Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

08 Eylül '18

 
Kategori
Kitap
 

Evlilik Bu muydu?

Evlilik Bu muydu?
 

foto: Emre Erden


Halit Ziya Uşaklıgil Üzerinden
Evliliğe Bakış

      Türk Edebiyatına Övgü!
      Yiğidi öldürün ama hakkını teslim edin. Okul hayatım boyunca İngiliz, Fransız, Amerikan ve Rus Edebiyatlarına dersler aracılığıyla daldık çıktık. Benden bir sıralama isteseler Türk Edebiyatını mutlaka ilk üçe koyarım. Özellikle Osmanlının son dönemi ve Cumhuriyet’in ilk dönemi olan yıllarda yapılan edebiyatı ve edebiyatçılara bence haklarını teslim etmekte yeni nesil olarak gecikiyoruz. Darılmasınlar ama gözünü para bürümüş dizi sektörümüz, kalitesizlik ve cahillik bu adamların edebiyatına leke sürdü. Halid gitti Bihter kaldı, Ziya gitti Behlül kaldı. Çok ayıp oldu ve çok yazık oldu. Bestseller sevdalısı neslimize gelirsek; kusura bakmayın ama Türk Edebiyatı küçümseyebileceğiniz bir edebiyat değil canlarım. Hele Türk Şiiri hiç değil!

            Can Yayınlarına Teşekkür!
            Can Yayınları Halid Ziya Uşaklıgil’in üç öyküsünü (Bir Muhtıranın Son Yaprakları, Bir İdivacın Tarih-i Muaşakası, Bu Muydu) tek kitapta toplamış. Sadeleştirmekle yetinmemiş arkasına bir de orijinal metinleri eklemiş. Nasıl tarif etsem bilemedim ama hayatımda böyle edebiyat lezzeti almadım, alamayacağım. Buradan Can Yayınlarına bu eserleri kurtarıp bize kazandırdığı için teşekkür ederim. İyi ki varsınız!

            Evlilik Bu mu?
            Ben kitap özeti yazmayacağım. Çünkü kitap özeti okumayı sevmem özet bekliyorsanız boşuna okumayın. Gelelim evliliğe! Bütün iktidar-ı kalbini, bütün kuvve-i fikrini itmamına, tezyinine sarf ettiğin heykel-i amal bu muydu? Kalbinin bütün gücünü, bütün düşünce kuvvetini tamamlamasına, süslenmesine harcadığı arzu heykeli bu muydu?

            Evlilik bir erkek için neyi ifade ediyor tam olarak bilmiyorum. Ancak kadın için ifade ettiği şeyle aynı olmadığı konusuna yüzde yüz eminim. Kadın evlenmeye programlandırılmıştı, küçükken eline bez bebek verilip ona anne olmak öğretilmişti, bir yere giderken küçük çocuk emanet edilerek, evde bulaşık yıkatılarak, mutfakta patates soyarak şartlandırılmıştı. Evlenince görürsün, diyerek kazılmıştı kafasına. Evlilik onun için bir ütopyaydı, güzel bir hayat, bereket, var oluş mücadelesi, bir hediye hatta bir kurtuluştu. Doğru adamı Newton’un ağacın dalından elma düşmesini bekler gibi bekliyordu. Nikah masasında evreka(buldum) diye bağırmayacaktı elbette ama bekliyordu onu.

            Oysa erkek neydi? Erkek gerçetken kurtarıcı mıydı? Bir erkeğin hem yakışıklı, hem zeki, hem zengin, hem güçlü, hem sevecen, hem romantik, hem maço kısaca her şey olması beklenecek bir varlık mıydı? Adam bu kadar şeyi nasıl kaldırabilecekti?

            Sizce de evlilik bizim toplumumuzda biraz abartılmıyor mu? Şaşalı düğün davetiyeleri, son model alınan ev eşyaları, kilolarca takılan altın, sabaha kadar yapılan şarkılı türkülü havaya mermi boşaltmalı düğünler, yılan gibi uzanan düğün konvoyları... Peki sonra?

