Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

15 Şubat '16

 
Kategori
Türkiye Ekonomisi
 

Faiz Günah mıdır?

Faiz Günah mıdır?
 

Faiz dinimize göre haramdır. Belki de haramdı diye başlamak daha doğru bir ifade olabilirdi.

 Her ne kadar bir takım ileri zekâlılar faizi başka isimlerle boyasalar da aynı amaca hizmet eden şeyler aslında aynıdır. Yine bir takım Müslüman kardeşlerimiz günümüz şartlarında faizin helal olduğunu çünkü paranın sürekli değer yitirdiğini ve de paranın değerini sabitlemenin faizden başka bir yöntem olmadığını söylemeleri ve inanmaları alkolün zekâyı açtığını mutlu ettiğini huzur verdiğini kabule benzer.

Ben din âlimi değilim. Ancak aslı bozulan her şeyin aslında koktuğunu herkes kadar ben de bilirim. Günümüz;  para, faiz, mülkiyet ile ilgili birçok şeyin aslında teoriden ibaret olduğu su götürmez bir gerçektir. Bunun yanı sıra bilinen başka gerçekler de bulunmakta.

Dünya bankacılık devlerinden birinin zamanında Hindistan’da afyon tarlalarında çalıştırılan Hintlilerin yetiştirdiği Hint kenevirinin ekimini zorla ektirildiği, hatta Hint keneviri ekiminden dolayı diğer tarımsal üretimlerin bitme noktasına geldiği, yerli halktan birçok insanın açlıktan ölüme terk edildiği de bilinir. Bir başka bilinen ise Hindistan’da üretilen Hint Kenevirinin Çinli halka önce alıştırılıp sonra satıldığı, ellerinde bulunan tüm gümüşlerin afyon sayesinde elinden alındığı da bilinmektedir. Hatta daha sonra Hong Kong’un söz konusu ülkeler tarafından istila ve merkez ilan edildiği, dünyanın sayılı banklarından birinin de bizzat bu organizasyonun içinde olduğuna dair çokça yayınlanmış eserler bulunmaktadır. Hatta bankanın adı bu isimle başlıyormuş. Dünyada uydu ve radar teknolojisi, büyük kulakların her şeyi duyduğu, büyük gözlerin ise her şeyi gördüğü, bilinen başka bir gerçektir. Uzayda uydusunun arızasını tespit edip, insansız bir şekilde müdahale yapabildiği, tamir edebildiği sır değil. Sivrisineği uydudan görüp kanadından vurabilme, madenleri keşfedebilme, su kaynaklarını yerin bilmem kaç metreye kadar içini tahlil edebilme becerisine sahip teknoloji sahiplerinin uyuşturucu tarlalarını görememeleri nasıl açıklanır ki…

Bu kadar uzun ve sıkıcı bir girişten sonra, insanımızın yaklaşık beş yüz yıldır çözümü başkasından beklemesi gibi garip bir haleti ruhiye halinde çırpınıp duruyoruz...

Bu milletin gerçek yükselişinin yine bu milletin evlatları tarafından bulunabileceği konusunda nedense karamsarız. Bizden bir şey olmaz. Burası Türkiye. Yerli ise kötüdür. Sağ iyidir. Sol iyidir. Kol iyidir, bacak kötüdür, Fener şampiyon ama vergi vermesin, ya da Cim-bom bilmem kaç paralık vergiyi ödemesin ama kulüp başkanı Fransa’da vergi rekortmeni olsun. Ancak küçük küçük insancıklardan oluşan milyonlarca insan yoluna feda olsun da önemli değil. O küçük insancıklar, kendilerini Milliyetçi vatansever, demokrat falan ilan etsinler. İmamı oy çalsın, muhtarı köyün ormanını satsın, doktoru organ satışı yapsın diye uzatılabilir. Tüm bunların haber olmasının arkasındaki en büyük neden halkın aslında güven duyduğu tüm mitlerin yerle bir edilmesinin zeminini hazırlamaktan başka bir işe yaramıyor. Yaramayacak da. Türkiye’nin yıllık ilk bindeki öğrencilerinin beyinlerinin yurtdışı hayaliyle yanıp tutuştuğu, kendini kapitalizm karşıtı ilan eden ancak en büyük kapitaliste köle olmak için yurt dışına kaçmak için yanıp tutuşanların olduğu bir ülke. Milli olan, bir eğitim sistemi. Bunların tamamının bizim ülkemizde oluyor olması kimin umurunda…

Kızını oğlunu yurt dışına eğitime gönderip, bulaşık yıkatan, çocuk baktıran, bir dil öğrenince dünyaları öğrendiğini sanan ama aslında öğrendiği dilin ülkesinin daha fazla borçlanmasına ve genellikle ülkeye daha fazla ithal mal sokulmasına neden olduğu bir ülke de bu ülke. Aşağılık kompleksinden midir bilinmez, uçaklara binip bilmem kaç bin kilometre uçan ve başka bir ülkede bebeğini doğurtmaya çalışan insanların ülkesi de bu ülke…

