bir kapıyı açmak? Ani bir hamleyle atılarak kapıyı sonuna değin açtı. Ve onunla gözgöze geldi. Rahat bir nefes alarak hafifçe tebessüm etti bu küçük misafirine...
- Demek uyandınız dedi küçük kız ince sesiyle... Çok genç ve cılızdı. En fazla onbeş yaşında olmalıydı. Gözlerinin parlak, masum mavisi dikkat çekiyordu. Sevimli denilebilecek bir güzelliğe sahipti; - Sizi kontrol etmeye gelmiştim. İyi hissediyor musunuz?
- Senin adın nedir, küçük?
- Ben sizi isterseniz efendime götüreyim, hanımefendi. Beni takip edebilir misiniz? dedi ve ağır,mekanik hareketlerle koridora yönelerek gözden kayboldu. ' Pekala' dedi içinden, hızlı adımlarla azsonra yetiştiği kızı takip ediyorken...
Şaşkınlıkla izliyordu çevreyi de aynı zamanda... Nitekim her geçtikleri kısımda, her koridorda farklı mimari tarzlar kullanılmış ve duvarlara çeşit çeşit tablo, kadınlı-erkekli portre asılmıştı. Ona geçmişini hatırlatıyordu bu yer... Öylesine muazzam ve büyüleyiciydi ki her detay, hakkında merakla sorular soruyordu fakat küçük kız çok sessizdi. Tek kelime dahi etmemişti aralarında geçen o kısa konuşmadan sonra...
- Lütfen böyle buyurun,hanımefendi dedi küçük kız duraksamış incecik koluyla gireceği yere açılan kapıyı gösterirken. O denli dalmıştı ki evin güzelliğine durduklarını ya da yolun sonuna geldiklerini farketmemişti. Soru sormanın bir faydası olmyacağını düşünmese tekrar soracaktı ona; ' Nereye gidiyoruz ' ve ekleyecekti ' Bana neden cevap vermiyorsun,beni kime götürüyorsun?' Bu nedenle işaret ettiği kapıya yaklaşarak açtı ve içeri girdi. Girer girmez onu ilk karşılayan havadaki taze gül kokusuydu. Akabinde büyük ve geniş salonun ortasında yükselen kadın heykeli çarpmıştı gözlerine... Yüksek tavandan sarkan kristal avize ise bu manzaraya ayrı bir güzellik katıyordu. Şu an az evvel ki gerginliğini tamamen unutmuştu. Gözlerini kapatmış,orada öylece havayı kokluyordu. Yüzünde hafif bir tebessüm vardı. Adam uzun süre camdaki yansımasından misafirini süzdükten sonra eğer beklemeye niyetlenirse bu gidişatın uzayacağını anladığında döndü ve birkaç adımda salonun ortasına dek ilerledi.
- Evime hoşgeldiniz, küçükhanım dedi aslında üç haftadır malikanesinde ikamet ediyor olmasına rağmen... Çünkü bu zaman zarfında baygındı ve durumunu yalnızca küçük Elka'dan öğreniyordu.
- Ne kadar güzel kokuyor diye yanıtladı duyduğu bu sesi fakat gözlerini açmak ve bu hayal aleminden kopmak istemiyordu. Başka birşey düşünmek dikkatini dağıtabilirdi.
- Bu koku sizi epey etkilemiş gibi, küçükhanım.
- Kendinizi iyi hissediyor olmalısınız. Aksi takdirde karşımda duruyor olmazdınız diye de ekledi tekrar bir süre susup.
- Evet, ben oldukça iyiyim. Ancak siz pek kendinizde olmamalısınız ki bu güzelliklerin arasında gaflet içerisindesiniz. Söyler misiniz; nasıl oluyor da bunca kıymetli varllığın değerini bilmeyenler ellerinde tutabiliyorlar bu değerleri...
- Sizinle bu meseleyi uzun uzun tartışmayı çok isterdim elbette fakat şu an beni siz ilgilendiriyorsunuz. Sizi bulduğumda çıplak teninizi kaplayan bir kan yığınının içinde baygın yatıyordunuz.
- Merakınızı dindirebilmeyi çok isterdim,beyefendi. Lakin neden bahsettiğinizi anlamadım dedi gözlerini açıp dikkatini adama vermişti durumun ciddileştiğini hissettiğinde...
- Anlıyorum diye yanıtladı onu sakince, bu konuda konuşmak istemediği en ufak mimiğinden dahi anlaşılıyordu.
