Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Eylül '07

 
Kategori
Gezi - Tatil
 

Eylül'de Çeşme ve Alaçatı: paylaşmadan edemedim!

Eylül'de Çeşme ve Alaçatı: paylaşmadan edemedim!
 

Köşe Kahve


Eylül ayının ikinci haftası Çeşme-Alaçatı'daydım. Hakkında çok duymuş, okumuş ama bugüne kadar hiç gitmemiştim. Yazık etmişim. Çok beğendim. İleride ne hal alır buraları bilemem. Bodrum gibi yozlaşmazsa iyi olur.

Havaalanından araba kiralayarak Çeşme Ilıca'ya ulaştım. Gezmeli-görmeli, yiyip-içmeli bir  tatil mood'undaydım. Her sabah bir başka yöne gitmeye karar verdim.

İlk günümü otelin sahilinde uyuyarak geçirdim. 5 yıldızlı otelleri sevmem. Soğuk bulurum. Bana iş seyahatlerimi hatırlatırlar. Sheraton'a da bayılmadım. Promosyonundan faydalandığım için burada konaklamayı seçmiştim. Gece lobisinde canlı müzik var dediler. Akşam kahvemi orada içmeye niyetlendim. Müzik canlıydı evet. Ama müzisyenleri ölüydü! Zaten ayaklarımı da sivrisinekler ısırdığından fazla dayanamadan odama çıktım. Panaromik asansörü şıktı ama asansör boşluğu (aynı zamanda baca görevi de görüyordu sanırım) köfte kokuyordu. 

İlk tatil sabahımda Alaçatı Beach Resort'un yanındaki Otto'nun terasında sörf yapanları izleyerek kahvaltı ettim. Kimsecikler yoktu. Sadece sörf meraklıları, güleryüzlü personel, üç masada gazetelerini okuyan altı kişi. O kadar. İğde ağacında iğdeler, rüzgarın sesi, camekanlı bölümde güneşin tatlı sıcaklığı, ağzımda dolgun zeytinlerin ve sıcak çayın tadı... Oturduğum yerden usta sörfçülerin rüzgardan, denizden, havanın güzelliğinden, ulaştıkları hızdan ne kadar zevk aldıklarını hissedebiliyordum. Güzel bir sabahtı.

Otto'nun hemen yanındaki Babylon Beach'te bir şezlonga yayıldım ertesi gün. Rüzgar daha yumuşaktı. Suyun rengi beyaz kumdan, turkuaz denize yer yer açılıp koyuluyordu. Sığ suda berraklığı ve soğukluğu bacaklarımda hissederek denize doğru yürümek müthiş bir keyifti. Kumsal uzun ve tertemiz olduğu için bu kadar zevk aldım belki. Belki de çok az insan olduğu için...

Akşam arkadaşlarımla buluşup Dalyan'a geçtim. Cevat'ın yerinde Laos ve tekir yedik. Hakkını vermişler. Yeşilliğini kaybetmeden hazırlanmış deniz börülcesi ve marine levrek de nefisti. Denizin hemen kenarında baştan kara bağlı tekneleri seyrederek içtim rakımı. İşte tam keyfime uygun bir tatil akşamı!

Ertesi gün Aya Yorgi'ye gittim. Üst üste dizili şezlonglarıyla beton iskeleler "kimin eli kimin koynunda" yatılmış battal bir deniz yatağı görünümündeydi. Paparazzi'nin bir masasına oturacak oldum. Snobluğun ayarını kaçırmış patronu, hizmet sektörünün en basit şartı gülümsemek ve çözüm üretmekten uzak personeliyle son derece itici bir ortamdı. Hemen terkettim. Çeşme'de Kumrucu Hüseyin'de aldım soluğu.

Rus işadamı Abramovich'e satıldığı söylenen Çiftlikköy'deki Kum Beach'i gördüğümde büyülendim. Sahilin güzelliği ve terkedilmişliği beni rüyalarıma götürdü. Havlumu serdiğim gibi daldım gittim... Issız bir sahil, beyaz kumlar, berrak deniz, soğuk sığ su ve güneşin suyun üstündeki ışıltıları... Cennette gibiydim. Bir daha buraya girmek mümkün olabilecek mi bilmiyorum. Abramovich'in insafına kalmış!

Cumartesi sabahı kendimi Alaçatı semt pazarında buldum. Ellerimde torbalar, içinde İzmir tulumu, damla sakızı, kırma zeytin, mor bamya, kekik balı ve kekik... Gözlemeciye oturup bir çay söyledim. Boş yer yoktu yaşlı bir hanımın masasına oturmak için izin istedim. Hınzır bakışlı, başında şapkası ille otorier havalı bir kadındı. Sohbete koyulduk. Çeşme'de kızı ve torunu, torununun bebeği ile yazlıklarının tadını çıkaran İzmirli bir öğretmen emeklisiydi. Mağrur, esprili, güngörmüş bir Cumhuriyet kadınıyla çay içmekten büyük bir keyif almıştım. Tanışmaktan şeref duyduğumu kendisine de ifade edip yanından ayrıldığımda "aydın" kelimesinin güzelliğiini düşünüyordum.

Üç gün üstüste geldiğim Alaçatı'nın sokaklarında dolaşırken burada olmaktan niçin bu kadar mutlu olduğumu sordum kendi kendime: Cevabı "kalite"ydi. Mezbelelikle karşılaşmadım hiç. Her yer bakımlı, uyumlu, kaliteli, kişilikli ve özenliydi. Ama doğaldı da!..


Köşe Kahve'nin en köşedeki sedirine oturup gelip geçeni seyrederek kakuleli kahve içtim arkadaşlarımla. Huzurluydu. Belki de eylülün hikmeti... Ve İzmir insanının...

Tuval'de yediğim Carpaccio ve dört peynirli risotto iyiydi. Mevsim sonu olmasına rağmen servisi özenliydi.
Agrillia'yı methetmişlerdi ama kapanmış, göremedim.

Hotiç'in Yaya restoranı ise son günündeydi denemedim. Çok kalabalık olduğunda servisin gelmediğini söylemişlerdi zaten... Yıldız Restoran'ın lezzetli zeytinyağlılarını yeğledim.

Camili meydanda kömür ateşinde pişmiş sakızlı kahve içtim Ercan'ın yerinde. Nefisti. Sakızlı muhallebisi de! Çeşme ve Alaçatı'da denediğim bütün sakızlı muhallebiler içinde en çok Ercan'ınkini beğendim. Karısı pişiriyormuş. Tam istediğim gibi daha akışkan ve tazeydi. Bayıldım.

Bir de "Ayşe'nin Dolabı" diye bir dükkan var. Bahsetmeden geçemeyeceğim. Harika beyaz keten gecelik ve sabahlıklar, nevresim ve masa örtüleri satılıyor...

İstanbul'a döndüğümde Alaçatı'yı Eylül'de görmüş olmanın güzelliğini yaşadım birkaç gün. Arkadaşlarıma her anlatışımda bir kez daha yaşadım ılık güneşin altında özenli taş mimarisini, sakızlı tatlarını, denizin davetkar berraklığını ve Çeşme'nin asilliğini, huzurunu...

 

 

 
Toplam blog
: 7
: 5896
Kayıt tarihi
: 25.09.07
 
 

Tanıtım danışmanı. ..