Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Ekim '07

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Ey Fırat

Ey Fırat
 

“İşte tam burası!” dedi balıkçı Nofel, terlemiş alnını koluyla silerek.

“Şu anda höyüğün tam üstünde bulunuyoruz, bak, bak! Görüyor musun hocam?” Koştu uğultuyla çalışan motoru kapattı. Ortalık birden sessizliğe kesti. İnsanın içini ürperten koyu bir sessizlik kapladı her yanı. Tekne giderek yavaşladı, durdu. Şimdi durgun suyun yüzeyinde sadece yavaşça sallanıyordu. Akşam güneşi durgun suda bin bir renkte yansıyordu. Öğretmen yaşlı pörsümüş elleriyle teknenin kenarına tutunarak ayağa kalktı. Uzun, ak saçları esen ılık yelle birlikte geriye aktı. Bir at sineği vızıldayarak havalandı, gitti suyun yüzüne teğet geçerek yeniden teknenin çeperine kondu. Öğretmen teknenin kenarından suya doğru eğildi, titreyen, bulanık görüntüsüne baktı kısa süre… Beyazlamış uzun saçları, yılların izlerini taşıyan çizgilerle dolu yüzü titrek suda belirdi, kayboldu. Yansıması suda gidip geldi. Suyun derinliklerine daha bir dikkatle baktı. Aşağıda kocaman yayılmış koyuluğu fark etti. Uzun yıllar yaşadığı, acı tatlı anılarını bıraktığı köy, soğuk suyun derinliklerindeydi şimdi. İşte defalarca üzerine çıkıp kollarını açarak, ciğerini serin rüzgârla doldurduğu, gözlerini kapatıp döndüğü höyük tam altındaydı. İşte, İşte! Okul da höyüğün hemen aşağısında, yolun karşısında… Her şey aşağıda soğuk birer ceset gibi öylece duruyor… Gözlerinden yaş döküldü Fırat’ın soğuk sularına. Balıkçı Nofel, sadece oturmuş onu izliyor. O da duygulanıyor, ne diyeceğini bilemiyor. Susuyor.

Öğretmen ayağa kalktı… Teknenin ortasına doğru bir iki adım attı. Kollarını iki yana açtı, uçsuz bucaksız sulara dikti gözlerini. Göz alabildiğine her yan suydu. Sonra kapattı gözlerini, kolları açık şekilde dönmeye başladı. Uzaklardan, bulutların arasında kaybolmaya yüz tutmuş çıplak tepelerden tekneye doğru ılık bir yel esti. Öğretmenin gömleği yelle şişti. Aldırmadı, dönmeye devam etti. “Höyük tam ayaklarımın altında, okul yolun aşağısında, şimdi höyüğün üstündeyim. İşte! Mele Hussen’in evi, İmam Bakır’ın ahırı. Mezarlık solumda, yeşilliklerle süslü vadi sağımda uzanıyor. Yol, köprü az ileride… Bak kara önlüklü çocuklar oyun oynuyor, zil çalıyor!”

Bir el yumuşacık dokundu omzuna… Nofel’in eli. “Hocam, otur istersen, başın döner Allah muhafaza suya düşersin…” Durdu, gözlerini açtı, sular her yandan üstüne üstüne geliyordu. Teknenin kenarına tutundu. “Sen yazgıya inanırsın değil mi Nofel? Her şeyin yazgısı vardır, kiminin güzel, kiminin Tille gibi çirkin. Yeryüzünde bir cennetti Tille. Vadiyi hatırlıyorsun değil mi, her türlü yemiş veren ağaçları vardı. Dört mevsim yeşil yapraklar sallanır, gül kokardı, nane, yarpuz, kekik, reyhan dolardı baharda. Vadinin dillere destan güzelliğini unutmak mümkün mü? Güzeller kara bahtlı olur derler ya gerçek be Nofel…”

Kendi kendine konuşuyordu yaşlı adam. Nofel şaşkınlıkla, acıyarak bakıyordu sadece. “Her şeyi görüyorum evlat her şeyi; Mele Hussen’in ağlamaktan şişmiş, kızarmış gözlerini, İmam Bakır’ın çırpınışlarını, sulara gömülen ağaçları, anıları, kaybolan sevdaları… Beni İmambakır’a götür Nofel, beni ona götür… Onlara…”

 
Toplam blog
: 107
: 1402
Kayıt tarihi
: 01.11.06
 
 

1970 yılında Siverek'te doğdum. İlk ve orta öğrenimimi Tarsus'ta tamamladım. İstanbul Üniversitesi ..