            Sonra adam kendini kadının sevdiği elbiseyi alabilmek için çalışma masasında buluyor, kadın da başka bir yerde. Biri iki yapabilen, üreten, değiştiren, yazan, boyayan ve çalan kadın tahammül edemeyeceği şeylere tahammül etmeye zorlanıyor. Fitness, daha diri bir vücut, daha güzel olmak zorunda kalış... Peki neden?

            Bizim insanımız birbirini tüketerek seviyor. İşler öyle bir hal oluyor ki hayat tek bir şeyden ibaret olmaya başlıyor. Bir hapishane filminde dendiği gibi; burada en korkunç şey demir parmaklıklar değil, burada insanı bitiren şey rutinleşmek. Evlilik denen şeye hiç özenemiyorum. Düşünsenize birini hayatınıza alıyorsunuz, neden? Sırf evlenmiş olmak için. Artık yaşınız 30’a dayanmak üzere olduğu için ya da herkes böyle yaptığı için evleniyorsunuz. Cicim aylarından sonra sizden nefret eden biriyle aynı evi paylaşıyorsunuz. Hiçbir isteğiniz yerine gelmiyor ve siz de hiçbir isteği artık yerine getiremiyorsunuz. Boşanmak desen biz de o da abartılı bir şey. Amerikalılar boşanan birine divorced yani boşanmış derken biz dul diyoruz. Bunun bile sınıflandırması var toplumumuzda. Bunun pis tarafını kadınlar biraz daha fazla yaşıyor.

            Dul ya da nafaka yiyen gibi aşağılayıcı tabirler ve boşluktan istifade hayatına girmek isteyenlerle, hemcinsleri olacak kadınların dedikodularıyla boğuşup duruyor kadın. Ne için? O heykel-i amal için, doğru sandığı adam için keza erkeğe de yazık oluyordu. Biraz empati kurun hayatınızın en güzel zamanlarında yanlış kişiyle yapılan bir evlilik ve ömrünüzden akıp giden seneler.

            Ben hiç evlenmedim ama çok evlilik gördüm. Bence evliliği beklentilerimiz öldürüyor. Beklentiler sadece evliliği değil, saygıyı ve sevgiyi de öldürüyor. İçimizdeki diktatör bencilliği tahtından edemeyişimiz bize bir insanın hayallerini yıktırıyor. Sadece buzdolabını dolduracak kadar paran olsa, sevdiğin kadınla pahalı bir pırlanta almak yerine ağaç dikerek, çocuk kütüphanelerine kitap bağışlayarak, kimsesiz çocukları daha doğrusu sevgisiz kalmış çocukları severek, mütevazilik ve dürüstlükle sevgimizi perçinlesek? Maddeler yerine maneviler alsak birbirimize? Ama pardon yine hayal alemine daldım. Sizin de istemeden olsa biraz canınızı yaktığım için beni affedin. Hayata bir kere geliyoruz ve tek taş pırlanta ya da o son model araba hepimizin hakkı öyle değil mi?

            Birçok abimin tersine ben şuna inanıyorum. Elbette kadın için para birinci öncelik değildir, hayatta her şeyin bir zıtlığı vardır ve böyle kadınlar elbette vardır. Unutamayan kadınlar vardır mesela, bakarsınız adam olmadığınızı anlarsınız, bakarsınız o kadının gözlerine ve şair hissetmezsiniz kendinizi. Çünkü kadın yazmıştır aslında tüm yazdıklarınızı. Ancak romanlar kötü sonla biter dostlarım nedense o doğru adam doğru kadınla karşılaşamaz. Acaba şu hayatımızı yazan yazar kötü son mu seviyor?    

            Emre Erden   

 

 
Toplam blog
: 203
: 322
Kayıt tarihi
: 16.11.13
 
 

1991 İskenderun doğumlu. EMU Mütercim Tercümanlık, Amasya Üniversitesi İngilizce Öğretmenliği mezun..