Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

11 Aralık '06

 
Kategori
Sosyoloji
 

Eylül' de dökülen yapraklar (2)

Eylül' de dökülen yapraklar (2)
 

(Bölüm 2)

11 Eylül 2001 tarihine, geride bıraktığı acı hatıralar açısından bakınca, New York’da yaşıyanlar başta olmak üzere, bütün Amerika kıtasi ve bütün dünya ülkelerini doğrudan ya da dolaylı olarak ilgilendirdiğini herkesin kabul edecegi açık bir gerçektir. Dünya borsalarını tekeline almış Wall Street Borsası’nın kalbinin attığı New York Şehri’nde yer alan, Dünya Ticaret Merkezi’nin İkiz Kuleleri’ne ve Washington, DC’deki Pentagon’a teröristlerce yapılan insanlık dışı saldırılar ve bunların trajik etkileri her alanda kendini göstermiştir. İnsan kaybı açısından bakıldığında, düşürülen uçaktaki yolcular, binalardaki çalışanlar, itfayeciler ve polis memurları da içinde olmak üzere katledilen insan sayısı 3000’i geçiyordu. Ve hayatta kalanları da üzücü hatıralarla azap yılları kalıyordu. Maddi ve manevi olarak, saldırıların devlete verdiği hasarın maliyeti milyarlarca doları buldu. Amerika’da hayat, pek çok Amerikalı ve göçmen için çok zor hale geldi. İşsizlik adeta patladı, o dönemde. Ama zenginler, yine zengindi. Borsa’da çok önemli inişler oldu ve dünya borsaları bu olayın etkisiyledalgalanmalara sahne oldu. Amerikan uçak şirketlerinin çoğu iflasın eşiğine geldi. Uçak yolculukları, güvensizlik ve ölüm korkusuyla adeta işkence ve kabus haline geldi. Amerika Birleşik Devletleri’nde devlet ve istihbarat birimleri prestij kaybına uğrarken, sorumluluklarını tam olarak yerine getiremedikleri için güvenilirliklerini de yitirdiler.

Devlet politikası açısından ülkenin iç ve dış güvenlik sorunu, öncelik kazandı. Ülkede halk ikiye bölündü. Amerikan devleti, halkı ve medyası, savaş taraftarı olan Başkan Bush ve kabinesini destekleyen Cumhuriyetçi’ler ve hükümetin savaş polikası başta olmak üzere uyguladığı çoğu politikaları şiddetle eleştiren Demokratlar diye ikiye bölündü. Dış politikada kendini ‘Dünyadaki en büyük güç’, ‘dünya lideri’ olarak gören Amerika daha saldırgan ve tek taraflı yarara hizmet eden bir yöntem izlemeye başladı. Şövenistleşti. Afganistan’a girdi. Taliban rejimine son verdi.

Dört yıl sonra da, Irak’ı işgal etti ve Saddam Hüseyin’in iktidarina son noktayı koydu. Gerekçeler farkı olmakla birlikte, Amerika’nın güvenliği ve çıkarları doğrultusunda temel neden aynıydı. Amerikalılar artık bütün Orta Dogu’dan gelenlere ve Müslümanlara karşı (Türkler de dahil olmak üzere) önyargılı davranmaya başladılar. Onbinlerce Amerikan askeri cephelere sürülürken, yedekler bile olağanüstü hal ve hatta savaş durumu nedeniyle aktif görevlere gitmek zorunda kaldılar.

11 Eylül 2001, Salı sabahı hava açıktı ve güzel bir gün olacağa benziyordu. Wall Street ve Dünya Ticaret Merkezi’nde çalişanlar, daha henüz sabah mahmurluğundan kurtulmak ve güne bir an önce başlamak için kahvelerini yudumlarlarken, teröristler tarafından elegeçirilen iki Amerikan yolcu uçağı, İkiz Kuleler’e kısa aralıkla arka arkaya çarptı. Önce kaza gibi görünen ama sonra terörist saldırısı olduğu anlaşılan olaylar bir anda, önce New York’da, ardından Washington’da müthiş bir paniğe neden oldu. Amerika, tarihinde eşi görülmemiş bir dış saldırıya sahne oluyordu. Gafil avlanmıştı; herkes şok ve panik içindeydi. Amerika’nın kuzeydoğusunda hayat adeta felç olmuştu.

Eşim işi geregi Dünya Ticaret merkezine 4-5 cadde yukarida bulunuyordu. Kısa süre için gelen erkek kardeşim de, bana olayı telefonda bildirip televizyonu açmamı söyledikten sonra, gelişmeleri yakından görmek için Queens’den Manhattan şehir merkezine doğru yola çıkmıştı.

