Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

25 Mayıs '11

 
Kategori
Bilim
 

Evrim neden var?

Evrim neden var?
 

Aynı türden olsa bile canlılar arasında farklılıklar vardır. Yaratılışçılar bu şekilde en azından havuz biçiminde evrim olduğunu kabul ederler. Bu kadarını kabul etmek zorundalar, çünkü yaşadığımız günlerde siyeh derili bir Afrikalı ve sarışın bir İskandinavyalı, bir Kızılderili, bir Çinli, bir Hintli, bir Arap gibi insanlar arasında birbirinden farklı insanların varlığı havuz biçiminde evrimin inkar edilmesini olanaksız kılıyor. Gerçi Havva anamızın 40 çift Çinli, 40 çift zenci, 40 çift beyaz ve 40 çift Kızılderili doğurduğu gibi ‘bilimsel’ bir açıklama da var ama neyse ki artık bunlara çoğu kimse itibar etmiyor. Tek bir insandan geliyorsak bu farklılıklar ortaya nasıl çıkmış olabilir? Mutasyon yoluyla. Farklılığın, değişimin başka bir açıklaması yoktur. ‘Mutasyon’un Türkçe karşılığı farklılaşma, değişim geçirmedir. İnsxan ve diğer tüm canlıların biçimini, özelliklerini DNA belirliyorsa değişim geçirmek için de DNA’nın değişiyor olmasını kabul etmek gerekir. Değişim hiçbir zaman bir havuz çerçevesi içinde kalmaz. Türleşme de böyle gerçekleşir ve biz buna evrim diyoruz. (DNA’nın değişmesi çevre şartlarına bağlı olarak canlı üzerinde biri iyi, biri kötü biri de önemli olmayan üç etkiye neden olur. Değişim kötü yönde değilse canlı yaşamaya devam eder. Değişimin hedeflediği bir amacı yoktur diye biliriz ama acaba var mıdır diye bir soru işareti aklımızda kalsın). 

DNA değişir ve evrime sebep olur. Evrimin birden fazla sebebi vardır. 

* Virüsler hücre içindeki DNA’ya yeni DNA parçaları eklerler. Bunlar kendi DNA’larını ve bazen başka bir hücreden aldıkları DNA parçalarını girdikleri hücreye aktarırlar. Virüs bulaşan hücreler büyük ölçüde parçalanır ve yok olurlar. Ama içlerinden parçalanmayan ve düzenini devam ettiren çıkabilir. 

* Hücreler prokaryor ve eukaryot olarak genellikle iki gruba ayrılır. Aralarında büyüklük farkı vardır. Prokaryotlar eukaryorların içinde yaşayabilirler. Hücre içi ortak yaşama giren hücreler bazı kendi DNA parçalarını hücre çekirdeğindeki esas DNA’ya aktarırlar. Mitokondrilerin (mitokondriler prokaryot hücre sayılabilir) halka biçiminde kendi DNA’ları vardır ve hücre içinde serbest olarak gezerler. Yapılarının bir kısmı kendi DNA’larından, bir kısmı çekirdekteki ana DNA’dan sağlanır. Böylece eukaryot hücre öncekine göre farklı özellikler kazanmış olur. 

* Hücrenin protein üretme sürecinde DNA bağları çözülür. Üretilen proteinlerin hata oranı 10-4 kadardır. Yani her 10 bin aminoasitten biri hatalı sentezlenebilir. Bu oran çok küçük görünebilir ama bir tek bazın değişmesi bile bazen çok büyük değişikliklere sebep olabilir. Zaman içinde DNA sürekli olarak çözülür ve protein üretir. Biri diğerinden farklı olan proteinler daha sonraki sentezlerde ve kullanımlarda farklılığa sebep olurlar. 

* Eşeyli üreme yapan canlılarda yumurta ve sperm hücreleri vardır. Bunlarda DNA, RNA şeklinde yani ikili değil tek şerit halindedir. DNA bu duruma gelirken değişiklik geçirebilir. 

* Yine eşeyli üreyen canlılarda yumurta ve sperm hücreleri birleştikten sonra oluşan DNA parçalarının bir bölümü karşılıklı olarak yer değiştirir (O yüzden çocuklar hem anne tarafına hem baba tarafına benzerler). Bunlar hep daha iyi nesiller oluşmasına, yani mutasyona yol açan hareketlerdir. Bu karşılıklı değiş tokuş sırasında tam bağlantıların koptuğu noktalarda bir nükleotidlik küçük farklılıklar oluşabilir. DNA tekrar bütünlüğünü sağladığında artık farklı bir DNA’dır. 

* Ultraviyole ışınları, radyoaktif maddeler DNA üzerinde etkili olabilir. Işınlar nükleotidler arasındaki bağı parçalayabilir, DNA diziliminin değişmesine sebep olabilirler. DNA arızalı yeri onardığı zaman bozulan bazın yerine aynısını koymayabilir. Bu durumda bozulma da olabilir, değişim canlıyı etkilemeyebilir de. O zaman canlı değişik haliyle yaşamaya ve döl vermeye devam eder. 

* Bazı bakteriler DNA üzerinde etkili olabilir. Salgıladıkları bazı toksinler çekirdek içine kadar ulaşabilir ve DNA’nın yapısını bozabilirler veya canlıyı etkilemeyecek bir değişikliğe sebep olabilirler. Duruma göre canlı yok olur veya yaşamaya devam eder. Bu son ikisi aynı zamanda kanser olma sebebidirler. 

* Canlının bulunduğu ortamda bazı gerekli maddelerin eksik ya da az olması kimyasal reaksiyonların gerektiği gibi gerçekleşmesini engelleyebilir. Bu da DNA üzerinde değişikliğe yol açabilir. 

