Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

07 Aralık '06

 
Kategori
İş Yaşamı - Kariyer
 

Eteğin eksikken, bilgin tamam olsa ne yazar?!!

Eteğin eksikken, bilgin tamam olsa ne yazar?!!
 

Bazen öylesine hayıflanıyorum yaşadıklarıma!.. Şaka gibi diyorum! İnanılır gibi değil diyorum! Ve farkediyorum ki, ben ölçme ve süzme yeteneğine sahip olduğum için, değerlendirme yapabilecek güce sahip olduğum için bu kadar farkediyor ve yaşadıklarıma (daha doğrusu yaşayamadıklarıma) üzülüyorum. Fulya da yazmış bugün. Yaşadığı şehrin neresi olduğundan bihaber kadınlar bile var bu dünyada. Hatta yapılan araştırma sonuçlarına bakacak olursak hiç de az değil sayıları! Çokçalar! Çokça varlar! Okuyamayan, yazamayan, konuşamayan, değerlendiremeyen ve sesini çıkaramayan..

Ama acaba onlar mı daha mutlu yoksa ben mi diye düşünmeden de edemiyorum.

Belki de böylesi küçük şeylerle mutlu olabilmek için daha mı iyi diyesim geliyor! ''Diyesim geliyor'' diyorum çünkü gerçekte inandığım bu değil elbet! Dilimden dökülmesini tercih ettiğim seçenek bu olmamalı! Olmuyor da!..

Ama aksi bana ne kazandırıyor çok merak ediyorum. Bilmeyenlerin hükümranlıklarını sürdükleri acımasız iş dünyasında, ekmek kavgası verdiğimiz bu zorba çalışma arenasında ''bilen olmak'' ne kazandırıyor ki bizlere? Kimler farkında bunun? Nasıl veriyorlar karşılığını? Kim ''aferin'' diyor çok bildiğimiz için?!. Hiç bir şey bilmeyen ve o makama nasıl geldikleri belli pek çok amirin(!) karşısında bir artı katabiliyor mu bize onlardan daha çok biliyor olmak? Yoksa tam aksine, tepemize mi binilmeye çalışılıyor? Kendi bilgisizliklerini daha çok farkettiğimiz ve dolayısıyla da farkettirdiğimiz için susturulmaya çalışmıyor muyuz? İşimiz alınmıyor mu elimizden? Sırf bir şeyle bildiğimiz ve becerdiğimiz için ''kaçılan'' olmuyor muyuz?

Geçin iş dünyasını, bütün ilişkilerde nerdeyse böyle.. Erkekler ''ben zeki kadın tercih ederim'' derken, en küçük falsolarında, o kadının aklına yenik düştüklerinde yani, düşmanca tutumlar içine girmiyorlar mı kolayca? Karşılarında işleyen bir kafa var ise, genellikle o kafayı kuma gömmesini beklemiyorlar mı?!. O zaman bu da açıkça şu anlama gelmiyor mu?

''Senin kafan ve kafanın içindekiler zerre kadar umrumda değil benim! Sen o önemsiz kafanı kuma göm, görme duyma, konuşma! Bacaklarını havaya dik bakalım ne kadar uzunlar? Bacakların kafandan daha önemli kardeş!'' demek istemiş olmuyorlar mı?..

Galiba çalışma ortamında da bacaklar kafadan daha önemli hale geliyor! Kafanızda taşıdıklarınız değil, ayaklarınız üzerinde ne denli hızlı manevralar yapabildiğiniz, ne kadar yük taşıyabildiğiniz daha önemli oluyor!

İşte o yüzden diyorum ki, bizler, büyük şehirlerin büyük düşünen kadınlarından, minik minik, küçücük ''geyşa'' adımları atmamız beklendiği müddetçe, bacaklarımızın üzerinde taşıdığımız kafamız büyük olsa ne farkeder?!. Bir şeyler biliyor olsak ne yazar bilmiyor olsak ne?!. Neticede, ne patron, ne iş arkadaşları, ne eşler ne de sevgililer istemiyorlar kadınların büyük düşünmelerini! Hatta geçiniz büyüğünü falan, zerre kadardüşünmelerini istemiyorlar!

Bilmesinler, öğrenmesinler, konuşmasınlar ve en önemlisi konuşurken bir şeylerin ayırdına varıp, değerlendiremesinler istiyorlar!

Bir şeyleri öğrenebilmiş olmaktan, daha doğrusu bilen olmaktan ötürü bu güne kadar ki en büyük kazancım hep kaybetmek olmuşken, galiba ben Anadolu'nun en ücra köşesinde, kimselerin beni bulamayacağı küçücük bir köyde, kocaman ailemle, küçük sorunlar yaşamayı tercih etme noktasına geldim! Hangi şehirde yaşadığımı bile bilmeksizin!

Belki de o zaman en büyük sorunum ''akşama ne pişirsem acep'' olup kalabilirdi!.

Kimbilir?!.

Kimbilebilir?!!

Bilen varsa beri gelsin!

 
Toplam blog
: 117
: 2206
Kayıt tarihi
: 22.06.06
 
 

1969 İstanbul'unda açmışım gözlerimi bu dünyaya... Ege Üniversitesi Basın Yayın Yüksekokulu, şimd..