Kuzey yönünde olan ilk kuleden, jet yolcu uçağı çarpması sonucu oluşan patlama nedeniyle etrafa korkunç bir sıcaklık ve duman yayılıyordu. Eşim olayı duyunca bulunduğu binadan disari çıkmıştı. Chamber Street ile Broadway’in köşesinden, kendini bosluga birakan ve çigliklar içinde zemine çakilan insanlari görünce çok fena olmustu. O sirada, ben de evde televizyondan olayları dehşetle takip ediyordum. Ardından güneye bakan ikinci kuleye, ayni şekilde ikinci bir yolcu uçağı vurdu. Eşim beni telefonla arayıp durumu bildirdikten hemen sonra güneydeki kulenin yıkıldığına tanık olmuştu. Bu arada yanan binalardan insanların kendilerini boşluğa bıraktıklarını görmüştü. Yüzlerce, binlerce insan, yanan ormandan kaçan vahşi hayvanlar gibi, arkalarından gelen koyu toz bulutunun önünde, Manhattan sokaklarında can havliyle koşarak kuzeye doğru kaçışıyorlardı. Adeta birbirini ezerek kendi hayatlarını kurtarmak için koşan bu insanların arasında yaşama savaşı veren eşim, ikinci kulenin de yıkıldığını ve yine gri renkli ikinci bir toz bulutunun kendilerine doğru hızla geldigini ancak soluklandığı bir anda görmüştü.

Metro trenine binmek umuduyla Grand Central tren istasyonuna yaklaştıklari sırada bazı sivil ve üniformalı insanların “Terörist saldırısı bu. Yüksek binalardan uzak durun.” ardından da “Grand Central’da bomba varmış.” gibi panik ve endişe dolu bağırışları binlerce insanı adeta iki ateş arasında bırakmıştı. Bu panik sırasında eşim ezilme tehlikesi geçirmesine rağmen, kendini ani bir refleksle bir telefon kulubesinin arkasina atarak kurtulmuştu. Korku ve olayların boyutu karşısında geçirdigi şok, sinirlerini allak bullak etmişti. Yeni evliydik ve New York’a yeni gelmişti, çevreyi tanımıyordu. Kendini bir anda yapayalnız ve çaresiz hissetmişti, çünkü o, şehrin merkezi Manhattan’da, ben de banliyösü Queens’de çakılı kalmıştık. Ama böylesine acımasız bir can pazarında bile beni, yolda çok zor sartlarda bulduğu ama önünde uzun kuruklar olan bir telefon kulübesinden aramayı da başarabilmisti. Ben de gelişmeleri ancak televizyondan takip ederken edindiğim bilgileri ona aktarmıştım ve onu yönlendirmiştim.

İnsanlar sokaklarda can havliyle oraya buraya koşuşturmaktan asıl gelişmelerden haberdar olamıyorlardı. Bir olay vardı ama boyutları belli değildi. Yollar kapalıydı.Bu arada maceracı kardesimden de haber yoktu. Ama sonradan anlattığında öğrendim ki, binaların çöktüğü şehrin Downtown kesimine gitmeyi basaramamıştı. Diğer taraftan da, olayları Türkiye’deki televizyonlardan daha açık ve detaylı olarak seyreden aile fertlerimiz, telefon edip benden haber almak istiyorlardı. Böyle bir durumda, eşime birşey olsaydı, onun ailesine hangi kelimelerle, durumu nasıl açıklayabilirdim hayal bile edemiyorum. Hayatta kalmanın bile ölüm kadar trajik bir hale geldigi böyle bir olayda, o gün, eşimi, bana ve sevdiklerine bağışladığı için ve New York’u ilk defa ziyaret eden kardesime de birsey olmadığı için Tanrı’ya bugün de şükrediyorum. Binlerce insanın hayatı, böylesine acımasız ve insanlık dışı bir şekilde yok olurken ve arkada binlerce gözü yaşlı insan birakırken, biz sağ kalmayı basardık. Olayın ardından yaşanan, çekmek zorunda oldugumuz maddi ve manevi sıkıntılar ve tanık olduğumuz korkunç manzaralar herhalde hayatta kalmamızın küçük bir diyeti olsa gerek...

