- Kategori
- Kültür - Sanat
Faili Mecnun
Faili Mecnun, Özlem Tezcan Dertsiz’in adı belli incilerinin toplandığı ikinci hazinesi. Şimdi Gitsem Güz’dü ilk hazinesinin adı. Oradaki şiirlerini de sevgiyle anımsıyorum. Kapaktaki şiirin dizeleri neden sola yaslanmış, anlayamadım. Çünkü onun şiir biçimi yıllardan beridir belli, sağa ya da sola yaslanmış değil, ortaya asılmış… Bir bilgisayar kolaycılığı değil elbet, o bunu bilerek yapıyor. Çünkü modernitenin ortasına asılı yaşamlardır onun şiir izleğinin ekseni. Şairin müzik notalarına düşkünlüğü biliniyor. Yine “do”yla başlamış, “do”yla bitirmiş: “do-ğdum bir dolu bavulla yollara çıktım/ hayatın flütünü kavradım iki elle/… /ne zaman kaçtı ilmek, söküldü hırkam/ne zaman bitti bayram, sustu ban-do.” Bir anlamda yaşam öyküsünün ya da süreç algısının şiirce sunulması ilginç. Daha ilginç olanı da insanın bilincinde bıraktığı iz: Sanılır ki çok uzun yıllar yaşamış şair. Şiirinin gücü, demek gerekiyor Şiirce öyküleme müziğin diğer notalarıyla sürüyor. İlk sekiz şiir okunduğunda sanrı büyüyor, şairin yüzlerce yıl yaşadığı duyumsanıyor. Son “do” ile biten şiir yaşama ve insana dair olağanüstü güçlü ve doğru bir gerçekliğe ulaşıyor: “do-lup dolup taştı fincan doymadı yanılmaya/ bin gam çekti bülbülüm, çeker bir o kadar daha/…/do-re-mi-fa-sol-la-si-do” Müzik ve notalar olur da “es” olmaz mı? Olur: “eski fotoğraflarda kanayan kesiklere/susesinden bir merhem sürüyorum ince ince/…/ ama esti iyi geldi çılgın sıcaktan sonra/ağzında notalar, kaçtı kuşlara boşaldı Kaf-es.
” Şiir adlı çetrefilde bile dili son derece yalın kullanabilen şair “yanlış biletler”le “doğru ülkeler” e gidilemeyeceğini iyi biliyor çünkü. Üzerinde çalışılan şiir bile olsa dili, olanca özgünlüğü, yalınlığı ve çağrışım gücünün gereğince kullanıyor. Bu beceriyi örneklemek ve çağrışımın götürdüğü yeri imleyebilmek için kitabın Faili Mecnun bölümündeki her şiirden bir dize seçtim: “Tenimin her köşesinde tren rayları”(s.17), “hangi anneler doğurdu bu isli adamları”(S.18), “bilmezsin freni patlamış bu şehir(s.19), “herkes balkonunda tutsakken iki şekere”(s.20), “büyük puntolarla söylenirken yalanlar”(s.21), “gevşedi giderek kilitleri sırların”(s.22), “mektuplarımı dilsiz bir mahalleye dağıttım”(s.23), “güzel kadın adları, vahşet burcunda”(s.24), “Pinokyo’yu okumamış çocuk ülkesi”(s.25), “kirli mi kirli herkesin iç denizi”(s.26), “eylül battı içime bir dolu işaretle”(s.27), “anne, beni çığlık kurslarına gönder” (s.28) “korkarak eğildim ırmağın aynasına/ bir baktım kalbime, delik deşik/faili Mecnun”(s.34).
