- Kategori
- Deneme
Eylül’ün çelimsiz çocuğu: Umut

Güçlü, çok güçlü duygular var. Hissedebilmek ve varlığın anlamını kavramak biraz sadelik istiyor. Kalabalıktan ve duvarlardan uzak, sıfır noktasında bir yerde. Ama iki kişi… Birlikte olduklarını sanan iki kişi. Aslında birer hiç. Ayrı olduklarında daha anlamlı olan iki kişi. Bir araya geldiklerinde bir hiç. Boşluk ve eksikliği hep yanlarında taşıyan iki kişi. Biri acı, biri hüzün. Biri birinden daha eksik, diğeri ondan daha yabancı, yalancı… Uzaklaştıkça özleyen, yakınlaştıkça uzaklaşan ama yinede kopamayan iki kişi. Belki de biri diğerinin laneti iki kişi. Ait oldukları kendi dünyaları bambaşka olan ve asla bir araya gelemeyecek olan iki kişi. Biri birinden daha çok yaşamış iki kişi. Hırçınlığı ve aşkı tatmış iki kişi. Masumiyetin gözyaşlarıyla yastıklara süzüldüğü bir çok gecede sessiz iki kişi. Vicdanın sesinin susturulduğu anlarda yaşayan iki kişi. Her anlarını sanki son anları gibi yaşamaya mahkum olan iki kayıp kişi. Özlerken mutlu, birlikteyken yalnız iki kişi.
Sustuklarını büyüten, kazanıp kaybeden, birlikteyken yalnız iki kişi. Mutsuz bir dünyaya sıkışıp kalan, öbürünün mutsuzluğundan beslenen, tuhaf ama sakin, güzel ama başkasının bir kişi. Birden çok insanın karıştığı bir aşk. Her insanın birden çok karekterinin bulaştığı hastalıklı bir ilişki. Soyut bir bağ ve kopmasını isteyen o iki kişi. Hiçbir şeyden vazgeçemeyen o bencil kişi, sadece unutup yoluna devam etmek isteyen öbür kişi.
Umudun ve hayallerin kalmadığı, aşkın beş para etmediği, bir evladın annesinin aldatıldığı, bakirenin kanına girildiği, adamların ciğersizliği, kadınların hep kaldığı ve adamların daima gittiği adeletsiz ve namussuz bir dünyada bu iki kişi. Masumiyetin ve fitneliğin eşdeğer, yalnızlığın hükümdar olduğu, fermanı Adem’in kovulmasına dayanan o şehvet duygusunun egemen olduğu adi bir dünyada iki kişi. Kışları daha hüzünlü birbirlerini seven, yazları güneşin yakıcılığı kadar haşin ve acımasız yaralar açıp sevişen o iki kişi. Aynı geyikli gecede yakamozlara bulaşan, yıldızlarla kamaşan ve son gecelerini yaşadıklarını birbirlerine itiraf edemeyen o iki kişi…
Cesaretin çok geç geldiği, gerçeğin gizlendiği, umudun tükendiği, birinin doğum gününde ötekinin öldüğü bir sondu bu. Aşk kaybolmuştu, hiçbir iz yoktu. Aşkın yerini nefret alıp kasıp kavurur olmuş kini doğurmuştu artık. O iki kişi… O iki farklı dünyadan olan iki kişi… Biri diğerini vurmuş. Akıyor öbürünün nefreti, gözyaşlarına karışmış. Kimse bir adım atmıyor, kara parçaları ayrılıyor birbirinden. Artık; uzak, katil, maktul ve nefret… Aşkın doğurdukları evlatları oluyor. Yılların besleyip büyüteceği nice güçlü duygular… Uzakta kalmış o kişi, öbürünün döktüğü nefreti ve gözyaşlarını susuzluğunda içiyor… Öbürü de kendi döktükleriyle besleniyor… Zaman, geçen tekşey zaman… Duygular zamanla büyüyor, doğurulan duygular… Güzelin bir daha güzel olamayacağı, gülmelerin kahkahaya dönemeyeceği, umudun ve hayallerin küçük çelimsiz bir çocuk kalacağı, nefret ve öfkenin saltanatında bir yaşam. Ve herkes artık bir kişi, iki kişi olamayacak kadar bir kişi.
Mutlu aşk yoktur, biliriz