Olaydan ancak dokuz saat sonra eve gelebilen ve adeta maraton kosmuşcasına yorgunluktan yıkılan eşim, ilk gece uykusundan kabuslarla uyanmıştı. Olaylara karşı gösterdiğim duyarlılığınn boyutlarının derin olması ve konuyla ilgili gelişmeleri de sürekli olarak yayın organlarından izlemem nedeniyle olaydan çok etkilenmiştim. Tam bir hafta sonra, yolda yürürken, bir anda, bilinçaltımda yer eden olayları, insanları ve içinde yaşadığımız sehirdeki atmosferi düşününce gözlerimden yaşlar bosanmıştı. Eşimin şaşkın bakışları arasında bir kenara oturup bir süre hiçkırarak ağlamıştım.

Geçenlerde İnternet'te, 11 Eylül trajedisinde geride kalanların, hayatlarını kaybedenlerle yaptıkları son konusmaların kayıtlarını okudum. 1-2 saat kendimi kaybettim. Gözlerim dolmuştu. Sevdiklerini, aile fertlerini, dostlarını, hayallerini, umutlarını kaybedip yalnızlığa mahkum olan insanlar geldi gözlerimin önüne. İnsanoğlunun din adına yaptığını iddia ettigi bu insanlik dışı katliamın Tanrı katında ne büyük bir suç ve günah ve insanlık adına ilkellik olduğunu bilerek ve derin bir üzüntüyle, içimden ölenler için Tanrı’dan rahmet diledim.

11 Eylül 2001, benim Amerika’daki hayatımın en büyük ve derin yarasıdır. Unutamıyorum. Tek teselli, sevgili hayat arkadaşımın şu anda hayatta ve yanımda olması. New York’lu olmanın zor olduğunu bilirdim ama bu kadarınıda asla hayal bile edemezdim... Muhakkak ki ateş düştüğü yeri yakıyor. Eylül ayının bir başka acıkı hikayesi de 2004'de Rusya’nın Kuzey Osetya bölgesinin Beslan kasabasında bir okula teröristler tarafından yapılan kanlı baskın, yaşanan o günü, Rus ve Çeçen halklarının tarihine Kara Eylül olarak geçirecektir. Olay sırasında, küçük çocukların da içinde bulunduğu öğrenciler, veliler ve öğretmenlerden oluşan bin civarında rehine alınması, Rusya devlet başkanı Putin'in olaydan önce ve sonraki bencil ve acımasız tutumu ve Rus yetkililerinin olayda gösterdikleri inanılmaz duyarsızlık, her iki tarafı da, dönülmesi imkansız bir yola sokmuştu.

Büyükleri tarafından yapılan yanlışların ve işlenen suçların bedelini, yine suçsuz ve günahsız çocuklar, çok haksız bir şekilde canlarıyla ödemek zorunda kalmışlardı. Gelecek kuşaklara daha güzel bir dünya bırakmak için büyüklerin hiç de gerekeni yaptığı söylenemez. Farklı toplumlarda yaşayan bireylerin hepsinin hayatlarındaki olaylar, o bireyler üzerinde çok farklı etkiler yapıyor ve silinmesi zor izler bırakıyor. Ama şu bir gerçek ki, yaşadığımız acı ve tatlı olaylar ve karşılastığımız yeni gerçekler sayesinde olgunlaşıp gelişiyoruz, büyüyoruz. Yaralarımızı zamanın saracağına inanarak yaşamlarımızı devam ettiriyoruz. Ve ne zaman bu dünyadan ayrılacagımızsa büyük bir meçhul.

Sonbaharı çok seviyorum çünkü hayatın son demini doya doya yaşama duygusunu hissettiriyor bana. Sanatçı Alpay, bir şarkısında ‘Eylül’de gel’ derken, İtalyan Klasik Müzik bestecisi Vivaldi’de ‘Dört Mevsim’ adlı eserinde, sonbaharın güzelliğini kendince anlatıyor. Malum, herkes kendince yaşar bu hayatı...

Bütün insanlar yaşama hakkına sahiptir ve o hakkı sadece Tanrı geri alabilir. Hepimizin layık olduğu, sevgi ve dostluk duygularıyla bütünleşmiş dört mevsim bir yaşamı, coşkuyla ve dolu dolu yasamamız dileğiyle...

CARPEI DIEM! (Günü Yakalayın)


Alp İçöz
JOURNALTA
The Journal of Turkish Americans

 
Toplam blog
: 52
: 1767
Kayıt tarihi
: 11.11.06
 
 

"İnsan, aslinda gönül gözüyle görmeli dünyayı. Herşey, o iç dünyanin merkez olduğu kişiliğine şek..