Yalın dilin ve yaşamdan damıtılarak üretilen imgelerin gücü şiirin dirim yanına götürüyor okuru, orada yaşamla bağını sağlamlaştırıyor ve yaşananların nedenli dillendirilmeye gereksinmesi olduğunu sezdirerek şiirde okurun kendisini bulmasına, şiire ısınmasına, ona sahip çıkmasına yol açıyor. Sanatın sanatsal etkisi dışında; gizemli, güçlü ve işe yarayan yanıdır bu; şiirle bile başarılabilen. Toplumsal bir olgu olarak şiirin ötelenmesindeki öznel nedenlerin içinde vebali olmayan bir şair Özlem Tezcan Dertsiz.
Gitsem Güz şiirleri için de geçerliydi bu yargım. Ondaki bu özellik, erkek egemen emperyalist-kapitalist sistemde “kadın” olgusuna dair duyarlığının da kaynağı oluyor ve bu olgu şiirinin kadına dair enstantanelerinde derin ve acıklı bir sızı olarak duyumsanıyor. “Kalbinden korkan erkekler alkışlıyor/ kozmetik gülüşlü kızlar senfonisini”(s.10). Kitabın en az on noktasından sızan bu acı “tenimin her köşesinde tren rayları”(s.17), “vuruldu, bıçaklandı töre kuşları”(s.18), “bir kadının yalnızlığını gizliyor eldivenleri”(s.23), “güzel kadın adları, vahşet burcunda”(s.24), “taramak, uzun bahar şarkılarıyla, /saçlarını töreye kaptıran kadınları”(s.28), “hiçbir çiçeğimin adını Leyla koymadım”(s.34) gibi dizelerin yanında “kağıt mendilleri ağıdı”(s.25), “yırtık harita”(s.28) ve “kan tınıları”(s.42) başlıklı şiirlerde de bu duyarlığın derin izleri var. Bu son şiirdeki izlek dizelerini alıntılamadan geçemeyeceğim: “yüksükler korurdu hani aşktan, savaştan/ kalbimde bunca iğne dikiş bilmem diye mi?/…/doğulu şimşek törelerle tutuşturmuş ormanı”(s.42), “yara falı”ma bak Zeynep, anlat bana içimi”(s.43) ve “Elsa’ya ne anlatıyor gecelerdir Züleyha”(s.44)
Sömürüye dayanan saltanatlarını sürdürebilmek için evrensel düzlemde suç işleyen toplumsal canilerin cinnetleriyle yanıp yıkılan ülkeler, acı çeken kitleler ve bireyler de onun şiirinde nesnel unsurlar ve yaşamsal imgeler olarak yer almaktadırlar: “Hiroşima’yı ağlayan omzumda, hıçkıran Felluce mi?”(s.7) gibi dizeler ve “ak/asya” başlıklı şiir gibi… Kitabın üçüncü bölümü olan Ay Tınıları’na gelince… Bu bölümdeki şiirlerin her bölümüne ilginç bir isim vererek hem biçim arayışı anlamında varsıllaştırmış şiirini hem de anlam. Aşk Tınıları başlıklı şiirin bölüm başlıkları; “tan”, “ten”, “tün”, “tin”; Sus Tınıları’nın bölüm başlıkları da “ses”, ”söz”, “sis”, “sus” gibi tek heceli, “s” ve “t” harfinin tınılarıyla varsıllaşmış sözcüklerdir. Bu şiirlerin bir diğer biçimsel özelliği de her bölümün dört artı bir dizeden oluşmasıdır. Özellikle son tek dizeler oldukça yoğun ve özge. “biraz daha ‘pencereden aya bakan çocuk’ kalsaydım”(s.37) gibi. Bu dizelerden birkaç örnek daha vermek gerekirse: “bir gemi gönüllü bağlanır ıssız limana”(s.38), “çat kapı gelen ilkyaz yüzüme yerleşiyor”(s.39), “gülkurusu bir duvar aşk diyen ellerime”(s.40), “serseri bir pıhtı geldi tıkadı nehri”(s.42). Öykülemenin ağır bastığı, fazla sözcük yükü taşıyan şiirler ve fazla şiir yükü taşıyan bir kitap Faili Mecnun.