Kendisini “ci, cu, ku, fu, ist, mist” bilmem ne olarak niteleyen insanlar aslında çoğunlukla slogandan öte fikirlere sahip olmadıkları gibi, yutturulan hapın etkisinde yarı uyku halindeler. O haplar o kadar tesirli ki, çoğu zaman canını, kanını, kardeşini, namusunu bu yolda feda edebiliyor…

Âliminin zalim, mazlumunun cahilinin toplumuna en faydalı olduğu ülke de bu ülke. Her ne kadar aşağılansalar da, bu durum yüzyıllardır değişmedi. Ölü toprağı serilen bir toplumda bu durumun uzunca bir süre de değişmesi beklenmeyen ülke de bu ülke…

Biz bu durumdayız başkaları farklı mı? Aslında değil. Toplumlarda gerçekte neler olduğunun pek az insan farkında ve böyle olması da gayet doğal. Farkında olanların gücü elinde olmadığı ülkelerin ise vay haline. Hâlbuki tarih göstermiştir ki, gerçek liderler yetiştirmeyen milletler köle olarak kalmaya, tarihten bir müddet sonra da silinmeye mahkûmdur. Bereket biz öyle bir millet değiliz…

Bir ülkenin kaderini yetiştirdiği insan kalitesi belirler.  Bu insanlar, toplumlarına en iyi uyan felsefeleri oluşturur. İnsanlarını örgütlerler, toplumlarının ruhani, fiziki lideri olurlar.  Mutlak başarı için o millet için kalbi atan insanlar, yeterli örgütlenmelerini yapabilirlerse başarı bundan sonra ardı ardına gelir, filiz kök verir, asırlık çınara dönüşür. Sistemi âleme örnek olur, herkes güçlünün yanında saf tutmak ister. Günümüz sisteminin kurulması öyle pat diye oluşan bir sistem değildir. Milyonlarca insanın ölümü ve iki dünya savaşının ardından yüzlerce bölgesel savaşlarla oluşturulmuş, en ince ayrıntısına kadar tasarlanmış bir sistem. Bu sistemin en önemli ayaklarından birini para sistemi, faiz sistemi oluşturur. Para sistemi ile bir anda hayatınız boyunca elinizde tuttuğunuz kâğıtlar, sözde varlıklarınız bir anda tuvalet kâğıdından daha değersiz bir duruma gelebilir.  Tuvalet kâğıdı diyorum zira tuvalet kâğıdı yumuşaktır, mutlaka bir işe yarar. Malum kullanım amacından başka üzerine belki yazı yazıp şarkı bile isteyebilirsiniz. Ama değeri sıfırlanmış para ile bunu da yapamazsınız. Kuş yapsanız uçmaz. Kese kâğıdı yapmak içinse çok küçüktür. Faiz ise başka bir yönü sistemin üretenin kâğıt sahibine köle olmasına yardım eden araç ve bankalar.

Evet, devasa büyüklükleriyle göz kamaştıran, içerisinde şık hanımefendi ve beyefendilerin boy gezdiği bankalar. İşleri sadece para olan bankalar. Parası olanın parasını, parası olmayana kiralayan komisyoncular. Aslında bankanın özü budur. En azından benim anladığım. Bir zamanlar sömürge ülkelerden getirilen altın ve gümüşüne kiralık depo görevi gören yüzyıllar sonra ise sistemin sahibi olan bankalar. Mevcut ekonomik düzenin gereği olan bankalar konusunda benim de bir çift sözüm var. Bu ülke halen değerleri ne kadar yıpratılırsa yıpratılsın, televizyon radyo filmler ve binlerce kanal ile taarruza uğrarsa uğrasın halen seçkin bir ülkedir. Her ne kadar, büyük şehirlerde görülmese de yolda kalsanız yardım ederler, lastiğiniz patlasa biri koşar, hasta olsanız biri size yardıma koşmaya can atar. Bu halkın içinde yine binlerce haramdan korkan ve faiz kavramına İslami inancından dolayı faize karşı olan, bundan dolayı bir zamanlar sözde kar payı şirketlerinin kucağına düşen, düşürülen insanları var. Yine çeşitli isimler altında ikna edilen, ama buna rağmen ikna olmayan binlerce insan var. Söz konusu insanlar faizin haram olduğunu bilen, inanan insanlar. Ancak yine bu insanlar sırf güvenlik endişesinden dolayı parayı evde tutmak da istemiyorlar. Parayı bir nevi kasa gibi düşünüyorlar. Ancak bankaya bedava verdiği para ile düşkün, ihtiyaç sahibi, ya da iş yapmaya çalışan kardeşinin de kendi parası kullanılarak söğüşlenmesine de gönülleri razı değil. Birine borç verdiklerinde ise istedikleri zaman geri alabilmeleri hem zor, hem de gönül kırgınlıklarına neden olunması nedeniyle pek yanaşılmıyor.