* Primatların (Şempanze, Orangutan, Goril ve Bonobo) 2. ve 3. kromozomları insanda birleşmiştir (İnsanın 23 çift, primatların 24 çift kromozomu vardır). Böylece insan diğer primatlardan keskin bir şekilde ayrılmıştır (Daha geniş bilgi için ‘Mitokondriyel Havva’ başlıklı yazıya bakınız). 

Dikkat edilecek olursa DNA ikili sarmalının biri diğerinin aynısı değildir. DNA çözüldüğü zaman elimizde birbirinin aynısı olmayan iki dizi olacaktır. İki taraf ayrı aminoasit dizileri verir. Bilindiği gibi DNA’da Guanin bazı Timin bazı ile, Adezin bazı Citozin bazı ile bağ yapar. Bir yanda G ve T varsa diğer yanda A ve C vardır. Peki hangisinden örnek alınacak ve protein üretilecek? Genin dominantlığı burada ortaya çıkar. Hangi taraf dominantsa ondan örnek alınır. Bir tarafta mutasyon olduysa ve o taraf dominant değilse mutasyon proteinde veya yeni hücrede görülmez. Her şey eski halinde olduğu gibi görünür. Bölünme yoluyla üremelerde durum farklıdır. Yeni oluşan iki hücrenin biri mutant, diğeri eskisi gibidir. Bazen değişim hem anneden hem babadan gelir. O zaman üretilen proteinin mutant olması kaçınılmazdır. Örnek olarak hemoglobin proteinini verebilirim. Resimde sol yanda normal hemoglobin üreten DNA kodonu (CTT), sağ yanda kancalı hemoglobin üreten DNA kodonu (CAT) görülmektedir. Normal olanunda doğru aminoasit glutamindir. DNA’da Timin bazı yerine Adenin bazı gelince aminoasit Valinin olarak üretilir. Kancalı hemoglobinler oksijeni iyi taşıyamaz ve bu nedenle kancalı hemoglobin sahibi insanlar bir miktar kansızlık çeker. Bu durum daha çok Akdeniz bölgesinde görüldüğü için buna Akdeniz anemisi de denir. Fakat kancalı hemoglobin sahibi insanların bir avantajı vardır: Sıtmaya yakalanmazlar. Eskiden bataklıklar, sivrisinekler, sıtma yaygınken kancalı hemoglobin taşıyan insanlar ortaya çıkmıştır. 

Burada yaratılışçılarla ortaya bir anlaşmazlık noktası daha çıkıyor. Diyorlar ki: “O özellikleri olan insanlar zaten vardı, yani zaten yaratılmışlardı. Var olmasalardı hastalığa direnemezlerdi. Ortada mutasyon yoktur.” Çok güzel bir kandırma yöntemi. Fazla derine inmeden şu soruyu sormak lazım. Yaratıcı neden aynı türden iki canlıda böyle bir farklılığa gerek duyuyor? Hepsini dirençli yapsaydı? İşin aslı ise şöyledir. Aynı türeden bile olsa canlıların DNA’ları arasında farklılıllar vardır. İnsanlar arasında bu farklılık %0, 5 kadardır. Bu farklılıklar sonradan ortaya çıkmıştır. Zamanla yeni farklılıklar da eklenebilir. Bu durum durağan değil, değişen bir süreçtir. Hayat statik değil değişkendir. Yaratılışçıların aklı bunu almadığı için her şeye değişmezmiş gibi bakıyorlar. Şunu hiç unutmayın: Mükemmel olan şey değişmez. Çünkü buna ihtiyaç duymaz. Eğer bir şey değişebiliiyorsa mükemmel değildir. İnsanın mükemmel olduğu da kocaman bir yalandır. Diğer canlılar da mükemmel değildirler. Dünyanın şartları milyarlarca yıldır değişikliğe uğramaktadır. Dünyada fosiller aracılığı ile varlığı tespit edilen canlıların günümüzde sadece %10’u yaşamaktadır. Diğerleri değişen ortam şartlarına ayak uyduramadıkları için yok olmuşlardır. 

İnsanoğlu da var olduğu 200 bin yıl içinde birkaç defa yok olma tehlikesi geçirmiştir. Var olmamız günümüzdeki çevre şartlarına uyum gösterbildiğimiz için sürmektedir. Gelecekte değişecek şartlara (ki bu kesinlikle olacak) karşı uyum sağlayabildiğimiz sürece hayatta kalacağız. Nedir bu değişiklikler? Ozon tabakasının yok olması, atmosferin ısınması, insanın bağışıklığının olmadığı bir virüs salgını (Bazı insanlar AIDS’e karşı bağışıklıdır), oksijen azalması, içilecek suyun azalması gibi değişiklikler insan soyunun sonunu getirebilir. Amerika kıtası yeni keşfedildiğinde yerlilerin büyük bölümü çiçek hastalığına bağışıklıkları olmadığı için ölmüştür. Ortaçağ’da Avrupa’nın dörtte biri veba salgınından yok olmuştur. Ama dirençli olanlar hayatta kalmıştır ve yetişen yeni nesil de bir ölçüde dirençli olmuştur. Dünyada yaşayan canlıların %90 kadarı birkaç kez yok olmuş, sonra yeni şartlarda yeni canlılar türemiştir. 

Biz istesek de istemesek de değişim vardır. DNA’nın yapısı değişime elverişlidir ve canlıları ayakta tutan, yaşamalarının devamını sağlayan şey bu değişim becerisidir. 

 
Toplam blog
: 125
: 6625
Kayıt tarihi
: 18.11.09
 
 

İstanbul 1980 doğumluyum. Yüksekokul mezunuyum. İstanbul'da oturuyorum. Dünya ve çevre hakkında düşü..