- Benimle ilgilendiğiniz ve evinizi açtığınız için teşekkür ediyorum. Her ne kadar misafirliğim yalnızca uyku evresinde olmuşsa da size minnettarım. Şimdi müsaadenizle ben ait olduğum yere geri dönmeliyim. Size yeniden teşekkür ediyorum,minnettarım.
- Henüz adınızı bile bilmiyorum dedi telaşla, Esele kapıya yöneldiğinde.
- Ben de bilmiyorum adınızı. Dedi yüzünü yeniden ona döndüğünde; - Ve bu beni hiç ilgilendirmiyor, beyefendi. Size minnettarlığım sonsuz ancak bana sorarsanız ikimizin de bundan daha fazlasına ihtiyacı yok. Hoşçakalın diyerek duraksamadan salondan koridora yöneldi. İki üç metre sonra giriş salonuna ulaştığında çıkışı da bulmuş oldu. Hızlıca ilerleyerek binadan ayrıldı.
Öğle güneşi tepe noktasına ulaştığında evinin bulunduğu küçük vahaya varabilmişti. Zaten bu çölün ortasındaki tek yeşil alan olan bu bölgede yalnızca o ve ailesi bulunuyordu. Burada yaşamak çoğularına göre onların sürgünüydü. Bu vahaya o insanlarca sürgün edilmişlerdi. Nedeni ise o insanların cehaletlerinin bir sonucuydu. Çünkü Esele doğuştan gelen bazı özel yeteneklere sahipti ve görülemeyen varlıkları görebiliyordu. İşte bu sebeple şehirde huzuru bozdukları öne sürülerek Kavala'nın soylu kişileri ve Baş Ukman'ın da katılımıyla şehirden uzaklaştırılmışlardı. Şehrin ikiyüzelli kilometre batısındaki bu küçük vahaya hapsedilmişler, belirlenmiş gün ve saatler dışında Kavala'ya girmeleri de yasaklanmıştı. İşte o ve ailesi böylesine tutsak ve sürgün bir hayatı yaşıyorlarken çoğunlukla hiçkimseyle iletişim kurmaz,bir insanın ayak seslerini dahi işitse o bölgeden derhal uzaklaşırdı. Bugünlerde yaşadıklarıysa tamamen kontrolü ve isteği dışında gerçekleşiyordu. O olayın yaşandığı gece - yani vücudu yeni bir değişim geçirdiği o gece ki aslında üç hafta öncesine denk gelmesine rağmen,o bu olayı dün gece yaşamış gibi anımsıyordu. Zaman algısı dün ile bugün arasında fark algılamıyordu- Annesi,Babası ve küçük kardeşi Arkal şehre gitmişlerdi. -Esele'nin Kavala'ya girmesi ise tamamen yasak olduğundan o hep vahada kalırdı- İşleri uzun sürmüş olmalıydı ki o gece sabah kuşluk vakti girmiş olmasına karşın geri dönmemişlerdi. Vahada yalnızdı dolayısıyla... Zaten sonrasını da yarım saat evveline kadar hatırlamıyordu.
Eve girer girmez odasına yönelerek - evde kimsenin olmaması iyi olmuştu- vücudunda herhangi bir değişiklik var mı diye pulları neredeyse dökülmüş, ortasından hafifçe çatlamış aynasının önüne geçmişti. Üzerindeki beyaz elbiseyi çıkartarak yatağının üzerine fırlattı, elleriyle ve gözleriyle teninde bir farklılık arıyordu umutla... Tüm o olanlar o bir anlık kasvetli acı boş yere yaşanmış olamazdı. Bir rüya olamazdı. Çünkü acı gerçekti, zaman ve mekan gerçekti. Yoksa olabilir miydi,hepsi bir hayalden mi ibaretti yoksa? Şu an emin olamıyordu bu düşüncesinden... Vücudunda da daha öncesine binaen hiçbir değişiklik yoktu. Teninin rengi, gözlerinin rengi, saçları, kıvrımları yani vücudunun her detayı aynıydı...
Az sonra evin önünde kardeşinin neşeli gülüşlerini işitince bez dolabından kendi giysilerinden birini alarak üzerine geçirdi, yatağın üzerindeki elbiseyi de altına tıkıştırdıktan sonra odasından çıkarak onları kapının önünde karşıladı. Su almaktan dönüyorlardı. Onu ilk kardeşi farketmişti. Annesi ve Babası su tulumlarını deveden indirmekle meşgullerdi. 'Abla' diyerek cırlayarak kollarına atılmıştı Arkal... Onu yakaladı, kucağına alıp sıkıca sarıldı kardeşine...