- Kategori
- Aşk - Evlilik
Evlilik aşkı öldürürmüş!

evlilik!
Dünya güneşi yakar demek gibi bir şey bu. Bu aralar çok duyulur oldu. Evlilik aşkı öldürürmüş. Cervantes’in Don Kişot’u yel değirmenlerine kafa tutuyor ya da fare dağa küsmüş betimlemelerini andırıyor bu varsayım.
Aşk dediğimiz duygu hevesten ibaretse; üç yaşındaki çocuk ta oynamaktan bıktığı bebeğini bir kenara atıveriyor. Çizilmesin diye üzerine titrediği arabasını , yenisiyle değiştirirken arkasından göz yaşı döken kaç kişi gördünüz. İnsan bu, genetiğinde var ; her zaman , elde ettiği nesnenin bir üstüne talip olur. Eş seçerken kendine; kadın olsun erkek olsun fark etmez. Vurgundur bir kere sevdalısına , hedef evlenmektir, yuva kurmak, çoluk çocuk sahibi olmak, huzurlu – mutlu yaşamaktır eşiyle bir ömür. Unutulmamalıdır ki; her erkeğin derininde bir Cengiz Han ve Büyük İskender yatar. Bu iki ünlü tarihi kişilik, hayatları boyunca tüm seferlerinde, gittikleri yerlerde yeni eşler edinip, binlerce çocuk sahibi olmuşlardır. Altında yatan bilimsel ifade; biyolojik olarak genlerinin ölümsüzlüğe ulaştırılması , nesilden nesile aktarılarak yok olmamasıdır. Daha çok eş edinip fazlasıyla gen aktarımı sağlayabilirlerdi , öyle de yaptılar. Belki kendileri bu işin bilimsel tarafından bihaberdiler ama doğa böyle istiyordu. Ego kamçılıyor ve bedensel varoluş, tarih sahnesinin bir oyuncusu olarak kalmayı tetikliyordu. Onlar ölebilirlerdi fakat DNA ‘ları bu dünyaya çivi çakmıştı bir kere.
Biz de böyleyiz; sosyal kurallar, ahlaki gem vuruşlar din ve vicdan sayesinde frenlesekte kendimizi, gözü dönenlerimizin manşetlere çıkışı da bu yüzdendir. Bu arzu ve içsel dürtü heves mekanizmasını hareke geçirip bir sevdaya kucak açar. İşte bu nokta aşkla karıştırılan noktanın ta kendisidir. Alt beyin egemen dürtüler, hedeflerine varma uğrunda manayı ve duyguları da kullanırlar. Oysa ki bu duygular; beynin üst tarafında sanat, aşk, muhabbet, samimiyet ve her türlü ahlaki değerler mutfağının kazanında kaynar. Kendini kandırmak değiminin fiiliyatlaşma çabalarıdır bu olup bitenler.
Gelelim aşka; duyguların zirvesidir. Dağ üzerinde birikmiş kardır , erimez lakin eritir. Mevlana’nın tabiriyle; girdiği yerde kendinden başka hiçbir şey bırakmaz. Böylesine yüce duygunun ölmesi, bitmesi, yok olması gibi bir düşünce, o duyguya hakaret etmektir. Tensel dürtülerin zevklerine dair terimlerin de bu duygu ile karıştırılıp, aynı anlamların yüklenmesi, konuya duyulan ehemmiyetsizliği gösterir.
Evlilik aşkı öldürmez, monotonlaşan yaşamın getirileri; başlangıçtaki hislenişi, hevesi, saygıyı, arzuyu öldürür. Gönül sonsuzluğuna ait olan aşkı öldüremez zira atı alan Üsküdar’ı geçer, yürek şehrine geçemez. Aşkın aşıkları ölümsüz ise aşk nasıl ölümlü olabilir? Yunus Emre deyişiyle; Aşıklar ölmez, yerde çürümez , yanmayan bilmez ateşi aşka… Mum ışığına sevdalı heves kelebeğimizle, güneşe yar olmuş gönül teknemizi karıştırmayalım.