Anlatılan bir hikâye vardır. Gitmek görmek nasip olmadı. Ben de okuduklarımın yalancısıyım. Aynen naklediyorum: “Sekiz on yıl önce şu an kimden geldiğini bile hatırlamadığım bir slayt almıştım internette. İtalya'da ASKIDA KAHVE geleneğini anlatıyordu. Özetle şöyleydi: İtalya'da Venedik'in kenar mahallelerinden birinde, bir cafe-barda espressolarımızı içiyorduk. İçeri giren müşterilerden biri barmene “duecaffee, unosospeso” (iki kahve, biri askıda) dedi. İki kahve parası verdi. Bir kahve içip gitti. Barmen de duvarda asılı duran çiviye bir küçük kâğıt astı. Biraz sonra içeri iki kişi girdi. Onlarda “trio caffee, unosospeso” (üç kahve, biri askıda) dediler. Üç kahve parası verdiler ve iki kahve içip gittiler. Barmen “askı” ya yine bir küçük kâğıt astı. Bunun gün boyu böyle sürdüğü anlaşılıyordu. Bir süre sonra kahveye üstü başı biraz eski-püskü, belli ki yoksul bir kişi girdi ve barmene ”onu caffeesospeso”  (askıdan bir kahve) dedi. Barmen hemen bir kahve hazırladı ve yeni müşterinin önüne koydu. Yoksul kişi kahvesini içtikten sonra para ödemeden çıktı gitti. Barmen ise duvara astığı kâğıtlardan birini kopardı, parçalayıp çöpe attı. Bu gözlemimizin sonunda gözlerimizi yaşartan, fakat kesinlikle örnek almamız gereken bir “İtalya toplum terbiyesi” öğrendik.

Yardım etmek için insanların gereksinimlerini belirlerken, yalnızca yaşamsal gereksinimlerle sınırlı kalmak zorunda değiliz. Bir Venedik'li için yaşamsal olmasa da kahve, günlük yaşamda önemli bir yer tutmaktadır. Kahve içebilecek kadar parası olmayan kişilere yardım edebilecek düzeydeki kişiler, kendileri bir kahve parası daha ödüyorlar. Yardım ettiği kişiyi görmedikleri için bu kişilerde daha mutlu oluyorlar. Kimden geldiğini bilmedikleri bu ikramı kabul eden kişiler ise huzurlu oluyor. Yardım eden ile alan arasında, bu cafe-bardaki garson gibi, köprü görevi yapan kişilerin ise güler yüzlü ve sevgi dolu olmaları gerekiyor. İçeri giren yoksul bir kişinin “bana askıda kahve var mı” diye sormasına gerek bırakmamak için “askıda kahve” olduğunu belirten kâğıt parçalarını kolaylıkla görünen gir yere asmak ise bu olgunun çok zarif bir bölümünü oluşturmaktadır.” (1)

Türk tipi, Müslüman felsefesine uygun bankacılık neden olmasın. Peki, önerim nedir? Ben bir Müslüman ve Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak, paramı bankada saklamak istiyorum. Bankam bana faiz vermesin. Benim bankaya yatırdığım para faiz almak için değil, güvenlik için, birikimlerimi düzenli olarak bir yerde tutmak içindir. Ancak benim verdiğim para da faiz sistemine dâhil olmasın. Ya nasıl olsun, bu paradan banka personel, avukat, tüm masraflarını aldıktan sonra bir başka ülkemdeki ihtiyaç sahibi esnafa memura bunu borç versin, maliyeti neredeyse sıfır olan paradan fahiş karlar etmeye kalkmasın. Kalkmasın ki, esnafım, memurum ve ihtiyaç sahibi kardeşim faiz sarmalına ve günahına da girmesin.

Doğal olarak, masraflarını almasına bir itirazım yok. Ben de kardeşim de faize bulaşmamış olsun. Eğer ben yine paramı vadeli hesap yapmak istersem bundan faiz beklediğim için uzun vadeli ve faizi ile diğer talep sahiplerine ver. Bu konuda da itirazım yok. Ama diğer şekilde benden aldığın şekilde kardeşime versen ve Türk ve Müslüman tipi bir bankacılık modeli oluştursan hem beni kazansan, hem küçük esnaf kardeşim kazansa ne olur? Ahi geleneğini oluşturan Müslüman topluma yakışır bir sosyal proje yapsan olmaz mı? Ahi Evran’ın torunlarına bize özgün bir model oluştursan olmaz mı? Müslüman ve Türk esnaf ve ihtiyaç sahibi insanlarımızın sorunlarını çözmesine bizim paramızla yardımcı olsan ne kaybedersin ki. Düşünmeye değmez mi. Bir düşünün hayalleri olmayanın neyi olabilir ki?

(1)  http://www.ogretmenlerimize.com/index.php?topic=106.0

 

 

 
Toplam blog
: 2271
: 163
Kayıt tarihi
: 15.10.14
 
 

Bugünün doğrusu yarının eğrisi, dost görünenler düşman ve herşey aslında zıddı olabilir. Büyük ih..